Artık Türkiye’nin bir Varlık Fonu var. Peki, bu fonun kurulmasındaki amaç nedir? Yaşamımıza, çevremize etkileri neler olacak?
Kamuoyu Varlık Fonu deyimini 2 Ağustos günü Başbakan Binali Yıldırım tarafından Meclise bir yasa tasarısı olarak sunduğunda duydu.
Kanun tasarısında, Türkiye Varlık Fonunun kurulması ile ilgili gerekçeler ve hedefler şöyle belirtiliyordu:
- Büyüme oranına gelecek on yıl içinde yıllık yüzde 1,5 oranında ilave artış sağlanması,
- Sermaye piyasalarının büyüme ve derinleşmesinin hızlandırılması,
- İslami finansman varlıklarının kullanımının yaygınlaştırılması,
- Yapılacak yatırımlarla yaklaşık yüzbinlerce kişilik ek istihdam sağlanması,
- Savunma, havacılık ve yazılım gibi teknoloji yoğun stratejik sektörlerdeki yerli şirketlerin sermaye ve proje bazında desteklenmesi, küresel oyuncu olmalarının sağlanması,
- Otoyollar, kanal İstanbul, üçüncü köprü ve havalimanı, nükleer santral gibi büyük altyapı projelerine kamu kesimi borcu artırılmadan finansman sağlanması,
- Katılım finansmanı sektör payının artırılması,
- Arz güvenliğini sağlamak üzere, Türkiye için önem taşıyan doğal gaz ve petrol gibi yurt dışındaki stratejik sektörlere yasal ve bürokratik kısıtlamalara bağlı olmadan doğrudan yatırım yapılabilmesi...
Tasarı 20 Ağustos günü yasalaştı. Bu fonla belirtildiği üzere kurulacak olan fonun, ekonomimizin yapısal sorunlarını aşmasında katkı sağlamasının yanı sıra, dış politikanın önemli bir enstrümanı olarak Türkiye’nin uluslararası arenada daha fazla söz sahibi olmasına da katkı sağlayacağı öne sürülüyor. Ancak vergilerden muaf tutulması, tabiat ve kültür varlıklarının korunmasına dair kanunlardan azade tutulması ve denetiminin Sayıştay tarafından yapılmayacak olması tartışmalara neden oldu. Bu tartışmalara ve itirazlara rağmen Meclis’ten AKP’nin oylarıyla geçti.
Yasaya göre fon, Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketi tarafından yönetilecek.
Bu şirketin sermayesi 50 milyon lira ve bu sermaye Özelleştirme Fonu'ndan karşılanacak. Varlık Fonu'nun en az 5 kişiden oluşacak Yönetim Kurulu, Başkan ve üyeleri, Başbakan tarafından atanacak. Şirket, şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonlar bağımsız denetime tabi olacak yani Sayıştay’ın denetiminde olmayacak. Temelde bu şirket büyük altyapı projelerine finansman sağlayacak.
Yatırımların artırılması yönündeki bu düzenlemenin doğaya ve kültür varlıklarına vereceği zarar tasarının gündeme gelmesinden itibaren tartışıldı. Doğanın koruması için hukuk mücadelesi veren, avukat Yakup Okumuşoğlu ile Türkiye Varlık Fonu’nun yaratacağı sonuçları değerlendirdik.
Darbe girişiminin akabinde S&P Kredi Derecelendirme Kurumu, Türkiye’nin Kredi Notunu düşürmesinin ardından yaptığı açıklamada, ülkede yaşanan siyasi dalgalanmaların ve “terörün” bu kararda etkisinin olduğunu fakat asıl etkenin Türkiye’nin giderek artan dış borç olduğunu açıkladı. Ekonomik dalgalanmaların bu fonun kurulması ile birlikte dengeleneceği düşünülüyor, sizce fonun oluşturulmasındaki gerekçe bu mu?
S&P Kredi Derecelendirme Kurumu Hazine borçlarını ve yatırımlarını inceliyor. Bu kurumlar, kriz döneminde devletlerin ne kadar güçlü kalabileceğini, ekonomisinin ne kadar dirençli olabileceğini detaylı bir şekilde hesaplayarak puanlama yapıyor. Kredi limitlerinin yükselmesi, döviz kurundaki değişkenlik ve aynı zamanda yükselen faiz oranlarının yarattığı sıkıntılardan dolayı bankalar yatırımcılara beklenen kredi imkanını sağlayamayabiliyor. Bunun yanı sıra Türkiye’nin dış politika uygulamaları da süreci büyük ölçüde etkiliyor. Rusya ile yaşanan kriz, Avrupa Birliği ve diğer komşu ülkelerle yaşanan sıkıntılar da ülke ekonomisini ve yatırımcıları zora sokabiliyor. Yaşanan bu sıkıntılar ithalat ve ihracat dengesini etkiliyor ve ülkeye giren para ile çıkan para miktarı arasında dengesizlikler yaşanıyor. Bu aralığın yükselmesi de ekonomiyi olumsuz yönde etkileyebiliyor. Düzenlenen Varlık Fonu ile yapılmak istenen, bozulan dengenin düzenlenmesi ve yabancı yatırımcıların endişelerini yok etmeye çalışarak, yatırım yapmalarını sağlamak. Türkiye’nin mevcut ekonomisini döndürebilmesi için yatırım yapması gerekiyor. Türkiye’de ekonomi inşaat sektörü üzerinden yürüdüğü için Varlık Fonu genel kapsamında inşaat yatırımları yer alıyor. HES’lerin yapılması, barajların yapılması, yolların yapılması ülkeye para girişinin artmasına neden oluyor. 2008 krizinin teğet geçtiği dönemde HES’lerin yapımı yoğun bir şekilde devam ediyordu ve Veysel Eroğlu krizin teğet geçilmesi ile ilgili “HES’lerin etkisi çok büyük olmuştur” yönünde bir açıklamada bulundu.
Düzenlenen Varlık fonu ile birlikte yatırımcıları ülkeye çekmek ve mevcut yatırımcılara kolaylık sağlanmak için şirketlere teşvikler, gümrük muafiyetleri, kurumlar vergisi indirimi, sigorta primi muafiyetleri uygulanacak fakat bu yeterli olamayacak ve şirketler bugün olduğu gibi krediye ihtiyaç duyacaklar. Hazırlanan varlık fonu kapsamında kredi sağlanacak olan şirketler, stratejik yatırım kapsamına alınacak ve oluşturulacak olan fondan şirketlere uygun vadeli ve oranlı kredi sağlanacak. Ayrıca bu fon doğrudan doğruya hazineden karşılanmadığı için borç yükü artmamış olacak. Çünkü bu işlemler, hazine kaleminden çıkan başka bir fonun içinden yürütülüyor. Kısaca varlık fonunun işleyişi bu şekilde olacak.
Yatırım teşvik belgesi kapsamında bulunan yatırımlara ilişkin inşaat işleri nedeniyle katma değer vergisi istisnası için “stratejik yatırım” olma şartı kaldırılıyor ve 500 milyon Türk Lira tutarındaki asgari yatırım şartının 50 milyon Türk lirası tutarına indirilmesi ne gibi sonuçları doğurur?
Büyük alt yapı yatırımları veya büyük projeler kapsamındaki sınır bu yasa ile 50 milyona indirildi. Mesela orta ölçekli bir hidroelektrik santrali yaklaşık 100-150 milyon lira tutuyor. Bu durumda ülke ölçeğinde küçük sayılabilecek bu projeler de sınırın düşürülmesi ile birlikte artık stratejik yatırım kapsamına girebilecekler. Dolayısıyla var olan hukukun yanında bir istisna hukukta yaratılmış olacak.
TBMM de 75/4. madde görüşmeleri gerçekleştirdiniz. Bize bu maddenin doğuracağı negatif sonuçlardan bahseder misiniz?
Bir projenin yatırım noktasında, saha çalışmasına geçilmeden önce alınması gereken izinler ve yürütülmesi gereken bazı süreçler vardır. Bunlardan birisi ÇED sürecinin yürütülmesidir. Fakat sadece bu sürecin yürütülmesi ile işi bitmiyor. Bunun yanında imar izni almak zorunda, imar ruhsatı almak zorunda, elektrik yasası kanununa göre elektrik üretim lisansı almak zorunda, HES projesi ise mera komisyonundan mera izni almak zorunda. Tüm bu izin, lisans, olur, onay, ruhsat gibi işlemler idari işlemlerdir. Bizim doğayı koruma adına açtığımız davalar, idari işlemlere karşı açtığımız davalardır. Örneğin; bu mera izni iptal davası da olabiliyor, ÇED iptal davası da olabiliyor. Bakanlar Kurulu’na, 75/4 maddesi ile izin, lisans, ruhsat, olur, onay gibi işlemlerin yanı sıra diğer kanunlardaki kısıtlayıcı hükümleri de muaf sayabilecekleri geniş yetkiler veriliyor. Yani artık bir proje, stratejik yatırım kapsamına giriyorsa bizim idari işlemelere karşı dava açma gibi bir olanağımız kalmıyor ve doğa için büyük yıkım olabilecek bir durum yaratılıyor. Nükleer santral projeleri, HES projeleri gibi doğaya olumsuz etki sağlayan projeler karşısında artık hiç bir dava açamayacağız. Bu durum sonucunda Doğa Koruma Mevzuatı açısından, doğayı koruyan bütün hükümler aradan çıkarılmış oluyor.
Uluslararası Çevre Koruma Sözleşmeleri arasında yer alan Aarhus Çevresel konularda bilgiye erişim, karar vermede halkın katılımı ve yargıya başvuru sözleşmesi ve daha birçok sözleşme mevcut. Bu sözleşmelere bağlı kalınmadığı projelerde süreç nasıl işliyor? Olumlu sonuçlar elde ediliyor mu?
Uluslararası hukuk bizim TBMM’de 90/2 ile iç hukukumuza girmiş oluyor, fakat bunun doğrudan doğruya bir karşılığı yok. Sadece Türkiye, Uluslararası platformda kınanır. Vermiş olduğu taahhütleri ve hükümlülükleri yerine getirmediği için afişe edilir ama bu durum, yatırım yapılan projelerin süreçlerini olumsuz bir yönde etkilemez.
Kültür ve tabiat varlıklarını koruması açısından ne gibi etkileri olacak?
Kültür ve tabiat varlıkları ileilgili bölümde, yapılan inşaatlar ve tadilatlar konusunda mevcut durumu yumuşatan bir düzenleme var. Bir de örtülü af sayılabilecek bir düzenleme var. Bu düzenlemeler ile hapis cezası tamamen ortadan kalkmayacak, fakat adli para cezası verilerek, hapis yatma olasılığı azalacak. Denetimli serbestlik ve adli kontrol sistemi denilen bir sistem var ve bunların sınırları yeni düzenleme ile artırıldı. Hapis cezası verilse bile, herhangi bir caydırıcılığı olmayacağı için kültür ve tabiat varlıklarının korunması yönünde olumlu etkileri olamayacak ve doğal sit alanları ile ilgili büyük bir yıkım gerçekleşecektir.
6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının desteklenmesi ve Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi ile Hazineye ait tarım arazilerinin satışı hakkında kanuna eklenmesi öngörülen düzenlemenin ne gibi sonuçlar doğuracağını düşünüyorsunuz?
Bu da aslında 75. maddede düzenlenmiştir. 50 Milyon Liranın üzerinde olan projelerde, hazine arazileri bedelsiz olarak yatırım yapan şirkete verilebiliyor. Eğer şirket 5 yıl içerisinde taahhüt etmiş olduğu istihdamı sağlarsa ve 49 yılın sonunda yine talep ederse, Hazine o araziyi yine bedelsiz olarak verilebiliyor. Ayrıca 75/4 içerisinde gerekli gördüğünde yasa ve idari işleyişe dair düzenleme yetkisi de verildiği için sonrasında düzenlemeler istenildiği gibi yapılabilecek. Bu durumda proje için olumsuz sayılabilecek durumlar istenildiği gibi olumlu duruma dönüştürülebilecek.
Tasarının kabul edilmesi ile birlikte başlayan sürecin etkilerini hep beraber yaşayarak göreceğiz. Bazı şirketler büyük sıçramalar yapacak, parasına para katacak, bazıları yok olup gidecek. Adalet ve hukuk sistemi yine ve her zaman olduğu gibi o büyük şirketlerin dışındakileri yok sayacak. Günler geçecek, ekonomi büyüyecek ama biz bu düzende giderek küçüleceğiz. Tüm bunlar yaşanırken, yeterince zarar verdiğimiz doğa belki olacak, belki olamayacak. Hepsini göreceğiz ne yazık ki… (ÖH/HK)