Hükümet yetkililerinin Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Kürt sorununun çözümü çerçevesinde İmralı Cezaevi'nde bulunan PKK lideriyle görüşüldüğünü açıklamasının ardından sürece dair pek çok spekülasyon ortaya atıldı.
Ne var ki, yürütülen müzakere sürecinin sadece PKK'nin silah bırakmasına endeksli olduğu ifade edildi.
Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Büşra Ersanlı, Barış Meclisi'nden Hakan Tahmaz, araştırmacı yazar Cevdet Aşkın, Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ ve Gülten Kaya, İmralı'yla başlatılan diyalog sürecini, bu sürecin Kürt sorununun çözümü açısından olumlu ve yetersiz yönlerini bianet'e değerlendirdi.
Prof. Dr. Ersanlı, PKK'nin şiddet eylemlerine başlamasına neden olan sürecin incelenmeden görüşmeler hakkında "iyi olur-kötü olur" denmesinin anlamsızlığına dikkat çekerken, Tahmaz, iktidarın Öcalan'ı da PKK'yi de tanıyamadığını belirterek, Öcalan'ın sadece silahların bırakılmasına endeksli bir çözüme yanaşmayacağını ifade etti.
Aşkın, örgüt açısından Kürt sorunu çözülmeden silahların bırakılmayacağını dile getirirken, Kaya, sorunu çözmeye silah bıraktırma adımıyla başlanmasını sorunlu gördüğünü söylüyor.
Yrd. Doç. Dr. Üstündağ ise barış müzakereleri yerine silah bıraktırma müzakereleri konseptinin ortaya atıldığına dikkat çekiyor.
Ersanlı: Önce PKK'yi oluşturan koşullara bakmak lazım
Silahların bırakılması her zaman benim de talebim. Ancak tek başına bu Kürt sorununu çözmez. Ayrıca devletin görüşmelerinin de detaylarını bilmiyoruz. Bunun üstünde spekülasyon yapmayı doğru bulmuyorum.
Benim doğru bulduğum şey, ana dilde eğitim, savunma, ademi merkeziyetçiliğin Avrupa özerklik şartları çerçevesinde en azından taleplere onurlu bir biçimde karşılık verecek şekliyle ayarlanmasıdır.
Esas olan bunlardır. Öteki kısmın stratejisini hiç bilmediğim için üstünde analiz yapabileceğim bir şey değil.
Türkiye'de maalesef negatif ya da pozitif hiçbir oluşum nedenleri ve sonuçlarıyla ele alınmıyor. Sadece sonuçları alınıyor.
Kürt siyasal hareketinin 1980'lerde şiddete başvurmasının nedenleri, o zamanki durumunun nelere yol açtığını net olarak bilmeyip incelemediğimiz takdirde "Görüşmeler iyi olur, kötü olur" demek doğru değil.
Tahmaz: 1999'daki politikayı farklı ambalajla sunuyorlar
Temmuz 2011'de Oslo görüşmelerinin kesilmesinden sonra yeniden müzakerelerin başlaması sevindirici.
Oslo görüşmelerinden ne derece ders çıkarıldığına dair elimizde veri yok. Aksine bu sürecin sağlıklı değerlendirilmediğine dair çeşitli emareler var.
Erdoğan 27 Temmuz 2011'den sonra "Artık tolerans yok" demişti. Bir buçuk yıldır denenmeyen şiddet ve güvenlik eksenli bir şey kalmadı. Hatta daha önce denenmeyen yöntemler arandı. Mesela demokratik alanda siyaset yapanlar, onları destekleyen gazeteciler, avukatlar, akademisyenler, öğrenciler tutuklandı.
Hükümet Kürt sorununun ne olduğunu kavrayamıyor. Temel dertleri PKK'ye silah bıraktırmak. 1999'daki Öcalan'ın yakalanmasından sonraki devlet politikasını başka bir ambalaj içinde sunuyorlar. O zaman da biz Öcalan'ı nasıl kullanabiliriz diye düşünüyorlardı.
Devlet aklı 30 yıldır ne PKK'yi ne de Öcalan'ı tanımıyor. Sadece silahları bırakmaya endekslenmiş bir rolü Öcalan'ın kabul edeceğini düşünmek, bu hareketi de Öcalan'ı da değerlendirememektir. Öcalan böyle bir şeyi asla kabul etmeyecektir.
Sadece Öcalan'la müzakere yapılarak demokratik sonuç elde edilemez. AKP çözüm paketim var deyip kendisi netice alamaz. Çözüm projesini parlamentoda açıklaması ve birlikte hareket edilmesi lazım. Kimseyle paylaşmadan üç beş danışmanla bu işi yürütemezsiniz. Şiddetin devre dışı kalması için toplumsal ve sosyal zemin yaratılması gerekir.
Önümüzde seçimler var, anayasa gündemi var. Şimdi herkes acaba AKP yine süreci atlatmak için bunu kullanıyor mu diye düşünüyor. Bizim aklımıza geldikten sonra bu PKK'nin aklına gelmez mi?
Umarım AKP gerçekten Kürt sorununun çözümünü önceler ve bugüne kadar yaşananlardan ders alır.
Aşkın: 2012'den daha yoğun çatışmalar bekliyorum
Ankara'nın Öcalan ile PKK'nın silah bırakması için iki üç aydan beri görüşmeler yaptığına dair işaretler vardı. Devlet PKK'nın silahlarının acil olarak susturulması için taktik bir değişikliğe gitti.
Ortadoğu'daki gelişmeler özellikle de Suriye'nin kuzeyinde bir Kürt oluşumunun ortaya çıkması da bu taktik değişikliğini zorunlu hale getirdi.
Dikkat edilmesi gereken nokta girişimin Kürt sorununun çözümü için değil PKK'nın silah bırakması için olduğudur. Kürt sorununa nasıl bir çözüm düşünüldüğü ise belirsizdir. Örgüt açısından baktığımızda da Kürt sorunu çözüm yoluna girmeden silahların bırakılmayacağı açıktır.
Hele hele Suriye'nin kuzeyindeki Kürt oluşumunun statüsü netleşmeden bu işe yanaşacaklarını hiç sanmıyorum. Dolayısıyla kamuoyunda oluşturulan beklentilerin tersine 2013'de çatışmanın 2012'ye göre daha şiddetli olacağını düşünüyorum.
İmralı ile yapılan görüşmeler PKK ile mücadelenin bir parçası olarak yürütülüyor. Öcalan örgüt üzerinde tam denetime sahip olan kişidir. Kürt sorununun çözümünü kolaylaştıran bir rol oynayabileceğinden kuşku yoktur. Ancak sorun çok boyutludur ve her şeyden önce de bir anayasa meselesidir. Bu anlamda siyasi düzlemde BDP'nin devrede olması zorunludur.
Öte yandan KCK tutuklamaları hükümetin karşı tarafı sıkıştırma, hareketsiz hale getirme ve sürekli baskı altında tutarak ileri hamle yapmasını engelleme taktiğine karşılık geliyor. Bu taktiğe başvurulması bile aslında durumun hükümet açısından iç açıcı olmadığını gösteriyor.
Kaya: Önce öldürmeyeceksin, sonra dinleyeceksin
Bir önceki "açılım" sürecinde taşıdığım umudun daha güçlü olduğunu söyleyebilirim. Hükümetin bu ülkede aynı zamanda muktedir olması, sorunun çözümünü tarihsel olarak da kavramak ve çözmek zorunda olduğu anlayışına sahip olduğunu düşünüyordum. Şimdi dünya ve bölge adeta yeniden ve nerdeyse gizli paylaşım savaşlarının zemini haline getirilmişken, sadece hükümet ve Türkiye üzerinden bu umudu taşımakta zorlanıyorum. Konjonktürel gelişmelerden bağımsız düşünmek zor ancak öte yandan toplumlar tarihinin diyalektik gelişimi yasasından bakıldığında ise umut hep vardır ve olacaktır.
Şu nokta önemli; PKK'ye silah bıraktırmak asla tek başına çözüm olmayacaktır. Zaten sorunu böyle algılarsanız yolu yarılayamazsınız bile. Önce PKK'nin bir halkın kendisinin ve tüm tüm haklarının yok sayılmasının sonucu olduğunu kavrayarak işe başlamanız gerekir.
Başbakan Erdoğan, "terörle müzakere değil mücadele edilir" derken, şimdi Öcalan'la görüşüldüğünü söylüyor. Söylem düzeyinde de olsa bir "yaman çelişki" olduğu ortada. Silahı kime bıraktıracaksınız? "Terörist" diye tanımladığınıza! Doğallıkla, önce müzakere edeceğiniz muhatabı/muhatapları doğru saptamak zorundasınız. PKK'nin örgütlenme modeline bakıldığında muhatap değil muhatapların olduğunu görebilirsiniz.
Kaldı ki, PKK'yi artık sadece bir örgüt olarak bile algılayamayız. BDP/PKK tartışmalarında bir türlü anlaşılamayan ve/fakat çok önemli bir nokta bu. BDP mitinglerinde onbinlerce insanın aynı anda "PKK halktır, halk burada" sloganı attığını bu kadar güçlü bir istihbarata sahip hükümet duymaz mı? Duyduğuna göre, çözüm yolunda tüm taktik ve stratejik adımları bu realiteyi de dikkate alarak atmak zorunda.
Ayrıca Erdoğan "silahlar değil fikirler konuşsun" diyor. Bu ülke tarihinde fikirler konuşulabilseydi "Kürt Sorunu" diye tanımlanan sorun da bu noktalara gelmeyebilirdi. Fikirler demokrasilerde yeşerir, bu nedenle köklü demokrasi geleneğine sahip ülkelerde 2013 yılında konu/gündem başlığı asla silah değildir, olmaz da.
Tam da bu nedenledir ki sorunu çözmeye silah bıraktırma adımıyla başlanmasını sorunlu görüyorum. Önce "öldürmeyeceksin", sonra dinleyeceksin, sonra, sonrası gelir.
Üstündağ: Barış değil, silah bıraktırma müzakereleri
İmralı ile görüşmeleri olumlu buluyorum. Bu görüşmeler açlık grevlerinin sebep olduğu toplumsal hareketliliğin sonucunda oluştu. Bazı gazetelerde süreci Erdoğan'ın başlattığı, hükümetin barış için temaslara başladığı gibi ifadeler kullanılıyor. Oysaki görüşmeler cezaevindeki binlerce tutuklu ve onlara destek verenlerin iradesi karşısında hükümetin mecbur kalmasıyla başladı. Bu sebeple elbette görüşmeler bir kazanımdır.
Ancak barış müzakereleri yerine silah bıraktırma müzakereleri konseptinin ortaya atıldığını görüyoruz. Bu doğru yöntem değil. Silah bıraktırma bir amaç olarak tanımlandığında mesele gene "PKK sorununa" indirgenmiş oluyor.
Oysa ki toplumsal gereklilik bir geniş barış sürecinin başlaması. Bu barış sürecinin nasıl bir süreç olacağına dair dünyada geliştirilmiş bir sürü yöntem var. Keza Türkiye'de akademisyenler, sivil toplum örgütleri ve barış platformları bu sürecin nasıl bir süreç olması gerektiği konusunda geniş kapsamlı bilgi ürettiler.
Gene Kürt tarafında da somut öneriler var. Burada mesela hükümetin de kendi somut önerilerini ortaya atması, tartıştırmaya açması. Belki geniş konferanslar düzenlemesi, experlerden fikir alması ancak bunu şeffaf olarak yürütmesi. Silah bıraktırma aksi takdirde gerçekçi değil. Yani toplumsal barış inşa edilmeden Kürtler silahsız ne kadar güvende olacaklar? Hele hele Kürt sorunu gittikçe daha fazla Kürdistan meselesi olarak da tarif edilirken. Ben Kürt ve Türk halklarının eşit ve ortak yaşama iradesinin ve bunu mümkün kılacak kurumsal yapıların oluşturulması dışında barışa ulaşacak bir yol göremiyorum.
Bir kere Öcalan'ın tecrit koşullarında ne denli inisiyatif kullanacağını ve ne denli sağlıklı şekilde görüşmeleri yürütebileceğini bilmemekle beraber gene de Kürt hareketinin Başmüzakereci'si olduğunu hatırlayalım. Elbette Öcalan'la görüşmek barış için önemli adımların atılmasını sağlayacaktır. Ancak bu sürecin sağlıklı yürümesi için gene önde gelen gazetecilerin belirttiği gibi uygun olan ev hapsine çıkmasının sağlanması, açık ve net olarak muhatap alınacağının, iletişiminin garanti altına alınması gerekir.
Ayrıca sağlam bir barış planı çerçevesine tüm kesimlerin dahil edilmesi de elzemdir. Kimdir bu kesimler? Kandil, Avrupa. Öte yandan hükümetin hamasetsiz bir şekilde Türkiye'nin önde gelen STK ve kitle toplum örgütlerini, siyasi partileri de çağırarak gene belki uluslararası bir konferansla barışın ne demek olduğunu, nasıl yapıldığını anlatması gerekir ya da bunu yapacak kurumları oluşturması gerekir.
Niye biz Hakikatleri Araştırma Komisyonu diyoruz? Çünkü bu komisyonlar halka olayların bugüne kadar anlatıldığı gibi olmadığını söyleyerek ikna mekanizmalarını oluşturmaya da katkı sağlar. Yine yerel barış platformları oluşturulabilir.
Türkiye herhalde kan davası sebebiyle kültürel anlamda büyük düşmanlıkların ardından barışın nasıl yapıldığına dair ciddi folklorik bilgisi olan bir ülke. Bu bilgiyi mobilize edecek yerel kurumlar işe yarayabilir. Ve yine tabi ki Kürdistan realitesini komplekssiz bir şekilde tanıyacak atılımlar lazım. Şunu demek istiyorum: ciddi anlamda yeni bilgilerin sirküle etmesi lazım.
Fransa, İngiltere bugün hepsi eski sömürgelerinde verilmiş bağımsızlık savaşlarını esef etmeksizin kabul etmiş bu ülkeleri tanımış durumda. Türkiye'nin İngiltere veya Fransa'dan pek bir farkı yok. Fark, bugünkü konjonktürde Kürt ve Türklerin yüzyıllardır komşu topraklarda yaşayıp, aynı rejimlerle yönetilip, kimi zaman benzer ezilmelere ve felaketlere uğramalarından dolayı ortak yaşama iradesinin hala bir umut olma olasılığı. Ve ayrıca Kürt hareketinin ulus-devlet ile ilgili üretmiş olduğu ciddi eleştirel bilginin halihazırda ayrılma eğilimini gemlemesi.
Ayrıca Erdoğan'ın "silahlar değil fikirler konuşsun" derken silahla ilgisi olmayan aralarında siyasilerin, öğrencilerin, gazeteci ve akademisyenlerin bulunduğu binlerce kişinin tutuklu olması son derece ironik.
Başbakan'ın "fikir" dediği şey sadece kendisinin fikri. Yoksa fikrin zerresine tahammül gösterebiliyor olsaydı bugün başka yerlerde olurduk. Buna rağmen Türkiye'de asıl baskı altında olanlar fikirlerini söylemekten gene de çekinmiyor. Demokratik özerklik gibi ulus-devletin ve kapitalizm merkezli modernleşmenin sebep olduğu yıkımlara gene demokrasi içinde çözüm üretmeye yönelmiş bir fikir en fazla baskı görenler tarafından oluşturuldu ve tartışıldı.
Yani Başbakan her zaman olduğu gibi gene muhaliflerin AKP'yi tariflemek için dediklerini alıp ters yüz ediyor. Sonuçta anayasa bu şartlarda tartışılmaz, ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasaları kaldırın, yol temizliği yapın dendiğinde AKP ne yaptı?
Asıl fikrini söyleyemeyenler ne yazık ki AKP'liler ve onlara yanaşmış, onlardan nemalanan gazeteler. Başbakan'ın hezimetinden korkanların eğilip bükülmeleri sonucunda bu ülkede alternatif medya dışında medya kalmadı. (EKN)