* Fotoğraf: Pixabay
Türkiye son yılların en kurak kışını geçirirken birçok kentte sıcaklık rekoru kırıldı. Ülke genelinde baraj ve doğal oluşum göllerde sular gözle görülür şekilde azaldı.
Türkiye, sanılanın aksine su zengini bir ülke değil, hatta tam tersine yılda kişi başına düşen bin 519 m3'lük su miktarı ile “su sıkıntısı çeken” bir ülke konumunda. Ayrıca, Türkiye nüfusunun 2030’da 100 milyona ulaşacağı ve kişi başına düşen su miktarının bin 120 m3'e gerileyeceği öngörülüyor. Bu öngörüler, Türkiye’nin “su fakiri” olma yolunda ilerlediğine işaret ediyor.
İklim değişikliğinin yarattığı olumsuz etkilerin artışıyla beraber yaşanacak kuraklık da Türkiye için çok önemli bir risk konumuna geliyor.
TIKLAYIN - Greenpeace: İklim krizi evimizde
Tüm dünya için bir sorun haline gelen su kıtlığı meselesinin Türkiye’deki durumunu, alınması gereken önlemleri, barajlardaki düşüşün ne ifade ettiğini Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız’dan dinledik.
İstanbul'da doluluk yüzde 22,3
Öncelikle İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere barajlardaki doluluk oranları şu anda ne durumda?
İstanbul’un tüm barajlarındaki doluluk oranı yüzde 22,3, Ankara’da yüzde 22, İzmir’de ise yüzde 20 civarında. Tüm Türkiye’deki 374 depolama tesisindeki ortalama doluluk oranı ise yüzde 33. Ancak bu doluluk oranları bize bir önceki seneyle kıyas açısından genel bir fikir verir. Asıl bakılması gereken şey barajlardaki kullanılabilir su hacmi.
TIKLAYIN - İstanbul'un 3, Ankara'nın 5 aylık suyu var
Düşüşteki neden sadece yetkililerin söylediği gibi tüm dünyanın maruz kaldığı iklim krizi mi? Başka nedenler var mı? Örneğin İstanbul gibi bir şehir için mega projelerin bu düşüşte payı nedir?
Barajlardaki doluluk oranlarında ve kullanılabilir su miktarlarındaki düşüşün asıl nedeni; geçen su yılında başlayan ve bu yıl da devam eden meteorolojik kuraklık. Geçen yıl tüm bölgelerimize bir önceki yıla nazaran ortalama yüzde 20 daha az yağış düştü. Covid-19 salgını geçen yıl boyunca su kullanımını yaklaşık yüzde 20 arttırdı. Bu, su yılının başlangıcı olan Ekim ayından itibaren meteorolojik kuraklığın sürmesi barajlardaki su seviyelerinin kritik seviyelere yaklaşmasını sağladı.
Ben Su Politikaları uzmanıyım. Kuraklığın su yönetimi üzerindeki etkilerini anlatabilirim. Ancak bazı iklimbilimciler geçen yıl bu kuraklığın yaşanabileceğini öngörmüşlerdi. Bazı iklimbilimciler de bu değişikliğin bir İklim Krizi değil iklimsel değişiklikler olduğunu ileri sürüyor. Ancak bir değişiklik yaşanıyor ve su yönetimini çok ciddi bir şekilde baskılıyor. Burası kesin.
TIKLAYIN - İstanbul'un suyu son 10 yılın 2. en düşük seviyesinde
İstanbul’da ormanların yok edilmesinin ve yoğun ve yüksek yapılaşmanın yerel iklim koşulları üzerinde etkili olduğunu belirten bilim insanları da var. Tüm bunların sonucunda su temini ve su yönetim planları olumsuz olarak etkileniyor.
"Tüm denge etkilenir"
Barajların doluluk oranı teknik bir terim gibi duruyor. İnsanlar bu düşüşten ne anlamalı? Hayatlarımıza yansıması nasıl olacak?
Daha önce de sözünü ettiğim gibi doluluk oranları su azlığı konusunda bir gösterge ama bizim daha çok bakmamız gereken şey barajlardaki kullanılabilir su miktarı olmalı. Doluluk oranı ve kullanılabilir su miktarındaki azalma kullanıcılara su temini konusunda bir tehlike olduğunu gösterir. Bu azalma sürerse bazı risklerin ortaya çıkabileceğini anlatır.
Bu durumda su yönetiminin hemen talep yönetimine geçip kullanılan su miktarını azaltmaya çalışması gerekir. Bu en hızlı ve maliyeti en az olan çözüm olur. Ancak bunun barajlar boşalmadan önce başlatılması gerekir. Baraj doluluk oranları kritik su alma seviyesine yaklaşırken su yönetimi su kesintisi ve dönüşümlü su temini tedbirine de başvurabilir.
Su tüm canlılar için yaşam kaynağı... Bu düşüş doğayı ve diğer canlıları nasıl etkiler?
Evet, su sadece insanların değil tüm canlıların yaşam kaynağı. Barajlarda su miktarındaki azalma meteorolojik kuraklığın bir sonucu. Yani barajların suyunun toplandığı bölgelere daha az yağış düşmesinin bir sonucu. Bu azalma ekolojik dengenin olumsuz etkilenmesine neden olur.
Ayrıca barajlardan doğal hayatın sürekliliği için nehirlere bırakılması gereken su da bırakılamadığı için biyolojik yaşamlar olumsuz etkilenir. Oradaki denge de bozulur. Su doğal çevrim dengesi içinde oluşur ve tüm dengelerin sürebilmesine önemli rol oynar. Su temini dengesi kuraklık ve aşırı yağışlar şeklinde bozulduğunda doğal çevremizin tüm dengeleri etkilenir.
"Su yönetimi için çalışılmalı"
Önümüzde duran su sorununa karşı bireysel olarak bizlerin yapabilecekleri ve yetkililerin atması gereken somut adımlar neler?
Bu su temini tehlikesi ve riski yaşadığımız günler, bize önce doğal dengeyi korumak gerektiğini hatırlatmalı. Sürdürülebilir bir su yönetiminde paydaşların yönetime katılımı esastır. Su yönetimi bu katılımcılığa her zaman olanak sağlamalıdır. Su yönetimi böyle dönemlerde hemen Talep Yönetimi stratejisine geçer. Bu strateji iki ayaklı olup bunlar “Talebi azaltma ve Su Teminini daha verimli kılma stratejileridir.
TIKLAYIN - "2020, son beş yılın en kurak yılı olabilir"
Bunlar arasında en hızla uygulanabilecek olan talebi azaltma olduğu için bizler günlük su kullanımımızı azaltarak su yönetimine çok büyük bir yardımda bulunabiliriz. Su yönetimi ise böyle dönemlerde riski yönetmeye hazırlıklı olmalıdır. Bu kapsamda orta erimli hedefleri arasına şebeke kayıplarının azaltılması, arıtılmış atık suların yeniden kullanımı, yenilenen yapılarda çift tesisatlı (içme ve kullanma suyu tesisatları) sisteme geçerek az kirlenmiş duş ve lavabo suyunun yeniden kullanılması, suyu daha verimli kullanan tesisatların teşvik edilmesi gibi tedbirleri almalıdır.
Su yönetimi özellikle büyük kentlerden başlayarak suyun verimli kullanımı konusunda toplumsal bilinç yaratmak için çalışmalıdır.
Tüm dünyada yenilikçi su yönetimi anlayışı, talep arttıkça su sağlamaya değil, mevcut suyu en verimli şekilde yönetmeye odaklanmaktadır. Bunun için yapay zeka, nesnelerin interneti, arttırılmış gerçeklik gibi dijital teknolojileri su yönetiminde etkin bir şekilde kullanmak için hazırlık yapmaktadır.
Raporlar ne diyor?* 2012 yılında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın birlikte hazırladığı "Türkiye'de İklim Değişikliği Risk Yönetimi Raporu"na göre Akdeniz Bölgesi'nin güney kuşağında yer alan Türkiye, tahmini iklim değişikliği etkilerine karşı oldukça savunmasız durumda. Dünya Bankası’nın (2009) raporuna göre, Türkiye, 21. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa ve Orta Asya bölgesinde aşırı iklim olaylarına en çok maruz kalacak 3. ülke olacak. * Birleşmiş Milletler (BM), Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve uluslararası örgütlerin küresel sıcaklık artışına ilişkin hazırladığı bir rapora göre, küresel su seviyeleri, Grönland ve Antarktika'da buzulların hızla erimesiyle artmaya devam ederken, 2050'ye kadar sel riski altındaki insan sayısının 1,6 milyara çıkması, 2,7 ila 3,2 milyardan fazla kişinin ise su kıtlığı ile karşı karşıya kalmasının bekleniyor. Rapor, iki milyardan fazla kişinin ciddi su sıkıntısı bulunan ülkelerde yaşadığını ve yaklaşık 4 milyar kişinin de yılın en az bir ayında su kıtlığıyla karşı karşıya kaldığını ortaya koyuyor. * TEMA Vakfı'na göre, bugün su varlığının en büyük kısmının (yüzde 74) gıda üretiminde kullanılıyor. Gıda üretimi için suya olan ihtiyaç her geçen gün artarken yapılan tahminlere göre gıda üretimi için 2050 yılında bu ihtiyacın bugünkü kullanıma oranla 3.5 kat artacak. * Greenpeace'e göre, Türkiye, bugün Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da hakim olan sıcak ve kurak iklim kuşağının etkisine girme riskine sahip. Bu risk gerçeğe dönüşürse zaten çölleşme tehlikesi bulunan özellikle İç Anadolu, Güney Doğu Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölgeleri gibi yarı kurak ve yarı nemli bölgelerinde tarım yapılamaz hale gelecek. |
(TP)