Habur'dan geçen cuma günü giriş yaptım Kuzey Irak'a. Sınır kapısının üstünde, "Irak Kürdistan Bölgesi'ne hoş geldiniz" yazıyordu.
Irak bayrağı yoktu.
Kırmızı, beyaz, yeşil renklerle, ortasında sarı güneş figüründen oluşan Kürdistan yönetimi bayrağı dalgalanıyordu bir tek...
Dört yıllık bir aradan sonra ilk kez geliyorum bu topraklara. Son defa 2003 yılı kasım ayında Bağdat'tan dönerken buralarda bir süre sağa sola bakınarak Türkiye'ye dönmüştüm.
Kaç gündür dolaşıyorum.
Erbil, Kerkük, Süleymaniye, Selahattin...
Herkesin gözü kulağı Türkiye'de. Radyolarda, televizyonlarda birinci haber de, sonuncu haber de bizimle ilgili.
Türkiye operasyon yapacak mı?
Sınırlı mı olacak?
Yoksa büyük harekat mı?
Şantaj mı yapıyor Ankara?
Yoksa ciddi mi?
Ama konuştuğum herkes, "kritik bir hafta"ya girildiğinin çok iyi farkında. Onun için de tedirginlik atmosferi gitgide elle tutulur hale geliyor.
Ama bu arada bir nokta hemen her sohbetimde özellikle vurgulanıyor:
Operasyon çare değil!
"Türkiye kötü haber"
Ve şu izlenim şekilleniyor:
Halkta, sokaktaki adamın gözünde Türkiye gitgide kötü haber haline geliyor. Kürtlerin arasında Türkiye'ye karşı husumet duyguları yükselmeye başlamış...
Ne yazık ki öyle.
İzlenimlere hafta içinde devam edeceğim.
Köşemde önce Kuzey Irak'taki bir numaranın, Irak Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani'nin gazetemiz Milliyet'e pazar günü yaptığı açıklamalar yer alıyor.
Barzani'yle ilk kez 1993'te Dohuk'ta uzun bir görüşme yapmıştım. Son mülakatım ise dört yıl önce 2003'ün kasım ayında yine Selahattin'de gerçekleşmişti.
Bu sefer farklı olan, Selahattin'de ve Başkanlık Sarayı'nda güvenlik önlemlerinin olağanüstü sıkılaştırılmış olmasıydı.
Barzani'nin kartal yuvasını andıran karargahı ve Başkanlık Sarayı dağın tepesinde, Seri Reş'te.
İlginçti.
Büyük bir toplantı salonunun ortasındaki upuzun bir masaya karşılıklı olarak oturduk. Kürtçe, Türkçe ve İngilizce bilen dört çevirmen iki yanımıza sıralandılar.
Barzani'nin sağ yanında Başkanlık Divanı Başdanışmanı Dr. Fuat Hüseyin oturuyordu. Barzani arada bir ona danışıyor, onun önüne verdiği notlara göz atıyordu.
Namık Durukan birkaç kare fotoğraf ve görüntü aldıktan sonra dışarı çıktı.
Mesud Barzani, Celal Talabani'den biraz farklıdır. Pek güler yüzlü sayılmaz. Genellikle sıkar kendini. Samimiyetini, sıcaklığını ise ancak yüz çizgilerini gevşeterek belli eder. Gülmesi öyle kolay değildir.
"Türkiye'de yangın var!" diye söze girdim.
1 ayda 45 şehit!
PKK'ya karşı ne yapacaksınız diye sordum.
Barzani önce mesajlarını verdi.
Tırnak içindeki sözleri şöyleydi:
"Ben Türk milletinin dostuyum, düşmanı değil. Türk halkının, Türkiye'nin dostuyum."
"Kürtlerle Türkler kardeştir, öyle kalmalı ve yaşamalıdırlar."
"Aramızda düşmanlık olmamalı."
"Türkiye'nin güvenliği açısından biz Kürtler tehdit değiliz ve olmayız."
"Türkiye'nin de, bizim de ortak çıkarımız birlikte barış içinde yaşamaktır."
"Bize haksızlık yapılıyor. Biz öteden beri Türkiye'yle dostluk istiyoruz ve bunu hep gösterdik Türkiye'ye..."
"PKK silah bırakmalı"
"Onlarca defa söyledim, PKK silah bırakmalıdır diye... Silahın, şiddetin zamanı artık geçmiştir diye... Şimdi de söylüyorum. Silahın, şiddetin zamanı geçmiştir. PKK silah bırakmalıdır. Artık olması gereken barışçı yoldur."
"PKK ya şiddetten vazgeçecektir, ya da yalnız Türkiye'yi değil, bütün Kürt ulusunu karşısına alacaktır."
Mesajlarının özeti böyleydi.
Mesud Barzani, Türk kamuoyundaki yangının farkında olduğunu, bundan kaygı duyduğunu belirtiyor.
Şu sözler Barzani'nin:
"Türk kamuoyunda sorunun rotasını değiştirmek isteyenler var. Sanki sorunun nedeni bizmişiz gibi bir hava yaratılıyor. Bu doğru değil. Ben hayatım boyunca savaştım. Ama bir gün bile şiddete, teröre inanmadım. Hiçbir zaman da izin vermedim şiddete. Biliyorum askerler öldü, şehit oldu. Bundan dolayı duyduğumuz üzüntüyü acıyı hem kamuoyuna duyurduk hem de şehitlerin ailelerine. Acılarını paylaştık. Şimdi de PKK'nın rehin aldığı askerlerin serbest bırakılmasına çalışıyoruz."
Medyadan yakınıyor
Türk medyasındaki havadan yakınıyor Barzani. Hürriyet'in adını zikrediyor. Bu arada cebinden bir kağıt çıkarıyor, gözlüğünü taktıktan sonra Ertuğrul Özkök'ün adını okuyor.
Belli çok alınmış...
Sesinde sinirli titreşimler tepki veriyor:
"Beni yok etmek çözüm mü olacak?.. Sorunlar bitecek mi?.. Kabul edilemez bir üslup bu. Ben kardeşlikten yanayım. Barış ve dostluktan yanayım. Şiddete karşıyım. Ama halkımın haklarını da sonuna kadar savunurum. Bundan da korkmam. Kimseye boyun eğmem. Şantaj dilini, tehdit dilini sevmem, hiç sevmedim. Ben dostuyum Türkiye'nin. Ama değil Türkiye'den, kimseden de talimat almam."
Mesud Barzani, açıklamaları sırasında Türkiye'de 'askerin tutumu'nu da eleştirmekten geri kalmıyor. Türk kamuoyunun bu noktayı da sorgulaması gerektiğini söylüyor.
Sözlerinin özeti şöyle:
"PKK olayı ve saldırılar son birkaç ayın olayı değil ki. Sanki böyle bir hava yaratılıyor. Herkes sorsun kendine. Türk askeri 23 yıldır neden bitirmedi PKK'yı? Bu soruyu da sorun. Şimdi neden bu başarısızlık başkalarına havale ediliyor ki?.."
Barzani, PKK bahane gibi kullanılmakta demeye getiriyor.
Şöyle devam ediyor:
"Tecrübe gösterdi ki bu sorun, askeri yolla, savaşla çözülmüyor. Geçmişte yaşadık bunu. Askeri operasyonlar kaç defa yapıldı. Bir ikisine biz de katıldık, ne oldu? Yine sorun devam ediyor. Gelin nedenlerin üzerine yürüyelim. Nedenleri çözmeden, bir sonuç olan PKK'yı çözemeyiz. Yıllar bunu göstermedi mi? Kürt sorununu barışçı, demokratik yollardan çözmek için işbirliği yapalım. Kürt sorunu çözüldükçe PKK da biter."
Bir noktayı belirtiyorum:
"PKK'nın terör ve şiddeti, bir yandan derin acılara, kan ve gözyaşına yol açıyor. Ama aynı zamanda demokrasiyi sevmeyenlerin, hukuktan hoşlanmayanların ve Türkiye'nin AB yolunu kesmek ve ABD ile arasını açmak isteyenlerin de değirmenine su taşıyor. Bütün bunların size bir yararı var mı? Demokratik, AB yolunda bir komşu mu istiyorsunuz, yoksa tersi mi? Örneğin Baasçı bir Türkiye mi?"
Barzani, bu sorumu herhangi bir kuşkuya yer bırakmadan yanıtlıyor. Demokrasiyle yönetilen, AB yolunda ve Amerika'nın dostu bir Türkiye'yle komşu olmanın kendi çıkarlarına da olduğunu belirtiyor.
"Erdoğan iyi demeç veriyor"
Soruyorum yine:
"Peki, o zaman PKK'yı durdurmak için ne yapacaksınız? PKK, Türkiye'de Baasçıların elini güçlendiriyor."
PKK'nın silah ve şiddetten vazgeçmesi gerektiğini yineliyor, şöyle devam ediyor Barzani:
"Dökülen kandan elbette ki mutlu değiliz ve hiçbir zaman da mutlu olmayacağız. Kan dökülmesini durdurmak için elimizden geleni yaptık ve yapacağız. Bu çabamızdan da gurur duyacağız. Ama bu arada Türkiye de bir şeyler yapmalı demokrasi çerçevesinde barışçı çözüm için. Bazı adımlar atmalı. Bunların arasında af da düşünülmelidir, dağdakileri indirmek için... Başbakan Erdoğan'ı izliyorum. Bazen çok iyi demeçler veriyor Kürt meselesiyle ilgili, PKK'nın silah bırakıp dağdan inmesi için..."
"Muhatap almadan bir şey isteniyor"
Şöyle devam ediyor Barzani:
"PKK geçen yıl da ateşkes ilan etti. Biz de bunun için baskı yapmıştık. Asker ise böyle bir ateşkes ilan edilmemiş gibi davrandı, algısı bu oldu. Barışçı çözüm için bir niyet, bir siyasal irade olursa, yol açılır barışçı çözüme doğru..."
Barzani'nin bir eleştirisi daha var Ankara'ya yönelik:
"Benimle konuşmuyorsun Türkiye olarak. Beni muhatap almıyorsun. Benimle diyalog kurmuyorsun. Sonra da benden bir şey istiyorsun PKK'ya karşı... Bu nasıl iş?.. Bu arada biz de Türkiye'den güvence istiyoruz, bütün bu askeri önlemler bize karşı değildir diye..."
Mesud Barzani, anayasal olarak Irak'ın bir parçası olduklarını belirtiyor. TBMM'den çıkan tezkerenin bu noktayı göz ardı ettiğini söylüyor, soruyor:
"Türkiye'nin, Irak'ın Kürdistan bölgesine yönelik düşmanlığı nedir, söyler misiniz? Yoksa esas mesele PKK değil de biz miyiz Ankara'dakilerin gözünde?.."
Barzani'nin, Başbakan Erdoğan ve AKP ile asker arasında siyasal bir rekabetin varlığına inanan bir üslubu da var.
Anlaşılan o ki:
Hükümetin Kuzey Irak'ta operasyona çekilerek zayıflatılmak istendiğine ilişkin bir soru işaretinin çengeli Barzani'nin zihninde kıvrılıyor.
Bir saati aşan konuşmamızı şöyle bitiriyor Barzani: "Tekrar ediyorum. Ben Türk milletinin düşmanı değil, dostuyum. İşbirliği yapalım ve sorunun barışçı yollardan çözümü için kapıyı açalım. Bunun için, zemini hazırlamak için biz de buradan elimizden geleni yaparız."
Kapının önüne çıkıp bir de ayakta Namık Durukan'a son birkaç kare poz verdikten sonra Mesud Barzani'yle vedalaşıyoruz.
Bu topraklardan izlenim ve röportajlara devam edeceğim. Yarınki yazı başkent Bağdat'tan... (HC/TK)
Hasan Cemal'in yazısı, 30 Ekim 2007'de Milliyet'te yayınlandı.