Atıkların izlediği yolu takip etmeyiz biz. Yolumuz düşmez oralara. Bilmek istemeyiz çünkü. İki küçük kızın beş yıl arayla o kimsesiz toprağa gömüldüğünü bilmek, kararmış kemiklerin bir torbaya dolduruluşunu, boğulmuş ve kavrulmuş şekilsiz bedenin çıkarılışını da görmek istemezdik.
Akıldışı bir vahşetin hikayesi ya da uzak bir masal...
Gazetelerdeki fotoğraflarında yakıcı bir masumiyetle bakan gözlerin en son baktığı yüz aynı yüzdü. Fazla çaba harcamamıza gerek yok. O küçücük yüreklerinin ağzına kadar acı ve korkuyla dolduğunu hissedebiliriz. Issızlığın ortasında bedenlerini kazıyan, yerle bir eden hayvani parçayı, tam da çöplüğe yaraşır kesif dehşeti duyabiliriz.
İçimizde kıyametsi bir öfke peydahlanır. Harlanıp kömürleşen çıldırma anlarını neremizde taşıyabiliriz? Ama bizim için bu katran karası ölümler, ailelerin acıları, inanılması güç akıldışı bir vahşetin hikayesi ya da uzak bir masal gibi.
Çoğunluğunu çocukların oluşturduğu kalabalık üzerinde çelik yelek polis korumasındaki katili linç etmek isteyen kalabalık öldürenin ölmesini mi görmek istiyordu?
Muhtemelen görünüşte aynı dertlerle, sıkıntılarla ya da nadiren mutlulukla geçtikleri o sokaklarda sürüklemek belki de. Bilemiyorum. Ama mahkemede suçunu itiraf edip; "Çocukları gördüğümde arzu duyuyordum Dayanamıyordum. Kendimi frenlemek için bira içiyordum," diyen 'sapık katil', artık yok. Konulduğu tek kişilik hücrede kendini astı. Kendine zarar vermesin diye hiçbir şeyin konmadığı hücresinde üzerindeki fanilayla yaptı bunu.
Tecavüz edip boğduğu sonra da yaktığı çocukların cesetlerini görmek istememişti. "Vahşeti görmek istemiyorum," demişti. Sıradan kötülüğü sıradan hayatının karanlık köşesinde besleyip büyüten üç çocuk babası. Bir işyerinde tornacı. Ağzı salyalı çarpık bir canavar, dışarıdan, korkulası bir yabancı değil. Saldırılara karşı ailesinin koruma altına alınmasını isteyen biri. Ama işte bu sıradanlık her şeyi olduğundan daha gerçek kılan acıklı bir kılıf sanki. Pek çok katilin büründüğü bir kılıf.
O çocuklar nerededir, ne haldedir?
Geçen ay sekiz aylık bir operasyonla ortaya çıkarılan çocuk pornosu çetesinin ulaştığı 5 bine yakın çocuğun bir kısmına fiili livata ve cinsel baskı yapıldığı haberinin alt metninde de aynı sıradan kişiler vardı.
O çocuklar nerededir, ne haldedir? Bileniniz var mı? Var olmaları için, cisimlerini görmemiz için ölmeleri mi gerek? Hiçbir şeyi tatmamış çocuk bedenlerini arzulayan sapkınların tüm yaptıklarından sonra ölümü de arzuladığını bilmek, bu kaçınılmazlığı engellemek, onları yaşatmak gerek.
Suçun cezasının intihar olmasının içten içe dilenen ölümün onlar için özlenen bir kurtuluşu getireceğini, yapılanların sonuna kadar yargılanması gerektiğini savunmak gerek. 10 yıllık kısacık ömürlerinin sonunda aldıkları o kısacık nefesin ne kadar acı verici olduğunu bir ölüye hatırlatmanın imkansızlığıdır çaresiz boşluğu büyüten. Artık çok geç.
Çocuklara yapılanları ölümden çok önce yakalamak
Ve artık yan yana konmuş fotoğraflarında garip bir biçimde aynı şefkatli gülümsemeyi yakalamış iki çocuğun yüzünü aynı şefkatle okşayamayacak seven eller. Şuursuz günler ve daha çok gecelerde gelen apansız kabuslarda uyanıp gelecekler onlar, anne babalarının ellerini tutacaklar. Tarifi imkansız kötülük hep bizim dışımızda bir haber.
Hep başkalarının hayatına yakışan trajedilerin içine girip, aynı kabusları görmeden çocuklara yapılanları ölümden çok önce yakalamak saf bir temenni sadece.
Ama eğer diğerleri gibi unutursak o iki küçük kızı ve babaları ölü bir katilken ortalıkta can çekişen çocukları, sırasını bekleyenlerin de zamanı gelecek. Kaçırılan diğer çocukların yokluklarına yamanan umut sönecek. Unutursak, sahipsiz, kimsesiz hayaletlerle boğuşacak çok vaktimiz olur inanın. Sırf kemik, sırf yanmış bedenlerin, huzursuz, ebedi acıya mahkum çocukların hayaletleri. (TBÖ/EÖ)