* Fotoğraf: Erkan Baş, 12 Haziran’da Genç LGBTİ’nin hazırladığı LGBTİ+ Hakları Taahhütnamesi’ni imzalarken, Twitter.
HDP’nin İstanbul 1. Bölge üçüncü sıra adayı, son 10 yıldır önce Türkiye Komünist Partisi, ardından Birleşik Haziran Hareketi içindeki en önemli isimlerden biri olan Erkan Baş. Oluşum sürecindeki Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Kurucu Meclis üyesi Baş, 24 Haziran sürecinde HDP ile sosyalist hareket arasındaki güç birliğini değerlendirdi.
“Düzen güçleri Kürtleri siyasetin dışına itmeye çalıştı”
24 Haziran öncesinde sosyalist örgütlerle Kürt hareketi arasında Türkiye siyaseti tarihinde daha önce benzeri görülmemiş bir kenetlenme yaşandı. Bu durum, hangi koşullardan kaynaklanıyor?
Bütün sosyalistler bir araya geldiler, oturdular tartıştılar ve “Bu seçimlerde ittifak yapalım” dediler gibi olmadı. Tam tersine, daha seçim gündemde yokken, biz o zaman Birleşik Haziran Hareketi olarak bir çağrı yapmıştık sosyalistlere. 20’nin üzerinde sosyalist çevrenin katıldığı, iki-üç oturumluk, kapalı bir tartışma yapmıştık, sosyalistler seçimlerde ne yapmalı diye. Orada bir ortaklaşmaya varılamadı. Daha seçim gündemde değildi, sadece bir erken seçim bekleniyordu. Bir görüş birliği çıkmadı. Daha sonra biz bir değerlendirme yaptığımızda, “Sosyalist hareket birlikte bir şey yapabilecek olgunlukta değil” gibi bir yaklaşım gelişti. Sonra tabii süreç çok hızlı ilerledi. Biz birkaç saikle HDP’yle birlikte olma kararı aldık. Sonuçta seçim tablosu ortaya çıkmıştı. Bir baskın seçim olacak. Biz o zaman Türkiye İşçi Partisi’nin kurucu meclisinde tartıştık. Ne yapabiliriz, ne yapmalıyız diye. HDP’yle birlikte davranmanın ilk nedeni bizim için şu oldu: Cumhur İttifakı zaten vardı. Millet İttifakı oluşup HDP dışında bırakılınca bunun sadece HDP değil, Türkiye açısından problemli bir durum olduğunu saptadık. Sanki bütün düzen güçleri, bütün devlet güçleri HDP nezdinde Kürtleri siyaset alanının dışına itmeye çalışıyormuş gibi bir görüntü oluştu. Niyet nedir ne değildir ayrı bir tartışma, ama objektif olarak böyle bir görüntü ortaya çıktı. Fiilen seçim barajı sadece HDP’ye konulmuş oldu. Bu kabul edilebilir bir şey değildi. Bu noktada HDP’yle dayanışma içinde olmak gerekiyordu.
Türkiye hayal ettiğimiz ülke olacaksa, Türklerle Kürtlerin birlikteliğiyle olur”
Diğer nedenler ne?
İkincisi, en somutu Demirtaş özelinde görülüyor. Cezaevinde bir cumhurbaşkanı adayı olarak dünya tarihine geçmiş oldu. Ama sadece Demirtaş’la sınırlı değil; 7 Haziran’dan bu yana yoğunlaşarak iktidarın HDP’yi hedef aldığını görüyoruz. Neden hedef alıyor? Sonuçta iktidarın bir planı var, programı var. Bizim tam boy karşısında olduğumuz bir plan, program. HDP bunun önündeki büyük bir engel olarak gözüküyor. İktidar bunu bertaraf etmek istiyor. Bunun için kentler yakıldı yıkıldı, siyasetçiler tutuklandı, kayyumlar atandı. Her yol deneniyor. Burada da HDP’yle bir dayanışma ilişkisi kurmaya karar verdik... Üçüncüsü de, bizim başından bu yana, Türkiye’de kurtuluşun yoksulların, emekçilerin örgütlenmesiyle olacağına dair bir inancımız var. Bunun da, Türk ve Kürt emekçilerinin ortak mücadelesiyle olabileceğine dair temel bir yaklaşımımız var. HDP eliyle Kürt hareketi Türkiye’ye bir el uzattı aslında. Ve bu elin havada kalmaması gerekiyordu. Bunu sadece sosyalist hareketle Kürt hareketi arasındaki ilişki açısından söylemiyorum. Türkiye eğer hayal ettiğimiz o eşit, özgür, barış içindeki ülke olacaksa, bu ancak Türklerle Kürtlerin birlikteliğiyle mümkün olabilecek bir şey. Bunu belki de bir son şans, bir fırsat olarak gördük. Bizim açımızdan ittifakın ortaya çıkış koşulları böyle şekillendi.
“HDP bir tercihte bulundu”
Daha sonra HDP’den aday olmanıza giden süreç var...
Şunu her yerde büyük bir açıklıkla ifade ediyorum: Bizim açımızdan bu üç gerekçeyle HDP’ye oy vermek, oy istemek, seçim çalışmalarının ne kadar olabilirse bir parçası olmak kararı vardı. Ama bundan sonrası HDP’nin tasarrufu oldu. Bunu da özellikle vurgulamak istiyorum. HDP bir tercihte bulundu. Pekâlâ şunu yapabilirdi arkadaşlar: Oluşturdukları bir siyasi hat var, kendi kadroları var, kendi yürüyüşleri var, ki bunu aslında Türkiye’ye kabul ettirmiş durumdalar. Ama HDP dedi ki, “Biz bunula sınırlı bir pozisyon almayacağız. Tam tersine, bu iktidara karşı 15 yıldır mücadele eden tüm toplumsal kesimlerin temsilcilerini elimizden geldiğince HDP listelerinden aday yapmak istiyoruz.” Bu kapsamda bize de bir öneri getirdiler. Biz de bunu bir sorumluluk olarak gördük. Güzel olan, bunun başka sosyalist gruplar tarafından da benzer biçimde değerlendirilmesi oldu. Sonuçta ortaya çıkan tablo, gerçekten de Türkiye tarihinde pek eşine rastlanmayan bir tablo oldu. Çok geniş bir birliktelik oluşmuş oldu. Sanırım bu seçim sürecinde ortaya çıkan enerji biraz da bunula ilgili. Tabii bizim hiç hesaba katmadığımız, bizden bağımsız gelişen şeyler de var. Örneğin Muharrem İnce’nin yarattığı rüzgâr da aslında AKP’ye karşı birikmiş öfkenin başka bir kanaldan yönelimi gibi oldu. Bunlar da bir sinerji yaratıyor. Beraber yürümeseniz bile… Dolayısıyla bir hafta kala son derece umutlu bir şekilde gidiyoruz seçime doğru.
“En önemli sorunlardan biri, eşit yurttaşlık sorunu”
Güç birliği yapan ve seçime birlikte giden örgütler açısından ortak hedefler nedir?
Sadece HDP’yle bizim ortak hedefimiz değil, sanıyorum Türkiye’nin çoğunluğunun da ortak hedefi, bir an önce Türkiye’yi bu diktatörlükten kurtarmak. Saray rejimine son vermek. Bu son derece birleştirici bir şey açıkçası. Geride kalan 15 yılın ortaya çıkardığı bir bıkkınlık, arayış var. Hemen arkasından, bu iktidarın 15 yıldır yıktığı ülkenin inşası ve yaraların sarılması gibi bir görev var. Üçüncüsü de, yeni bir ülkenin kuruluşu. Tırnak içinde, “eski Türkiye”ye dönüş değil. AKP öncesi Türkiye çok güzeldi de biz o günleri özlüyor değiliz. Tam tersine, AKP’nin yarattığı yıkım kuşkusuz ağır, ama Türkiye geriye dönerek değil, ancak ileriye doğru adımlar atarak kurtuluşa gidebilir. Bu noktada tabii farklı görüşler ortaya çıkacaktır. Ama önemli olan bunların konuşulup tartışılabileceği bir düzlem. Somut talepler açısından bakarsak, bir kere bir eşitlik talebi var. Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri, eşit yurttaşlık sorunu. Türkiye’de açık ki Kürtlerle Türkler eşit değil. Aleviler ve Sünniler eşit değil. Kadınlarla erkekler eşit değil. En önemlisi, işçilerle patronlar eşit değil. Eşitlik, en büyük birleştirici hedeflerden biri. Özgürlük de böyle. Özgürlüğün son kırıntılarının da ortadan kaldırıldığı bir süreçteyiz. Gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin, siyasetçilerin, üniversite öğrencilerinin, binlerce kişinin tutuklu olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. Üçüncüsü, Türkiye’nin ciddi bir barış sorunu var. Bu iktidar döneminde Türkiye hem içeride hem dışarıda bir savaş ülkesi haline dönmüş durumda. Buna çok hızlı bir biçimde son vermek gerekiyor… Adalet özlemi var toplumun. Bu iktidarın her evresinde toplumun farklı kesimleri düşmanlaştırıldı ve adalet mekanizması aslında iktidarın geniş kesimleri baskı altına aldığı bir aygıta dönüştü. Bir de, toplumun huzura ihtiyacı var. En gencinden en yaşlısına kadar ciddi bir yarın kaygısı taşıyoruz. Geleceğe güvenle bakabilecek bir durumda değiliz. Bunlar en belirgin ortak talepler olarak ortaya çıkıyor. Ayrıca bu iktidar döneminde laikliğin ciddi bir aşınmaya uğradığını düşünüyorum. Türkiye AKP öncesinde gerçekten laik bir ülke değildi, ama AKP’yle beraber laikliğin son kırıntıları da ortadan kalktı. Bugün öyle bir düzen kurdular ki, yoksul çocuklarının imam hatipler dışında eğitim alabilme şansı kalmadı. Görece laik eğitimi sadece özel okullarda zenginlerin çocuklarına verir duruma getirdiler. Sanırım bunlar hepimizin üzerinde ortaklaşabileceği, bizi birleştiren temel talepler.
“Elindeki güce rağmen iktidar çoğunluğu yönetemiyor”
Seçim çalışmaları sırasında sahadaki izlenimleriniz ne?
İki şey bir arada var. Bir, çok ciddi bir öfke var. Herhalde dünya tarihinde çok az iktidara nasip olmuştur, halkın bu kadar geniş kesimlerinden bu kadar büyük bir öfke biriktirmek. Diğer taraftan da, bu defa insanlar seçimden çok umutlular. “Bu sefer başaracağız” havası hâkim. Bir de şu var… Bu da dünya tarihine Türkiye’nin katkısı olarak değerlendirilebilir. Şimdi 15 yıllık bir iktidardan söz ediyoruz. Elinde her tür güç var. Asker, polis gücü var. Yargıyı ele geçirmiş durumda. Bürokrasinin tüm kademelerini tutmuş durumda. Muazzam bir sermaye güçleri oluşmuş. Bütün bunlara rağmen iktidar toplumun büyük bir çoğunluğunu yönetemiyor. Dünyadaki diğer benzer örneklere baktığımızda, genel olarak toplum sindirilir, baskı altına alınır ve susar. Türkiye’de ise garip bir şekilde toplumun en az yarısı baskıya, şiddete, devlet terörüne rağmen teslim olmuyor. Ne yaparsa yapsın iktidarın Türkiye’yi istediği gibi yönetemeyeceğine, biçimlendiremeyeceğine dair zaten hissettiğim bir şey vardı, ama bu seçim çalışmaları sırasında biraz buna dokunabildiğimizi düşünüyorum. Gözümüzle görüyoruz, dinliyoruz. En heyecan verici tarafı bu. Ne olursa olsun Türkiye halkı bu iktidara teslim olmayacak. Seçimden falan da bağımsız olarak söylüyorum bunu. (ŞA)