Medya tepetaklak. Artık hiçbir gazeteci için "Ona bir şey olmaz" denemiyor.
İktidar değişimi yaşanıyor. Haber almaya ilişkin çok önemli bir kayma var.
Muhalifler gidiyor ama yeni bir muhalefet doğuyor.
Kısaca 2012 Türkiye medyasının durumu tekinsiz ve belirsiz.
İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Esra Arsan, "Gazeteci Gözüyle Sansür ve Otosansür" araştırmasıyla medya sansürünü ortaya koydu.
Ama daha çok soru var.
Ve onun, içinde bulunduğumuz koşulları anlamak için yeterli, ama umutsuzluğa düşmek için bir o kadar geçerli cevapları var.
20 yaşında bir gazeteci adayı, Nuray Mert'in Medya Tava'daki yazısını okuyunca ne hisseder?
Günümün büyük bölümü o 20 yaşındaki çocuklarla geçiyor. Yaşananların, gazetecilik öğrencileri üzerinde çok negatif bir etkisi oldu. Bir süredir "Hocam biz galiba yanlış bir alan seçtik" diyorlar. "Türkiye gazetecilik yapılabilen bir ülke değil. Çok fazla risk var. Biz ne yapacağız?" diye soruyorlar.
Medyadaki "iktidar değişimi"ni nereden başlatmalıyız?
Emin Çölaşan'la başladı. Takdir ederiz ya da etmeyiz, Emin Çölaşan Hürriyet'in çok önemli bir yazarıydı. Gazetenin kendini konumlandırdığı yere uyumlu bir yazardı ve gözden çıkarıldı.
Yani bugünü anlamak için 2007 seçimlerine mi döneceğiz?
Evet. 2007 seçimlerinden sonra medyanın üzerinde korkunç bir baskı oluştu. Aydın Doğan'a yapılan finansal yaptırımlarda bu iyice görünür oldu. Çölaşan'ı gözden çıkaran Ertuğrul Özkök de bir süre sonra gücünü kaybetti. Arkasından Doğan grubu içine Samanyolu, Zaman, Kanal 7 gibi İslami medya gruplarından, yönetici ve muhabir kadrolarına yerleştirmeler oldu.
Daha sonra süreç sistematik olarak mı ilerledi?
Bu süreç sistematikti. İlk olarak medyanın finansal yapısı zayıflatıldı. Para, hükümetle ilişkilerde açık bir şantaj unsuru olarak kullanıldı. Hükümete muhalif olan güçlü kalemleri ya da Uğur Dündar gibi televizyonun güçlü isimlerini tasfiye ettiler.
"Sonuç: haber kanalları haber yapmaktan vazgeçti"
Banu Güven'den Nuray Mert'e uzanan döngüyü de böyle mi yorumluyorsunuz?
Ece Temelkuran, Banu Güven, Mirgün Cabas, Ruşen Çakır, Nuray Mert ve daha pek çok gazetecinin, gazetecilik alanının dışına itilmesiyle iktidar değişimi devam ediyor.
Sistem nasıl işliyor sizce?
İsim vermeyeceğim ama bana anlatılanlar şöyle: Medya patronlarının diğer işleri, örneğin girdikleri kamu ihaleleri, tehdit unsuru olarak kullanılıyor ya da rahatlık sağlanıyor. Bankası varsa, banka şubelerini çoğaltma imkanı sağlanıyor ya da inşaat şirketi varsa ihalelerde kolaylık sağlanıyor.
Bu ilişki medyaya nasıl yansıyor?
Doğrudan sansür. Örneğin neden iktidarla ilgili hiç yolsuzluk haberi çıkmıyor? Çıkanların önü kesiliyor? Çünkü yazamazsın. Ankara'dan televizyon merkezlerine telefonlar geldiğini anlatıyorlardı. "Bugün A partisine bu kadar yer ayırdın bize neden ayırmadın? Bu haberi şu sözcüklerle verin, şunu görmeyin" gibi doğrudan bir baskı vardı. Bu işin çığrından çıktığı noktaydı.
Ne oldu?
Tematik haber kanalları, haber yapmaktan vazgeçti. Tartışma programlarının saatlerine, kadın programları ya da eğlence programları koymaya başladılar. Çiğdem Anad mesela, haber yapamayacağını anlayınca haberden çekildi; başka türlü programlar yapmaya başladı.
"Yeni muhalefet yaratılıyor"
Tamam, muhalifler tasfiye edildi; ama medyanın muhalefetsiz kalması mümkün değil. Yeni muhalefet nasıl yaratılıyor?
Anladığım kadarıyla şöyle: İktidarın kendi içinde kendi muhalefeti var. Farklı cemaatlerden gelenler kendi muhalefetini oluşturuyor. Fetullahçı vs AKP'ci gibi.
Yeni muhalife örnek verir misiniz?
Örneğin Emre Uslu. Bugüne kadar Adalet ve Kalkınma Partisi'ne (AKP) laf söyletmedi. MİT'le polis arasında bir çatışma olduğunda bir anda AKP'ye karşı tavır aldı. İstenen şey bu zaten. Kendi içlerinde bir muhalefet.
İktidarın içindeki parçalanmış yapılar medyaya hakim oluyor. Söz gelimi, "Star ve Yeni Şafak doğrudan AKP'ye destek veriyor" ama "Zaman cemaatin sesi" gibi. Normal şartlarda AKP'yi destekleyen ortak içerik yayınlayan, haberleri benzer şekilde kurgulayan gazeteciler, başka bir konuda aniden ayrılaşabiliyor.
"Muhalefet olacaksa onu da en iyi ben yaparım" düzeni mi yani?
Rasim Ozan Kütahyalı bir röportajında çok güzel anlatmış: "Yeni bir düzen var. Yeni Türkiye'de bu eski yazarlara gerek yok. Onların yerini biz alacağız" demiş.
Tam olarak nedir o "biz"?
Gerektiğinde hükümeti sonuna kadar destekleyen, cemaatine bağlı olarak ayrışma noktası gelince de, sınırların el verdiği ölçüde muhalefet eden gazeteci.
Yeni Türkiye'yi, AKP ekseninde, siyasal islami, muhafazakar, tüccar bir zihniyetle okuyan bir gazeteci grubu olacak. Bu çok net. Medya patronları da varlıklarını kaybetmemek için bu yeni düzene ayak uydurmaya çalışıyorlar.
"Yayın yönetmeni muhalif olursa, uzaklaştırılır"
Peki kim karşı çıkacak bu olanlara, genel yayın yönetmenleri ne yapabilir?
Hiçbir şey. Türkiye'de genel yayın yönetmenleri zaten medya gruplarının patronajıyla, dışarıda varolan kritik ilişkileri yumuşak bir şekilde çözebilecek insanlardan seçilir.
Elbette içlerinde çok iyi gazeteciler var. Mesela Milliyet'in başındaki Tayfun Devecioğlu iyi bir gazetecidir, muhabirlikten gelme kaliteli biridir. Ama yönetici, sistemin gerektiği şekilde oynamak durumundadır. Bu kritik bir seçim meselesi. Yöneticiliğinizin içinde muhalif konuma gelecek olursanız, oradan uzaklaştırılırsınız.
Örnek?
Umur Talu. Milliyet'i yönetti ve bir süre sonra onu çektiler. Çok iyi gazete yapar ama gazete yönetimi bir daha ona verilmedi.
"Ben muhabir ismi sorarım, onlar köşe yazarı söyler"
10 yıl önceki öğrencileriniz için ortam daha mı rahattı?
Gazetecilik bundan 10 yıl önce daha çekiciydi ama değişmeyen bir nokta var: Çocuklar, gazeteciliği kamera önünde star olmak ya da köşe yazarı olmak olarak görüyorlar.
Bu onların hatası mı?
Hayır. Bu, gazeteciliğin Türkiye'de kurgulanışının bir sonucu. "Bana beğendiğiniz bir muhabir adı verin" derim. Onlar bana köşe yazarı ismi söyler. O köşe yazarlarının mühim bir kısmının muhabirlik geçmişi yoktur. İngiltere'deki gazetecilik öğrencileri Robert Fisk'i ya da John Pilger'ı örnek alarak yetişir; bizimkiler köşe yazarlarını...
Kimi örnek alsalardı? Mesela sizin de çalışma arkadaşınız olan Ahmet Şık iyi bir gazeteciydi fakat...
Fakat hapiste. Şimdi gençler, Ahmet Şık'ı, Nedim Şener'i örnek alacaksa hapse girebileceğini de öğreniyor. Bu öğretiliyor.
Diğer taraftan, onları da Oda TV davasından sonra daha iyi tanıdılar. Öncesinde herkes Hasan Pulur'u bilirdi ama Nedim Şener'i bilemeyebilirdi. İyi muhabir olmak, kamuda tanınacaksın anlamına gelmiyor. Geçenlerde Medya Mahallesi'nde söylendi "Bir köşe yazarı kolay yetişmiyor" diye, bu biraz "Bir Burhan Altıntop kolay yetişmiyor"a döndü.
"Birand'ın yaptığı ne iş etiğine sığar, ne ahlaki değerlere"
Durum böyleyken öğrencilerinize ne söylüyorsunuz?
Artık gazetecilik, ana akım medyadan ibaret değil. Ben gençlere kendi medyalarını kurmalarını, yeni yollar üzerine düşünmelerini söylüyorum. Dünya değişiyor, para da buna uygun akmaya başlıyor. Buna olabildiğince çabuk ayak uydurmak gerek. bianet iyi bir örnek; özellikle son dönemde alternatif bir medya olarak ne kadar mühim bir işlev gördüğü daha iyi ortaya çıktı.
Teşekkürler. Peki Mehmet Ali Birand, Rıdvan Akar tartışmasını bir ders olarak işleseniz ne derdiniz?
Mehmet Ali Birand'ın dediği gibi "Ben patronum, ister ismini koyarım, ister koymam, sen benim paralı çalışanımsın" gibi bir bakış açısı olamaz. Bu ne iş etiğine sığar, ne ahlaki değerlere. Rıdvan Akar son derece kibar bir şekilde hakkını koruyor. Birand, onun adını yazmamak uğruna kendini bu duruma düşürdü. Şimdi herkes Birand'ı emek hırsızlığıyla suçluyor. Gazetecilik, bir hak arama mesleğidir ve insanın kendisinden başlar. Kendisi haksızlık yapan birinin başkasının hakkını arayabileceği konusunda herkesin kafasında şüphe uyanır.
"Medya dibe vuracak ve oradan yeniden doğacak"
Ben "Sen işini iyi yap, yeter"le büyüdüm ama hiç de öyle değil. Bu geçici bir dönem mi?
Kısa vadede hayır. Medya dibe vuracak ve oradan yeniden doğacak. Elbette her medya organında iyi ve kötüler var. Şu aralar kötülerin hakimiyetindeyiz ve halkın haber alma özgürlüğü engelleniyor. Ama Noam Chomsky'nin tanımladığı "medya adacıkları" hep var. Bu insanlar, onlara toslayanlara çok şey öğretebilir.
Nasıl yeniden doğacak medya?
Ancak ciddi bir örgütlenme ve daha kaliteli gazetecilerle mümkün. Fakat böyle yenilenmeler totaliter tek parti dönemlerinde olamaz, zıt koalisyonların kurduğu hükümetler medyaya daha özgür bir ortam sağlar. Böyle bir dönemde mümkün.
Unutmamam gereken üç altın kural söyler misiniz?
Cesur olacaksın. Atılmayı beklemeyeceksin. İstifa edebileceksin.
İşten çıkarılanların sonraki konuşmalarıyla ilgili ne diyorsunuz?
Öncesinde seslerini çıkarmayanların atıldıktan sonra sanki işten çıkarılan ilk gazeteci gibi davranmalarını yanlış buluyorum. Çünkü ondan önce yanındaki daha az ünlü meslektaşı atılmıştı zaten ve o susup yazısına devam etmişti. Gazetecilik birden kötü, birden pis olmadı. Yalnızca ertesi gün oldu ve onun başına da aynısı geldi.
Ne yapmak gerekirdi?
Gazetedeyken konuşmadıysan sonrasında da konuşmaman gerekir. İşten çıkarıldıktan sonra konuşarak, kahraman olunmaz. Görev başındayken de yapılan baskıları, yanlışları açıklama sorumluluğun vardı. Yapmadın, orada olmaya devam ettin. Bu bir seçimdir.
Siz hiç istifa ettiniz mi?
Nadire Mater, ben ve altı arkadaşımız Tempo Dergisi'nden tek bir arkadaşımızın (Atilla Akar) haberinin başlığı haksız yere, yanlış biçimde değiştirildiği için aynı gün istifa ettik. Ben hamileydim, bir süre işsiz kaldık ama hiç pişman olmadık. Şimdi geri dönüp baktığımda o gün istifa edenlerin hepsinin ahlak, sorumluluk ve hesap verebilirlik ölçeğinde gazetecilik yapmaya devam ettiğini görüyorum. Bunu yapabilecek gazetecilere ihtiyaç var. (IC)
* Esra Arsan'ın araştırması için linke tıklayın: Gazeteci Gözüyle Sansür ve Otosansür