Tezkere sonrası artan gerilim toplumun tüm kesimlerinde etkisini gösterirken olayların medyada işleniş biçimi farklı yorumlara zemin hazırlıyor. Ana akım medyanın tek sesliliği, pervasızca yapılıp sunulan savaş tellallığı ile halkın kan ve şiddetten yana olması güdümleniyor. Çatışma taraflarının bir hayli kutuplaştırıldığı, bir tarafın kesinlikle haklı ve doğru diğer tarafın ise kati suretle haksız ve yanlış gösterildiği ve hedef haline getirildiği yayınlar bilinçli bir milliyetçilik pompalaması ile aktarılıyor. Bu esnada izleyen konumundaki insanlar medyaya olan bağlılık ve güvenleri nedeniyle "doğru" kavramını ayırt etmekte zorlanıyor. Ortaya çıkan fotoğrafa batağımızda medyanın saldırılara zemin hazırladığı hatta tüm bu saldırıları gayet yerinde ve haklı bulduğu gerçeği çıkıyor. Taraflar arası barışı tamamen yok sayan bir sistematikle savaş için çabalayan bir etik söz konusu oluyor. Tam bu noktada barış gazeteciliği ve savaş gazeteciliği kavramlarının önemi ortaya çıkıyor. Gazeteciliğin taraf olmasından ziyade objektif olması, barış ve çözüm odaklı olması gerekliliğini savunan barış gazeteciliği yükselen gerilimin azalması için fazlasıyla önem teşkil ediyor... Erol Önderoğlu'ndan aldığımız görüşlerle medyanın savaşa yaklaşımı ve savaş-barış gazeteciliğini konuştuk.
Genellikle medya çatışmanın taraflarını aşırı bir şekilde kutuplaştırma eğiliminde. Bir taraf kesinlikle haklı ve doğru, diğer taraf kesinlikle haksız ve yanlış gibi gösteriliyor. Ve haksız taraf diğer tarafı insansızlaştırma eğilimine sürüklüyor. Bu noktada medya eriğinden bahseder misiniz?
Medyanın, çatışma haberleriyle ilgili de pekala geçerli olan görevlerinden ilki, insanları bilgilendirmektir. Çatışmanın bir tarafını Türk Silahlı Kuvveden diğer tarafını da bir yasadışı silahlı örgütün oluşturması bir şeyi değiştirmez. Medyanın gücü, her şeyden önce kendine özgürce belirlediği "tarafsız" duruşunda olmalıdır. Medya elbette ki, en ağır şekilde eleştirecektir. Ancak Hakkari Dağlıca'daki saldırıyla bağlayan sürecin haberleştirilmesinde bir kez daha tanıklık ettik ki, medya bilgi taşıyıcılığından ziyade "duygu taşıyıcılığı" yapıyor. Günlük telaşında bir okur olarak da siz, yeterince bilgilenip bilgilenmediğini dahi kendinize soramadan "savaş çıksın mı? Çıkmasın mı?" tercihiyle baş başa bırakılıyorsunuz. Diğer dönemlerde Kürt Sorunu'nu kendi reytingleri içerisinde uyutan, toplumsal barış denildiğinde bir iki demagojik haberi algılayan etkili gazete ve televizyonlar, çatışmalar yaşandığında ne kadar çabuk "savaş" kararını verebiliyorlar! İster istemez, dışarından aklımıza, "bizim bilmediğimiz bir şey mi var?" demek geliyor.
23 Ekim'de Milliyet gazetesi yazı işleri yetkilisinin, PKK'nin rehin aldığı sekiz askerin fotoğraflarını yayımlarken yer verdiği açıklama doğrusu iç acıtıcıydı. Ancak ülkemizin sansür ve oto-sansür gerçeğini de ortaya koyan çok iyi bir örnekti. "Yazı işleri olarak yayımlayalım-yayımlamayahm mı diye çok tartıştık. Sonuçta, halkımızın böyle bir fotoğraftan örgüte kanacak kadar basit şekilde düşünce içine düşmeyeceği sonucuna vardık" türünden uzun açıklama, aslında medyanın haber verme görevini tam anlamıyla kullanma konusundaki hakimiyetsizliğini gösterdi.
Sizce medyada barış gazeteciliği mi kullanılıyor savaş gazeteciliği mi?
Her sınır ötesi harekat söz konusu olduğunda medyanın ezici çoğunluğunun yeni bir oyuncak silah deneyen bir çocuk gibi heyecanlandığını görüyoruz. O halde sormak gerekiyor, savaşın sokaktaki insanın hayatına katacağı bir tazelik söz konusu olamıyorsa, tersine korkunç bir bilançoyu sırtında taşıyacağına göre, Kuzey Irak'a müdahale gibi büyük çaplı bir çatışmanın medyaya nasıl bir dönüşümü olabilir?
Barış gazeteciliği yapanların yıllardır nelerle karşı karşıya kaldığını biliyoruz, onlara bugünkü medya içerisinde ne denli küçük bir yer ayrılığını da... O vakit biz, hükümetin Dağlıca ile ilgili direttiği sansür kararının Danıştay'ca iptal edilmesini, yayınlara yönelik bir memnuniyet göstergesi olarak yorumlamak mıyız? Muhtemelen öyledir, çünkü herkes halinden memnun. Medyayı şiddetten uzak bir yayıncılık yapmaya, mümkün olduğunca tarafsız kalmayı Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi dışında başka kimler hatırlatıyor? Ne yazık ki, medyanın tamamına yakını, bu boyutla ilgilenmiyor. Meseleden o denli uzak görünüyoruz ki, haberciliği tartışmaya kalkışanlar yıllardır "PKK'li" olarak damgalanıyor, bu tavır eleştiriye gelmeyen büyük medya tarafından saldırı olarak kullanılıyor. Kendileri dışında bir PKK basını var, bağımsız ve alternatif bir habercilik olamaz, o kadar!
Medya saldırılara zemin hazırlayıp meşrulaştırıyor mu sizce? Fanatizmi hoş gören, dışımızdaki herkesi "düşman" hedefleyen bir medya mı var sizce?
Medyadaki bu savaş hevesi, bu yöndeki heyecanlı, kör ve meraksız habercilik onu, son süreçte olduğu gibi, savaşa razı bir kitle hazırlamada daha fazla zorlanmamasını sağlıyor. Bu yanıyla durağan, kısır, sansasyonel ve araştırmadan uzak bir habercilik, toplumu güdümlü bırakmak için daha uygun. Medya, toplumun genelinin savaş istediği şeklindeki yanıltıcı izlenimin arkasına daha fazla sığınmamalı.
Medya, toplumda Demokratik Toplum Partisi (DTP) dışında savaşa karşı olan kitle yokmuşçasına davranıyorlar. Televizyonların ana haber bültenlerinde askerlik şubelerine kaydolmak isteyen gençlerin "Ölmeye hazırız" şeklindeki söylemleri azami ölçüde işlenirken bir çatışmanın, barış için umutlanmaktan bitkin Güneydoğu ve diğer bölgelerdeki insanları daha nasıl etkileyebileceğini ne yazık ki öğrenemiyoruz. Savaşın maliyeti ne olacak? Çatışmalarla zaten riskli durumdaki ekonomiyi nasıl etkileyecek? Militarizm, şovenizm ve yolsuzluğa batmış bir toplum kendisine nasıl gelecek arayacak? Hayır, bunlardan haber alamazsınız!
Savaş haberleri ne düzeyde verilmeli? Gazetecilerin sorgulaması gereken temel şeyler nelerdir?
Savaş ve çatışma haberleri yansıtırken azami ölçüde tarafsız bir ton benimsemek zorunludur. Çatışan tarafların açıklamaları, büyük bir dikkatle ve araya mesafe konularak sunulmalı. Taraflara ilişkin haberler, doğrulatılamadıkça iddia olarak yayımlanmak.
Gazeteci, kamu yararı gördüğü ve halkın haber alma hakkını karşılayan her türlü bilgi ve habere yer vermelidir. Gazetecinin haberi taraflardan birinin moralini yükseltmek veya bozmak için yapılmaz. Haberci, "ırkçılık", "hakaret" ve "doğrudan şiddete tahrik"e bulaşmadığı sürece kimseyi kendi özgürlük alanına müdahale ettirmez. (TK)
bianet editörlerinden Erol Önderoğlu'yla yapılan röportaj 28 Ekim 2007'de Birgün gazetesinde yayınlandı.