Son olarak, Sağlık Bakanlığı müsteşarı Necdet Ünüvar, yabancı doktorların Türkiye'de görev yapmalarıyla ilgili mevzuat değişikliğinin, AB'nin sağlık konusunda "olmazsa olmazları" arasında olduğunu söyledi.
Sağlık çalışanları örgütlerinin temsilcileriyse, bu savların sağlık sistemindeki çöküşü perdelemek için ortaya atıldığını, asıl sorunun sağlık sisteminin özelleştirilmesi, piyasaya terk edilmesi olduğunu söylüyor; koruyucu sağlık hizmetinin ortadan kaldırılmasına dikkat çekiyor.
bianet'e bilgi veren Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Üyesi Dr. Haluk Başçıl, " Sağlığı para kazanılacak bir alan olarak görüyorlar. Sağlık bir haktır. Hakkı kullanabilmek hakkın tanımı içindedir. Bunu hak olmaktan çıkarmaya çalışıyorlar" dedi.
İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy da, "Sağlık sisteminin sorunlarının sorumlusu olarak hekimleri gösteriyorlar. Bunu bütün iktidarlar yaptı. AKP iktidarı bunu profesyonel tarzda yapıyor" dedi.
Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Genel Başkanı Dr. Köksal Aydın'sa, tasarının sağlık alanındaki uluslararası sermaye gruplarına kapı açmak anlamına geleceğini, aynı zamanda şu an kaçak çalışan Türkiyeli olmayan, çoğu Asya ülkelerinden gelen hekimlerin durumunu yasallaştıracağını söyledi.
Gelir dağılımı eşitsizliği çözülmeden olmuyor
"Sağlığı sağlık hizmet sunumuyla çözemezsiniz" diyor Başçıl ve asıl yapılması gerekenin Türkiye'deki gelir dağılımını düzeltmek olduğunu söylüyor:
"İşsiz birinin, düzensiz geliri olanın, yeterince beslenemeyen, barınamayan birinin sağlıklı olması mümkün değil. Sosyal güvenlik politikaları ne kadar güçlüyse sağlık da o kadar fazla olur. Aynı zamanda masraflar da düşer. Asıl yapılacak iş gelir dağılımını düzeltmektir."
Gürsoy da, "yabancı doktor" tartışmasının asıl sağlık sorunlarını perdelemek için kullanıldığı görüşünde:
"Asıl sorun bugün görülüyor. 800 civarında devlet hastanesi ciddi ekonomik krizde; 63'ünün kapısına icra dayanmış durumda. İstifa eden başhekimler var. Bize göre, sağlıkta dönüşüm programı patinaj yapmaya başladı."
Köksal'sa, "Hükümet bunu bir blöf gibi kullanmaya çalışıyor" diyor.
"Ucuz işgücü tehdidiyle örgütlü sağlık emekçilerine gözdağı vermeye çalışıyor. Bir yandan da sağlık sisteminin sorunlarının faturası hekimlere çıkartılıyor."
Başçıl: Hekim açığı yok
Başçıl, Sağlık Bakanlığı'nın "50 bin hekim açığı var" açıklamasının gerçeği yansıtmadığını söylüyor; Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) rakamlarına dikkat çekiyor:
"DPT'nin sekizinci 5 Yıllık Kalkınma Planı, 2005'te hekim ihtiyacını 89 bin. Olarak öngörüyor. Sağlık Bakanlığı'ysa, 2004'te hekim sayısını 99 bin 304 olarak açıklıyor. Yılda 4-5 bin hekim mezun olduğunu hesaplarsanız, Türkiye'de hekim açığı olmadığını görürsünüz."
Sağlığın özelleştirilmesi küresel plan
Başçıl, "Hükümetin bu şekilde asıl sorundan uzaklaşmasına izin vermemek gerek" diyor.
"AKP sağlıktaki eşitsizliği kabul ediyor ve buna uygun bir sağlık sitemi öngörüyor. Başbakan 'ABD'den de Türki cumhuriyetlerden de doktor ithal edeceğim' diyor. ABD'den gelecek doktorları Doğu'ya gönderemeyecek."
Başçıl, sağlığın özelleştirilmesinin küresel bir plan oluşuna dikkat çekiyor:
"Sosyal güvenlik ve sağlık harcamalarının dünyadaki toplam bütçesi, 3 bin 800 milyar dolar. Bu, genelde, hep kamusal alandaydı. Şimdi ticarileştirilme politikası uygulanıyor. Sağlığı ticarileştirdiğinizde, tıbbi teknoloji, ilaç, hepsi dışarıdan geliyor. Sermaye grupları açısından son derece kârlı bir alan."
Gürsoy da, sağlıkta piyasa sisteminin bütününü, "ilaç ve teknoloji tüketimini körükleyen bir sistem" olarak tanımlıyor.
"Bu projeler de Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'ndan (DB) geliyor. Uluslararası destek kaynağı da bunlar. Türkiye'deki Sağlıkta Dönüşüm Programı, IMF, DB dosyalarıyla aynı dosyadır. Kaleme alanlar bile aynı kişiler."
Köksal ekliyor:
"Türkiye'de kamudan sağlığa aktarılan payın yüzde 86'sı özel sektöre aktarılıyor. Tüketime dönüşüyor."
Küresel özelleştirmenin Türkçesi: Sağlıkta Dönüşüm Programı
Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın, aslında bir IMF, DB programı olduğunu söyleyen Başçıl, "Buna daha önceki hükümetler döneminde hazırlık yapıldı. Ama en fütursuzca adımları AKP hükümeti atıyor; şablonu bire bir uygulamaya çalışıyor" diyor.
Başçıl, "yabancı doktor" konusunun da bir parçası olduğunu söylediği programın hedeflerini şöyle özetliyor:
* Sağlık ocakları kaldırılıyor, yerine aile hekimliği sistemi getiriliyor.
* Hastaneler ticari nitelik kazanıyor, sağlık işletmesi oluyor. Hastalar da müşteri.
* Sosyal güvenlik kurumlarıysa geri ödeme kurumları haline geliyor. Sağlık hak değil, herkesin gücüne göre alacağı bir hizmet haline geliyor.
Gürsoy'sa, özelleştirmelerle sağlıkta eşitsizliğin nasıl bağdaştığını bir örnekle anlatıyor:
Acil sağlık sorunu sadece Doğu'ya gitmeyen hekimlermiş gibi sunuluyor. Oysa Adıyaman'ın Kahta ilçesinde, devlet hastanesinde çalışan 4 uzman hekim, sağlık hizmetinin özel sağlık kuruluşlarından alınması mümkün olduktan sonra, devlet hastanesinin karşısına özel hastane açtılar.
"Sağlığı piyasaya teslim ederseniz, olacağı budur. Hekim daha iyi para kazanabileceği özel göreve geçiyor. Tıp piyasalaşır, özelleşirse, mecburi hizmet çelişkisinin altından kalkamazsınız."
Köksal, programla, insanların ancak ödedikleri primlerle sağlık hizmeti alabileceğini, bunun sağlık hizmetinin daha pahalı, kalitesinin daha düşük hale geleceğini, eşitsizliğin daha artacağını belirtiyor:
"Türkiye bu ekonomiyle bu gidişatı kaldıramaz. Ukrayna, Bulgaristan, Rusya'da bu yöntemler yüzünden ölümler gerçekleşiyor. Almanya'da da benzer bir model uygulanıyor ve Almanya ekonomisi bile bunu finanse etmekte çok zorlanıyor. Seçimlerde Schroeder'in yenilgisinin nedenlerinden biri budur."
Koruyucu sağlık hizmeti ortadan kaldırılıyor; salgınlar artacak
Doktorlar, özelleştirme programlarının ilk etkisinin koruyucu sağlık hizmetleri alanında görüldüğünü söylüyor ve uyarıyorlar:
"Salgınlar artmaya başladı; daha da artacak."
"Çağdaş sağlık anlayışı, hastayı değil, sağlam insanı hedefler" diyor Köksal, "ama" diye devam ediyor:
"Koruyucu sağlık hizmeti kâr getirmez; hasta sayısı azalacağı için de piyasanın işine gelmez."
"Sermaye kârlı alanları gözetir" diye ekliyor Başçıl:
"Kârlı olmaması, koruyucu sağlık hizmetini ikinci plana atar. Bu hizmeti ikinci plana attığınızda da hastalıklar artar, tedavi ihtiyacı artar; öte yandan tedaviye yönelik altyapı, teknoloji, ilaç harcamaları artar. Bu bir kısır döngüdür.
"Geçen sene Ankara'daki kolera, Malatya'daki ishal vakalarını anımsayın. Nedeni hep koruyucu sağlık hizmetlerinin eksikliğiydi. Önümüzdeki yaz dönemi de çeşitli salgın hastalıklara gebe."
Gürsoy da "Birinci basamak hekimliğe hep yüzde 2-3 oranında harcama yapılır. Bu programlarla, bu oran daha da aşağı düşecek" diyor.
Köksal: Sağlıkta kamu finansmanı şart
Köksal, sağlık sistemini sağlıklı hale getirmenin yolunun, kamu finansmanından geçtiğini vurguluyor:
"Sağlık yeniden kamu alanı olmalı. Vergilerle finanse edilmeli.
"Vergi toplama sistemi de adil hale gelmeli. Şu an vergi hep dolaylı vergilerden, yani ücretlilerden toplanıyor. Adil vergi sistemiyle, sağlığın bütçedeki payı yüzde 5-10 olabilir."
Geçen sene sonunda Ankara'da düzenledikleri Sağlık Kurultayı'nı anımsatan Köksal, "Hükümet istese yarından itibaren atılabilecek somut adımları gösterebiliriz. Sağlık sisteminin sorunları birkaç yıl içinde yüzde 90 oranında çözülür" diyor.
Köksal, kamusal sağlık politikalarının diğer bileşenleri de mümkün kılacağını söylüyor:
"Böylece, ilaç üretmek, altyapıyı düzeltmek, yani sağlık ocağı sayısını artırmak, eksik yatırımları tamamlamak, hastane açmak mümkün olacak.
"Ücretsiz ilaç dağıtmak, çalışan ücretlerini artırmak da öyle. Böylece, mecburi hizmete de ihtiyaç kalmaz." (TK)