Tam bir yıl önce hayatım birden değişti.
Aylık bir dergideki işimi pat diye bırakıp, ifade özgürlüğü editörü olarak bianet'e başladım.
İlk haber toplantısında, işlerin nasıl yürüdüğünü anlamak için önerilen haberleri not alıyordum. İkinci saat biterken, üçüncü sayfanın sonundaydım. Çiçek'in (Tahaoğlu) yanına gidip "Bu önerilen haberler ne zamana yapılacak?" diye sordum. Şaşkınlıkla yüzüme bakıp "Bugüne?" dedi.
Tüm ritmim, uyku düzenim, kafamın çalışma şekli, ilgilenmem gereken konular büyük bir kayma yaşadı. Röportaj yaptığım oyuncuların yerini savaşta öldürülenlerin yakınları, izlediğim moda haftalarının yerini Hrant Dink davaları, topuklu ayakkabılarımın yerini converselerim aldı.
bianet, günlük koşuşturmanın arasında bakmak istemediğiniz daha doğrusu "bilmezsem daha kolay yaşarım" dediğiniz ne ve kim varsa oydu.
Tarlabaşı'nda numara 29'un giriş katındaki küçücük evinden zorla çıkarılan Jirayr Bey'di.
33 yıldır cezaevindeki babasını göremeyen İlhan Canan'dı.
"Şehit" Onur'un ağabeyi, "gerilla" Ebru'nun annesiydi.
Ekşisözlük'te dekanı eleştirdiği için okuldan uzaklaştırılan Mikail Boz'du.
Cihan Kırmızıgül'ün puşisiydi.
Kaç kadın öldürüldüğünün çetelesi, hapisteki gazetecilerin mektubuydu.
Roboski'de öldürülenlerin sayısı değil, adı ve soyadıydı.
bianet, daha yolun başındayken bana bağımsız, çıkarsız, yalansız, abartısız, makyajsız haberciliği öğretti. Yalnızca "hak"kın tarafında olmanın -ne kadar zor olsa da- mümkün olduğunu, ancak bedelini ödemeyi göze aldığın sürece özgür olabileceğini gösterdi.
İçimden ve çok derinden gelen bir teşekkür etmek istiyorum.
Adaletli gözlerini, eşitlikçi kalbini, sesi çıkmayanın çığlığını duyan kulaklarını, güven veren sesini, haberi haber yapanı süzen bilgisini, bitmeyen enerjisini, heyecanını ve 40 yıllık tecrübesini bize incelikle aktaran, bir gazetecinin karşılaşabileceği en değerli insanlardan Nadire Mater,
Geç kaldığım her sabah koşarak içeri girdiğimde beni "kazandın!" diye karşılayan, stres değil sevgiyle iş yaptırmanın gurusu, dünyanın en çok çalışan ve en dayanıklı yayın yönetmeni Haluk Kalafat,
Asla bitmeyen sorularımızın bir tanesine bile cevap veremediği görülmeyen Mustafa Sütlaş nam-ı diğer The Google,
Günde üç kez bana aynı anlaşılmaz bakışlarla bakıp "Senin gibi bir insanı nasıl bu kadar sevebilirim?" diye söylenen, işçi haklarının yılmaz savunucusu, kentsel dönüşümcülerin korkulu rüyası, dünyanın en güzelliğinin farkında olmayan kadını Nilay Vardar,
Son aylarda uykularından hapisteki gazetecilerin isimlerini sayıklayarak uyandığından evliliğinde problemler yaşayan, "Bu ülkenin binlerce polisi ama bir tane Emel Gülcan'ı var. Yetişemiyorum" cümlesini literatüre kazandıran, Türkiye'nin tartışmasız en sağlam medya gözlem raporcusu Emel Gülcan,
Her güne Sözcü ve Habervaktim okuyarak başlamaktan alıkoyamadığımız, saat 12.00'yi gösterdiğinde not defterinde askerlikte yaşanan hak ihlalleriyle ilgili en az beş haberi hazır bulunan, "başkasının yüzünde patlayan tokadı kendi suratında hissedebilen" nadir insanlardan Ekin Karaca,
Tartışmalarımızda kimi zaman dramatik soprano seviyesine çıksak, kapıları çarpıp, mouse'ları fırlatsak da beş dakika sonra muzip bir gülümsemeyle bakıştığım, sonunda kadın hakları ve LGBTT'ler konusunda yaşamım boyunca sadık kalacağım bir duruş kazanmamı sağlayan Çiçek Tahaoğlu,
Son bir aydır mizacındaki ani değişimle sürekli gülümseyen birine dönüşen, ama öfkenin de neşe kadar yakıştığı ender kadınlardan, ilk geldiğimde uzmanlık alanının "toplu mezarlar" olduğunu sandığım ama artık yaptıklarının ne kadar önemli olduğunu anladığım iyi gazeteci Ayça Söylemez,
Yaptığı harika haberlerle çocukların gönlünde taht kuran, 8-15 yaş arası hayranlarının dertlerini telefonda sabırla dinleyen, Türkçedeki her bir sözcüğün doğru yazılışını bilen, TDK bia şubesi Yüce Yöney,
Muhtemelen hiç ulaşamayacağım rahatlığına, İrlanda aşkına ve telefon rehberinin kapsama alanına gıpta ettiğim, titiz çalışmasıyla bianet'in bianet olarak kalmasını sağlayan Özlem Dalkıran, (Sandığın kadar kıskanç bir insan değilim)
Her "Korcaaaaaaan" çığlığına hızır gibi yetişen, ne bozuksa anında düzelten süper IT'ci Korcan Uğur,
Gündüzleri beni "Hoş geldin artist" diye karşılayan, sabah neşem Leyla İşbilir,
Ve tüm mali işlerimizin başkanı Baran Gündoğdu,
Hepinize çok teşekkür ediyorum.
Burada çok eğlendim, değiştim ve büyüdüm. Ama bu meslekte hareket iyidir ve insanın her zaman kendini geliştirmesi gerekir. O yüzden bu ülkeye bir süre gözlerimi kapatıp dünyada neler oluyor diye bakmaya çıkıyorum.
Trene atlayıp 40 günde Çin'e gidiyorum. Dostoyevski'nin Saint Petersburg'unu, Moskova'nın güzel kadınlarını ve onlarla ilgilenmeyen tuhaf erkeklerini, elektrik ve su kullanmayan bir Moğol kabilesinin çadırında zamanın ne yavaşlıkta geçtiğini, bitmek bilmeyen yollarda sıkıntıdan ölmemenin 10 yöntemini, Çin'deki insanları birbirlerinden nasıl ayırt edeceğimi öğrenip döneceğim. (Sanırım son cümlede istemsiz bir ayrımcılık yaptım ama ifade özgürlüğümü kullanıyorum.)
bianet'e Sibirya Ekspresi'nden bildireceğim.
Görüşmek üzere.
Endişeli not: Ben ayrılıyorum diye iki gündür kutlama yapılıyor. Hediyeler, votka redbull'lar, sürpriz programlar birbirini kovalıyor. İçten içe seviniyorlar mı acaba diye şüpheleniyorum. (IC/YY)