- Dün akşam yaşanan sıcak bir gelişme var. Yüksek Seçim Kurulu, Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesine karar verdi...
Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin iptali ve onun yerine başka bir milletvekili seçilmesi gerektiğine dair karar, bir bütün olarak hukuk, siyaset, vicdan, ahlak, tarih gibi pek çok veriye dayanarak karar vermesi gereken bir kurumun, bunları atlayarak bir darbe yapması olarak görülmeli. Ben öyle görüyorum. Sıradan bir hukuki işlem sayılması bence olanaksız. Yargıtay'ın onama kararı da onun ardından gelen bu karar da, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku milletvekillerine karşı oluşturulmak istenen barikatlardan bir tanesi. Bununla ilgili olarak hukukçular elbette gereken işlemleri yapacaklar, ancak ben halkın vicdanının bunu kabul etmeyeceğini, başta Dicle'nin seçim bölgesi Diyarbakır'da olmak üzere bütün Blok milletvekillerinin bununla ilgili tutumlarını ortaya koyacağını biliyorum. Ortaya konacak tutum konusunda şimdiden kesin bir şey söyleyemesem de bir protesto tavrı alacağımızı biliyorum.
- Özellikle son yıllarda yasalarda yapılan bazı düzenlemelerle insanlar açısından tamamen meşru olan bazı talepleri savunmanın giderek daha fazla suçlaştırıldığını görüyoruz. Bunu en sert haliyle ve çok daha önceden beri Kürt politik mücadelesinde görüyoruz belki, ama onun dışında da, mesela hidroelektrik santrallerle ilgili, parasız eğitimle ilgili, geçici ve güvencesiz çalıştırmayla ilgili konularda savunulan taleplere de şiddetle karşılık verildiğini görüyoruz. Bu tür talepleri sokakta, meydanlarda savunmak için yapılan eylemlerin birçok kez terör suçları kapsamına alındığını, en hafifinden Hopa olayında olduğu gibi polise mukavemet, kamu malına zarar kapsamında değerlendirildiğini, tutuklamalar yapıldığını görüyoruz. 2011 seçim ortamı, 2007 ile karşılaştırdığında nasıl değerlendirilebilir?
2007-2011 arasında AKP tek parti rejimini konsolide etti ve şimdi de buna kuş kondurmaya hazırlanıyor. Gerçi bunun için gerekli parlamenter toplamı henüz elde edemedi, ama şimdiden hangi partiden kimi söküp kendi gruplarına monte edeceklerini planlamaya başlamışlardır. Özellikle 2009'dan itibaren toplumsal muhalefete yönelik, kriminalizasyon dediğimiz yöntem, tek parti rejimi için başlıca yöntem oldu. Geçmişte yargıçlar genellikle bu çerçevenin dışında kalırlardı, şimdi yargının da sürece eklenmesiyle hükümet, içişleri bakanlığı, emniyet, terörle mücadele dairesi, özel yetkili savcılar, özel yetkili ağır ceza mahkemeleri, hepsi bütün bir sistem olarak çalışıyor. Dolayısıyla polis fezlekesinin yargı kararı haline gelmesine yönelik bir süreç işliyor. Şu anda polisin yargının yerine geçtiği, yargının da polisin görüşlerine itibar ettiği yeni bir uygulamayla karşı karşıyayız. Pek çok platform, toplumsal muhalefet açısından, kullanılamaz ya da kullanılması için yüksek bedeller ödenmesi gereken platformlar haline geliyor. İletişim kanallarının tıkanması da cabası. İnternete getirilen yasaklar, internet sitelerinin üstünde bir hayalet gibi dolaşan polis kontrolü, hepsi bir arada ele alındığında muhalefet için hakikaten sokaktan başka anlamlı bir yol bırakılmıyor. Tabii sokağın da bu şartlarda kullanımının giderek sınırlandırıldığını, sıradan bir basın açıklamasının bile büyük bir çaba gerektiren bir faaliyet haline geldiğini not edelim. Ama ben eninde sonunda insanların kendi hakları için mücadele gücünün iade olduğunu görüyorum. Her yerde bu kısıtlamalara karşı güçlü atılımlar var. Dolayısıyla bizim grup aracılığıyla parlamentoya yansıyacak olan da budur. Önümüzdeki dönemde toplumsal mücadelelerin giderek ivme kazanacağı görüşündeyim.
- 2007'de güçbirliği adaylarına İstanbul'da aydınlardan gelen destekle karşılaştırıldığında bu seçimlerde Blok'a aydınlardan gelen destek hangi düzeyde oldu?
Bence çok daha yaygın bir aydın desteği var. Belki liberallerin desteği azaldı, ama aydınlardan gelen, özellikle yeni kuşak aydınlardan gelen desteğin çok büyüdüğünü söyleyebilirim. Belki şöyle söylemek doğru olur: Aktivistler ve aydınlar şu anda Blok'a ana muhalefet partisi rolü biçiyorlar. Ama siyaseti AKP'nin hegemonya alanında kurmaya kararlı olan, bundan nemalanmaya kararlı olanlar Blok'la 2007'de kurdukları ilişkiyi yenilemediler; bu taahhüdü kendiliklerinden bozdular. Bu, kayıp olarak görülebilir, ama bütün olarak baktığımızda ben her şeyin yerli yerine oturduğu bir süreç olarak gördüğümü söyleyebilirim.
- Blok için karar mekanizmaları ne olacak?
Karar mekanizması, parlamento grubu esasen. Öte yandan Demokratik Toplum Kongresi, işleyiş ilkeleri gereğince milletvekillerini kendi doğal üyesi sayıyor. DTK, sadece Kürt halkına, Kürt özgürlük hareketinin temsilcilerine değil, daha geniş bir toplumsal spektruma hitap eden bir danışma mekanizması; kendisi karar alıp icra eden değil de, icracı kurumlara tavsiyede bulunan bir heyet. Ben Blok'u meydana getiren güçlerin bir toplanma merkezi daha olması gerektiğini düşünüyorum. Seçimler öncesinde Emek, Demokrasi ve Özgürlük Cephesi adını verdiğimiz bir oluşumun inşası yolundaydık. Seçim sürecinde bu olduğu yerde kaldı ve bir seçim ittifakı örmekle ilgilendik. Ama şimdiden sonra kaldığımız yeri anlamlandırıp yeni bir hat çizmemiz lazım. Barış ve Demokrasi Partisi'nden gelen bir çatı partisi önerisi var. Bence de Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun siyasal bir örgüte kavuşturulması makul ve rasyonel.bir hamle olabilir. Burada bir tek hususa dikkat çekmek isterim. Bu çatı partisi meselesi, 2009'dan beri, şimdi Blok'u oluşturan bazı gruplarda ihtilaflı bir meseleydi. Sosyalist Demokrasi Partisi, Sosyalist Parti, biz [Sosyalist Emek Hareketi], Barış ve Demokrasi Partisi, emek eksenli bir program çerçevesinde Demokrasi için Birlik Hareketi adı altında sürdürdük çabaları. Bu çabalar da Cephe girişimi başlayınca bir doyum noktasına ulaştı. Bütün bunların bir değerlendirilmesinin yapılması lazım. Demiri tavında dövmek ve Meclis açılırken bu konularda bir çerçeveye ulaşmış olmak lazım. Ben şahsen Blok'un seçim bildirgesini ve onun etrafında oluşan yerel seçim açıklamalarını çok önemli belgeler olarak görüyorum. (ŞA)