Bugün 22 Mart 2013.
Türkiye’nin Kürt fobisinden kurtulduğu ilk gün.
Dün Diyarbakır’ı gördünüz. Belki gözünüzün gördüğü en güzel şeydi, belki en acısı…
Ne olursa olsun…
Şimdi tüm acıları gömerek birbirimizin silahsız ellerini tutmak zorundayız.
Sihirli değneğe gerek yok. Öcalan, nasıl ki o kadar insanı ölüme ve öldürmeye ikna edebiliyorsa, barışa da ikna edebilir.
Bu ülkenin aydınları yıllardır “diyalog, diyalog, diyalog” dedi. Geri kalanlar, bıyık altından gülerken onlar dillerinde tüy bitene kadar tekrarladılar. Şimdi diyaloğun gücünü herkes gördü.
Hiçbir sorunun çözümü taraflardan birinin yok olmasıyla mümkün olmaz. Sorunu bitirmenin tek yolu, karşı tarafın politik gücünü kabul edip masaya davet etmektir. Ama çoğu zaman tarafları masaya davet ederek alınacak siyasi risk, savaşa gitmekten daha fazladır. Şimdi bu risk alındı ve bize şans olarak döndü.
Biber gazsız Nevroz deneyimi
21 Mart 2013’e ulaşmak hiç kolay olmadı.
Dün Diyarbakır’da olanların gerçekleşebilmesi için askeri vesayetin kırılmış olması gerekiyordu. Kırıldı.
PKK temsilcileriyle Türkiye Devleti görevlileri arasında yapılan müzakerenin açık açık yapılması gerekiyordu. Yapıldı.
Başına "terörist" eklemeden Abdullah Öcalan'dan bahsedilebilmesi gerekiyordu. Başarıldı.
Biber gazsız da Nevroz olabileceğini görmek gerekiyordu. Görüldü.
(Bunu da tarihe not düşelim: Demek ki yüz binlerce insan bir alanda toplanıp olaysız bir kutlama yapabiliyormuş! Belki de sorun o yüz binlerde değilmiş?)
Başka türlü olmazdı, hayata uymazdı
1 Ağustos 2011’i hatırlayın. Yüksek Askeri Şûra'nın (YAŞ) oturma düzeninin değiştiği günü. Recep Tayyip Erdoğan, 'U' şeklindeki masanın başında tek başınaydı.
Bu şu demekti: Askeri vesayet sona erdi. Demokratik ülkeler askerle değil, seçilmiş siyasetçilerle yönetilir.
Ama aynı zamanda şu demekti: Başbakan masanın başında tek başına oturacaksa, demokrasiyi de masanın en önemli konusu ve sorunu haline getirecek, gerekirse “baldıran zehiri” içmeyi göze alacaktı. Başka türlü olmazdı. Hayata uymazdı. Bunu da yaptı.
Biri “daha eşit” olmayacak
Artık cevaplar değişecek. Cevaplar, özne Türk olduğunda A, Kürt oluğunda Z olmayacak.
Biri “daha eşit” olmayacak.
Ve bunların karşılığında çocuklar artık "şehit" ve "gerilla" olarak anılmayacak.
“Kimse annesinin karnından gerilla doğmaz”
Geçtiğimiz yıl bir “şehit”in ağabeyi ve bir “gerilla”nın annesiyle röportaj yapmıştım.
İkisi de 1990'lı, 21 yaşındalar.
-dı.
İkisi de doğumlarından önce başlayan ve ''gönüllü'' ya da ''zorunlu'' katılmak zorunda kaldıkları "düşük yoğunluklu savaş"ta ölmüştü.
Biri Şırnak Beytüşşebap'ta, diğeri Hakkâri Çukurca'da.
Ebru Muhikancı'nın annesi Birgül Muhikancı, "Kimse annesinin karnından gerilla olarak doğmaz" demişti. Ebru, televizyonlarda "kimyasal silahla öldürüldüğü iddia edilen 24 terörist"ten biri olarak geçiyordu.
Sonra Onur Karakuş'un abisinin yanına gitmiştim. "Annem çok acı çekiyor. Onu zorlamayalım, benimle konuşun" demişti. Halit Karakuş, ölmeden bir gün önce Facebook sayfasına, "Beytüşşebap'tır burası. Batıda şafak sayanların değil, tezkereye bir gün kala şehit olanların yeridir" yazan kardeşi Onur Karakuş'u anlatmıştı.
Bu savaşın acısını en çok onlar çekti. Çocuklarını kaybedenler… Başka kimse değil.
Başkalarının fikrinin, sözünün, çözüm gördüklerinin bedelini onlar ödedi.
Görün o zaman hayat nasıl da güzel akacak
Belki bir süre daha birbirimizi anlamakta zorlanacağız, tökezleyeceğiz, kaş yapayım derken göz çıkaracağız. Fakat nihayetinde normalleşeceğiz.
O yüzden 21 Mart 2013’ü hiç unutmayın.
Bugünden sonra ödenecek hiçbir bedel hayat kadar büyük olmasın diye, şimdi hep birlikte “barış”ın içini doldurmalıyız. Yeni Anayasa süreci de doğru yürütülebilirse, Türkiye artık ölmeye değil yaşamaya hazır çocuklarla dolu olacak ve görün o zaman hayat nasıl da güzel akacak. (IC/HK)