Bu yıl sekizincisi düzenlenen Pembehayat KuirtFest’te çok sayıda film ve belgesel izleyici ile buluştu. İstanbul'da 24-27 Ocak 2019 tarihlerinde gerçekleşen festivalde, kuir sanatı gündeme taşındı. Festivale katılım yoğundu.
TIKLAYIN - Pembe Hayat, KuirFest'e Çağırıyor: #ÇokGüzelsinYasakMısın
Festival kapsamında, benim de merakla hatta özlemle beklediğim filmlerden birinin gösterileceğini duyunca oldukça heyecanlandım.
Ne de olsa, zaman zaman aklıma geldiğinde, “Bu filmi 90’larda nasıl çekmişler” diye şaşırdığım filmi, izleyecektim. Üstelik filmi, bu kez senaristi ve önemli karakterlerinden biriyle izliyor olacaktım.
Bu nedenle de geçen Cumartesi günü (26 Ocak 2019) soluğu Fransız Kültür Merkezi’nde aldım. Sözünü ettiğim film “Gece, Melek ve Bizim Çocuklar”. Flmin senaristi Yıldırım Türker, önemli karakterlerinden biri Melek’i canlandıran oyuncusu ise Deniz Türkali. Filmin, diğer önemli karaktererinden Uzay Hepari 1994'te, Derya Arbaş 2003'te yaşamını kaybetti.
Filmimizin konusunu özetlemek de yarar var.
Beyoğlu'nun en karanlık sokaklarında yaşayan Serap (Derya Arbaş) 20'li yaşlarda, alımlı ve çevresi tarafından sevilen bir kadın. Seks işçiliği yaparak kendi halinde yaşayıp giden Serap’ın yolu, kendisi gibi Beyoğlu'nun arka sokaklarında yaşayan Hakan’la (Uzay Hepari) kesişiyor ve aralarında aşk başlıyor. Bir gün Serap, sevgilisi Hakan'ı hiç ummadığı başka bir ilişkinin içinde bulunca tüm hayatı tümden değişiyor.
Herkes merak içinde
Filmi izlerken, yıllar önce televizyondan izlediğimde bıraktığı etkinin çok daha fazlasını hissettim. O zaman “Anlayabilmeye çalışmaya bir adım” olarak bana yansıyan film, bu kez, “İyi niyetli olmak yetmez harekete geçmek gerek” hissini derinleştirdi. Film sonrası gerçekleştirilen söyleşide mikrofon bir an boş kalmadı, merak edilenler bitmedi. Sadece izleyenler değil, Deniz Türkali de merak içindeydi. Türkali, gençlerin neden bu kadar çok güldüğünü soruyordu. Bunu, “Neden güldünüz bakim” gibi değil daha çok, gülümsemeye neden olan konuyu anlamak için öğrenmek istiyordu.
Diğer izleyicileri bilmiyorum ancak ben, erkek şiddetin değişmeyen boyutunun trajik haline, kendisini tekrar etmesine ve oyuncuların mimikleri ile ifade ettiklerine güldüm.
Söyleşiyi 8.Pembe Hayat KuirFest ekibinden Esma Akyel modere ederken, yönetmen Metin Akdemir de konuşmacıydı.
Yaklaşık bir saat buçuk saat süren söyleşiden öne çıkanlar şöyle:
Yıllar sonra bu filmi seyirci ile birlikte izlemek sizde ne yarattı?
Türkali: Ben aslında gençlerin ne düşündüğünü merak ediyorum. Bazı yerlere güldüler. Neden güldüler? Komik mi geldi farklı bir şey geldi mi? Neden bu kadar güldüler? İzlerken bir kez daha emin oldum, Serap’ın sonunda gelip Melek’in öldüğünü görmesi bence faciaydı. Bu son başka türlü olmalıydı. Oyunculuklar açısından da farklı hissettim. Rahmetli Derya ne kadar güzelmiş. Bizim filmde emek verenlerin çoğu yaşamını yitirdi. Ben seyircinin fikrini merak ediyorum.
Türker: Benim için biraz üzücü oldu. Çünkü filme emek verenlerin birçoğu yaşamıyor. Genç arkadaşlarımız filmden kısa bir süre sonra öldüler. Filmden kısa bir süre sonra görüntü yönetmenimiz, sonra Uzay sonra Derya hepsini yaşamını kaybetti. Vakitsiz gidişlerdi.
“Filmde oynayan polisler filmdeki kızları hırpaladı”
Filmin senaryosunu yazma sürecini anlatır mısınız?
Türker: Kendi kendime yazdığım bir senaryoydu. Samim Değer için yazmıştım, o çekecekti ama o başka şirkete bağlanınca bu filmi çekemez oldu. Biz de Atıf Yılmaz’la çektik. Ben filmin asistanlık işini de yaptım. Çok ilginç şeyler hatırlıyorum. Eskiden bilirdik karakollarda bir takım polisler var hemen onları çağırıyorlar polisleri oynasınlar diye. Biz de filme o polislerden çağırdık. Filmin ilk sahnelerinde kızları derbest edip götürdükleri sahnede bizim polisler çoşup kızları oldukça hırpaladılar. Kızların canı çok yandı ayrılmak istediler filmden, ayrılmayın diye biz ikna ettik. Bana çok şey hatırlattı. Bana eskiyi hatırlattı, bana 90’ları hatırlattı.
Kimse ısmarlamadığı için evimde kendi kendime yazdım filmi. Bir yıl aldı yazmam. Acelesi yoktu. Zaten o dönem çok yakın olduğum ve çok yakınında bulunduğum insanlardan ve onların dünyasından yararlandım. Tek derdim turistik olmasın insanlara bir şey gösteren “Bakın ne kadar ilginç var” diyen bir şey olmasın, daha içten o insanların dünyasından bir şey kurabilmek istiyordum. Bütün çabam onun üstündeydi bana iyi geldi film.
Atıf Yılmaz’ın sinemaya yansıttığı feminist bakış açısında sizlerin bir etkisi oldu mu?
Türkali: 1980’li yılların başlarında feminizme başladığım zaman bu Atıf Yılmaz’ı etkiledi. Yılmaz gerçekten çok genç kafadaydı. 60’ını geçmişti aslında. Ancak kafası çok gençti. Benim ve benim feminist arkadaşlarımın etkisi oldu diye düşünüyorum. Feminizme bakış açısı doğru oldu. O yaşında olmasına rağmen olağanüstü bir kafaya ulaşmış diye düşünüyorum. Bir de değişimi fark ediyordu. Kadın meselesine bakınca nereden nereye geldik diyebiliyordu. Feminizmle tanışması ve etkilenmesini çok önemli buluyorum.
Türker: Biz birkaç filmde çalıştık Atıf Yılmaz’la. Onla çalışmak hem çok kolaydı, insanı dinlerdi anlardı. Hem de çok zordu, bazen bariyerleri vardı. O bariyerleri yıkmaya çalışmamak gerekiyordu. Genç olarak bazen bariyerleri zorluyorsunuz. Ben de Atıf Yılmaz’ın o genç kafasını özlüyorum. Kolay değildir yönetmeni bu kadar zorlamak kendi sınırları ötesinde zorlamak kolay değildir.
Film toplumda bir dönüşüme neden oldu mu?
Türkali: İnsanlar genel olarak haberdar değildi bir çok konuda olduğu gibi. Kadın mücadelesi hep vardı, şiddet de vardı. Benim çocukluğumda da vardı polis şiddeti şu anda da var.
Kültür Bakanlığı’nın bu filme destek vermesi şaşırtıcı. Türkiye o zaman daha özgür müydü?
Türkali: O zaman sansür senaryosu diye bir şey vardı. Senaryoya bakar senaryonu gönderirsin ona destek alırsın belgeleri yollarsın vs. Genelleme yapmak çok zor. O zaman mı şimdi mi zor? Çok zor, bunları ayrıştırmak. Biz bu filmi çektik ülke güllük gülüstanlıktı, özgürdük diyemeyiz. Savaş vardı ülkede. Çok feci bir dönemdi. Şimdi daha farklı bir dönem var. Berbatlıklar arasında seçim yapmak gibi bir şey.
Türker: Kötüler arasında seçim yapmak gibi bir şey. Bu filmi bir şekilde çekiyordunuz ama mesela Diyarbakır’a gidemiyordunuz. Gitseniz de oradan başka bir ilçeye giremiyordunuz. Sonuçta devletin aidieti ile ilgili her şey. O zamanki Kültür Bakanlığı’nın yaklaşımı o zamanki Atıf Yılmaz’a para çıkarılması yönündeydi. Dediğim gibi devletin el değiştirmesiyle ilgili kararların sonucu bunlar.
Şuan böyle bir filme destek alır mısınız?
Türker: Hayır almaz. Zaten böyle bir film yapan da Kültür Bakanlığı’na götürmez.
Olan bitene nasıl dayanıyorsunuz?
Türker: 35 yıllık bir dostluğumuz var hiç ayrılmadan süren bir dostluk. Bizi gülmek kurtardı diye konuşuruz. En dertli, en çözümsüz zamanlarımızda Deniz'le yerlere yuvarlanıp gülerdik, halen daha gülüyoruz. Gülmenin çok sağaltıcı ve örgütleyici bir şey olduğunu düşünüyorum. İnsanların birlikte güldüğünde daha dayanışma içinde olduklarını hissediyorum.
“Erkek doğmuş her birey potansiyel faildir”
Türker: Her erkek potansiyel bir faildir. Erkek doğmuş insan potansiyel faildir. Erki reddetmesi gerekir bir erkeğin feminist olması için.
Türkali: Kadınlar için de öyle. Bir sürü kadın da erkek görünümlü. Bir sürü kadında o erki görünce tüylerim diken diken oluyor erkekler erkekliklerinden vazgeçtikçe insan oluyorlar. (EMK)