Gazeteci Banu Güven, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Esra Arsan, Milliyet Gazetesi'nden Nuray Mert ve Özgür Gündem'den Filiz Koçali'nin konuşmacı olarak katıldığı "Dördüncü güç olarak medyanın savaş söylemi" paneli Aysel Kazıcı'nın moderatörlüğünde İstanbul Bilgi Üniversitesi Dolapdere kampüsünde yapıldı.
Bilgi Kültür ve Düşünce Topluluğu tarafından düzenlenen panelde dört kadın gazeteci, Kürt sorunundan hareketle medyadaki söylemi, toplumda yarattığı algıyı, haberlerin çarpıtılmasını ve gazeteciler üzerindeki baskıyı tartıştı.
Tamil Kaplanları "gerilla" ama PKK "terörist"
Panelin ilk konuşmacısı Banu Güven, toplum tarafından kabul gören ve otorite tarafından dikte edilen genel geçer söylemlerin haber merkezlerinde sorgulanmadığına değindi.
Habercilerin ve yöneticilerin bu sorgulamadan çekindiğini söyleyen Güven, ana akım medyada Abdullah Öcalan'dan bahsederken başına "terörist" ifadesini ekleme kabulünü örnek verdi.
Güven, "Sri Lanka'daki Tamil Kaplanları'na 'gerilla' diyebiliriz ama PKK'liler için diyemeyiz" dedi.
Gazetecilerin, kendi yaptıkları haberin diline sahip çıkmalarının öneminden bahseden Güven, "Yazdığıma dokunamazsın demeniz gerekir. Ancak kabul ediyorum ki bu zor" diye konuştu.
Güven ayrıca, tutuklu öğrencilerin davalarını üniversite öğrencilerinin izlemesinin ve duruşma günlerinde destek olmasının çok önemli olduğunu belirterek, "Beşiktaş Adliyesi'nin yanında üniversite var. Yaşıtlarınız içeride yargılanırken bu kadar duyarsız kalınmasına çok üzülüyorum. Orada olmalısınız" dedi.
Üç fobi vardı; biri kaldı
Esra Arsan konuşmasına, söyleyeceklerinin yalnızca ana akım medya için geçerli olduğunu, alternatif basını dışarıda tutarak konuşacağını belirterek başladı. Ve medyanın, devletin ideolojik aygıtlarından biri işlevi gördüğünü söyledi.
İrlandalı siyasetçi Edmund Burke'un 18. yüzyılda mecliste gazetecilere dönüp "dördüncü güç sizsiniz" demesiyle başlayan "dördüncü güç medya" tabirinin artık geçerli olmadığını söyleyen Arsan, "Artık beşinci güç var. O da dijital aktivizm ya da yurttaş gazeteciliği" dedi.
Arsan, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri devletin ve medyanın Türkifikasyon (Türkleştirme) için çabaladığını ve fobiler üzerinden ulus devlete birleştirici unsurlar bulduğunu söyledi.
Arsan, birleştirici unsurların siyasi İslam, Kürtler ve komünizm olduğunu, komünizmin zaman içinde listeden düştüğünü, 2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) iktidar olmasıyla geriye yalnızca Kürt fobisinin kaldığını ifade etti.
Türkiye gazeteciliğinin, Akdenizli gazetecilik özellikleri gösterdiğini belirten Arsan, "Belge, bulgu, rakama dayanmayan, daha çok yoruma yaslanan partizan bir tarz var" dedi.
Arsan, Avrupa ve Amerika'dan farklı olarak sözlü geleneğe yakın olan kültür nedeniyle yazılı basının tirajının az olduğunu ekledi.
"Kürt sorununun medyada işlenişi ilk zamanlardan beri problemliydi ama 'Çapulcular köy basıyor' noktasından 'iki silahlı gücün savaşı' kabulüne gelinmesi önemli" dedi.
"1990'larda TRT'nin yasaklı sözcükleri vardı. Kürt'e dağ köylüsü, Öcalan'a eli kanlı çocuk katili ya da terörist başı demek zorunluydu. Bu zorunlu sıfatlar Genelkurmay'dan yazılı gelirdi. Bu artık yok ama çarpıtmalar hala var. Habur'dan giriş yapan insanlar hakkında çıkan düşmanlık yayan haberleri düşünün. Şimdi tutuklanan binlerce KCK'lı (Kürdistan Topluluklar Birliği) hakkında üretilen algıya bakın."
Arsan, ana akım medyanın haber kaynaklarını da doğru seçmediğinin ve haber kaynağı repertuarının yetersiz olduğunun altını çizdi ve yetkin ya da uzman olmayan isimlerin önemli konular hakkında konuşmasının yanlışlığına değindi.
"Medya patronları Voltaire değil"
Arsan'dan sonra söz alan Nuray Mert, "Yalnızca yetkin kişiler bu konular hakkında konuşsa televizyonda konuşanların %98'inin, köşe yazarlarının da %90'ının gitmesi gerekirdi" dedi.
Mert, "Biz 'Hak verilmez alınır'la büyüdük. Siz insan haklarını bilerek ve bazı hakların vazgeçilmez olduğunu öğrenerek yetiştiniz. Ama yüzlerce yıl uğraşarak kazanılan haklar 10 yılda kaybedilebilir. Vazgeçilmez sandığınız her hak geri alınabilir. Siyasal mücadele olmadan kimse size özgürlük vermez; bedelini ödemelisiniz. Bu basın özgürlüğü için de geçerli. Bu uzun bir mücadele" dedi.
Mert ayrıca, özgürlük konusunda medya patronlarının suçlanmasını eleştirerek, "Medya patronları Ferrarisini satan bilge ya da Voltaire değil; niye benim fikirlerimi söylemem için çıkarlarından vazgeçsin? Bunu onlardan beklemeyin; mücadeleyi siz vereceksiniz" diye konuştu.
İktidarın entelektüel hegemonyası konusuna ilginç bir analiz yapan Mert, her iktidarın entelektüel hegemonya kurma isteği olduğunun ama mevcut iktidarın bu konuda fazladan bir güce sahip olduğunu belirtti.
Mert, aslında o hegemonyanın bir parçası olmadığı iddiasında olan sol aydınların da dolaylı yoldan o hegemonyanın parçası haline geldiğini söyleyerek, egemen söylemin baskısı altında kalmak istemeyen solun kendini ayrıştırmaya çalışırken yine de iktidarın kurduğu entelektüel hegemonyanın dâhilinde kaldığını anlattı.
"Sol, iktidarla arasına mesafe koymak istiyor ama sistem içinde de kalmak istiyor. Hegemonik dil, ona muhalefet edenleri de kapsıyor ve bu muhalefeti daha da daraltıyor. Bununla baş etmek çok zor ama anlamak çok önemli"
Toplantıdan sonra TV'ler BDP vekillerini çağırmaz oldu
Filiz Koçali ise, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gazete yöneticileriyle yaptığı "terör haberlerinin işlenişi" konulu basına kapalı basın toplantısından bahsetti ve o tarihten sonra televizyon kanalarının Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) milletvekillerini programlara çağırmadığına dikkat çekti.
Medyanın sürekli KCK hakkında konuştuğunu ama bu konuyu KCK'yle ilgili kişilerle ya da Kürtlerle konuşmak yerine emekli generallerle konuşmayı tercih ettiğini söyleyen Koçali, Batı'nın bölgede yaşananlardan habersiz olduğunu ve dolayısıyla orayı hiç tanımadığını söyledi.
Koçali, "Bölgeden doğru haberlerin gelmesi, dizilerde bile olsa bölgedeki yaşamın ve değişimin doğru aktarılması Batı'yı zenginleştirecektir" dedi.
PKK mı? PKK mi?
Soru cevap kısmında bir öğrenci, "PKK'yı KA diye söylersek milliyetçi, KE diye söylersek Kürt yanlısı mı oluyoruz? Doğrusu nedir?" diye sordu.
Arsan, "KA diye bir harf yok, harf KE diye okunur. Ama bu ideolojik bir ses haline getirildi. AK Parti, AKP ayrımı gibi. Ama ne A'yla söylediğinde milliyetçi, ne E'yle söylediğinde Kürtçü olursun. Önemli olan hangi cümlede kullandığın ve o cümlede ne söylediğin" dedi. (IC)