PEN Norveç, Türkiye'deki Savcılar için İddianame Yazım Kılavuzu’na dair panel düzenledi.
Çevrimiçi düzenlenen ve moderatörlüğünü PEN Norveç Türkiye Danışmanı Caroline Stockford’un yaptığı panele, PEN Norveç Genel Sekreteri Jorgen Watne Frydnes, PEN International Başkanı, yazar Burhan Sönmez, eski AİHM yargıcı, hukukçu Rıza Türmen, HRW Türkiye Direktörü Emma Sinclair-Webb ve PEN Norveç Hukuk Danışmanı, ELDH Eş Genel Sekreteri ve ÇHD Genel Yönetim Kurulu Üyesi, Avukat Ceren Uysal katıldı.
“İddianameler uluslararası temel standartlara uymuyor”
Açılış konuşmasını yapan Jorgen Watne Frydnes, Türkiye’deki ifade özgürlüğü davalarını yaklaşık 10 yıldır takip ettiklerini, bu davaların 2016’daki OHAL ilanının ardından daha da sıklaştığını belirtti:
“Gazetecileri, yazarları ve sivil toplum kuruluşu çalışanlarını hedef alan iddianameler Türkiye İddianame Projesi kapsamında çözümlendi. Çıkan sonuç, iddianamelerin uluslararası temel standartlara uymadığı...”
“İddianameler, siyasi durumla çok yakından bağlantılı”
Ceren Uysal, iddianamelerin yargı sürecinin nasıl işleyeceğini belirlediğini, proje kapsamında inceledikleri iddianamelerle ilgili sonuçların kaygı verici olduğunu söyledi:
“Kılavuzda şunu göreceksiniz, savcılar yalnızca ithama odaklanarak sanığın lehine delilleri görmezden geliyor.
İddianameler, ciddi bir cezalandırma motivasyonuyla yazılmış. Örneğin gazetecilere açılan davalarda, Basın Yasası’nın 26 maddesi gözardı ediliyor, savcı suçlamanın zamanaşımına uğradığını bilmiyor, aksi halde bu iddianameyi hazırlamaması lazım. Hakimler de iddianameyi reddetme hakkını kullanmıyor. Avukatlar olarak, ne yaparsanız yapın sonucu etkileyemeyeceğini biliyorsunuz.
İddianame, ceza yargılamalarının en temel unsuru. Üzerinde çalıştığımız pek çok iddianame, Türkiye’deki siyasi durumla çok yakından bağlantılı. Raporlarımızda yalnızca ihlalleri değil bu ihlallerin sonuçlarını da belgelemeye çalışıyoruz.
Bu kılavuz hakimler ve yargıçların yanı sıra hukuk öğrencileri için de faydalı olabilir. Sadece Türkiye’de değil, otoriterliğin yaşandığı her ülke için de geçerli olabilecek öneriler içeriyor.”
“Türkiye, Avrupalı hükümetlerin rızasını satın alıyor”
Burhan Sönmez, en kolay hedefin gazeteciler olduğunu söyledi:
“Yalnızca Diyarbakır’daki gazeteciler değil, Kürt meselesinde hükümeti eleştiren gazeteciler de kendilerini ya hapishanede ya sürgünde buluyor.
Türkiye, Avrupalı hükümetlerin rızasını satın alıyor, Avrupa ülkelerinden ciddi bir eleştiri göremiyoruz.
Ancak her şeye rağmen uluslararası standartları hatırlatan itirazlar bir şekilde dikkate alınıyor. Uluslararası kuruluşlar olarak bu itirazlarımızı ısrarla dile getirmeye devam etmeliyiz. Türkiye’deki yargı sisteminde olumlu yönde değiştirmeye dair umudumuzu yitirmemeliyiz.”
“Savcının argümanı çoğunlukla varsayımlardan oluşuyor”
Emma Sinclair-Webb, Türkiye’de her adalet sarayıbıb başsavcının kontrolünde olduğunu söyledi:
“Adliyedeki en kıdemli kişi başsavcı. Bu nedenle yargı süreçlerinde çok önemli hâkimiyetleri var. Savcıların, ‘Benim yazdığım iddianame hükümdür’ diye bir şakaları var. Bu bir kibri de göstertiyor aynı zamanda.
İncelediğimiz iddianamelerde, olguyu destekleyen delil ve belgelerin eksikliğini görüyoruz. Binlerce sayfaya ulaşan klasörler var, elimde ne varsa ekleyeyim, diye düşünüyorlar. Hangi olguların değer taşıdığını tespit edip ilgili ve kanıtlanabilir olguları değerlendirmek gibi bir kaygı yok. Sunulan iddialar ile sonuç arasında belirsizlik oluyor. Savcının argümanı çoğunlukla desteksiz iddialar, varsayımlardan oluşuyor. Ya da insanların davranışlarından yapılan çıkarımlar yer alıyor.”
“Komite kararları, siyasi kaygılardan azade değil”
Rıza Türmen, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının uygulanmamasına dair bilgi verdi:
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) açık, Sözleşmeye taraf olan devletlerin AİHM kararlarına uyması gerekir. 27 maddede de tarafların, kararlara uyulmamasına gerekçe olarak iç hukuk gösteremeyecekleri düzenleniyor.
Sorun, bir devlet mahkemenin kararına uymayacağını söylediğinde ve bunu hayata geçirdiğinde başlıyor.
Bakanlar Komitesi, bunu denetlemekle sorumlu. Komite aslında siyasi bir organ. Kararlarının siyasi kaygılardan tümüyle azade olması mümkün değil.
Komite, kararların uygulanmasından yegane sorumlu kurum. 2010 yılındaki 14 sayılı protokole yeni bir paragraf eklendi, sözleşmenin 46 maddesine. Bir ihlal prosedürü: Taraf devletin kararı uygulamasında bir gecikme gerçekleşirse, 2’ye 3 çoğunlukla davayı tekrar AİHM’e göndermek mümkündür. Mahkemeden karara uyulup uyulmadığına dair görüş istenir. Bu görüş tekrar Bakanlar Komitesine gelir ve hükümete baskı yaparak kararın uygulanmasını sağlaması gerekir.
Ancak Kavala davasında bu ihlal prosedürü yalnızca iki kez uygulandı. Bu davada, olgularla Osman Kavala’ya yöneltilen suçlamalar arasında bağlantı yok. İddianamede sözü edilen olgular, hükümetin devrilmesi suçlamasıyla ilgisi olmayan şeyler. Bu, bir iddianamede neler yapılmamasına dair örnek teşkil edecek bir iddianame.
“18. madde ihlali, sözleşmenin, taraf devletçe istismar edilmesi”
AİHM, kararında, Kavala’nın tutuklanmasının, muhalefeti susturmak gibi bir siyasi artniyet taşıdığını, 5. ve 18. maddenin ihlal edildiğini belirtti. 18. madde ihlali, sözleşmenin, taraf devletçe istismar edilmesi demek.
AİHM ve Bakanlar Komitesi, Kavala’nın derhal serbest bırakılması çağrısını yaptı, ardından 3’e 2 çoğunlukla alınan Komite kararı AİHM’e geri gönderildi. AİHM 46. maddenin ihlal edildiğine hükmetti, bunu Komiteye bildirdi.
“Komite görevini yerine getirmiyor”
Şu anda Bakanlar Komitesinde bir kördüğüm sözkonusu. Kavala serbest bırakılmalı diyor, ancak Kavala hapishanede kalmaya devam ediyor, hükümet AİHM kararını uygulamıyor. Devlet üzerinde baskı kurmayan Komitenin, görevini yerine getirmediği açık.
Şu anda ilgili devletin üyeliğinin düşürülmesine dair ortak prosedürün uygulanması gündeme gelebilir. Komite Mart ayındaki son toplantısında içi boş bir karar aldı, ‘Ankara’da teknik toplantılar yapıldı, hukuk sisteminde hangi araçların kaldığı tartışılmıştır’ açıklamasını yaptı. Ancak mesele bu değil, mesele bu araçların kullanılmaması.
“Sorun üye ülkelerin ulusal çıkarlarını öncelenmesi”
Bakanlar Komitesi yargı konusunda duydukları kaygı ile Türkiye ile ticaretten kaynaklanan ulusal çıkarların arasında kalmış durumda. Sorun üye ülkelerin ulusal çıkarlarını öncelenmesi. Türkiye’nin üyeliğinin düşürülmesini istemiyorlar. Ancak buna varıncaya kadar pek çok adım atılabilir.
Kavala davasında halen atılacak adımlar var. Komite Türkiye üzerinde, Avrupa parlamentosu veya STK’lar gibi birçok farkı araçla daha fazla baskı kurabilir.”
“Türkiye’de her alanda mücadele devam ediyor”
Panelin sonunda söz alan avukat Uysal, “Bu iddianameler hukuki belgeler değil, intikam yargılamalarının bir parçası. Ancak umutsuz olmamak gerekiyor. Gazeteciler halen yazmaya devam ediyor. Bizim de çaresiz hissetme hakkımız yok, çünkü Türkiye’de her alanda mücadele devam ediyor” dedi.
(AS)