Bu sezonun dikkat çeken ve izleyenlerin kalbine dokunan tiyatro oyunlarından biri olan Yıldız 14-19 Haziran tarihleri arasında Ankara’nın farklı parklarında sahnelenecek.
Oyunun yönetmeni Anıl Can Beydilli ve başrol performansıyla büyüleyen Mine Nur Şen ile bir araya gelerek, Yıldız üzerine, tiyatro yaratım süreçlerine ve Türkiye’nin güncel tiyatro ve kültür-sanat ortamına dair samimi bir sohbet gerçekleştirdik.
Ankara’da 31. oyunuyla seyirci karşısına çıkacak olan ve prömiyerini geçtiğimiz ekim ayında yapan oyun, Mine’nin performansı ile XXV. Direklerarası Seyirci Ödülleri Tek Kişilik Performans Ödülünü aldı ve 27. Yapı Kredi Afife Tiyatro Ödülleri’nde “Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı” ödülüne aday gösterildi.
Ekip, oyunun en başından beri İstanbul’un tiyatro merkezlerinin dışına çıkıp daha geniş kitlelere ulaşma hayalini taşıdığını belirtiyor. Bu hayal, kolektifin kararlılığı ve Ankara Büyükşehir belediyesi, Ankara Kültür ve EvAnkara’nın işbirliği ile gerçekleşen Ankara turnesiyle somutlaşıyor.
Oyun şu soruyla yola çıkıyor: Beş kişilik bir ailede yaşayan bir muhabbet kuşu evden kaçarsa neler olur?
Oyunu bilmeyenler için Tiyatrolar.com’daki özetinden:
“Yıldız. Beş kişilik bir ailede yaşayan bir muhabbet kuşu. Limonlu salatalığı, Bilge’yle tuvalette kitap okumayı, Serap’ın Hamdi’ye bağırmasını, Ela ağlayınca omzuna konmayı ve Ece’nin mor ayakkabılarının içine saklanmayı çok seviyor. Bir gün evden kaçtı. Bu bir çırpıda keşfedilemeyecek kadar geniş dünyadan bir sürü şey öğrendi. Buna büyümek deniyormuş meğer. Bir de şimdi gelmiş hepsini bize anlatıyor. Bir parka tünemiş, gelene geçene sesleniyor.
“Kaybolmak için mi gittin, bulunmak için mi?
Bulmak için.
Ama nereyi, bilmiyorum.”
Mutlu insanlar nerede yaşar? Peki mutlu kuşlar nerede yaşar? Mutlu bir Yıldız nerede yaşar?”
Künye:
- Yazar: Deniz Dursun
- Yönetmen: Anıl Can Beydilli
- Oynayan: Mine Nur Şen
- Yapım: “artalan kolektif”
- Yaratıcı Yapımcı: Aslı Candaş
- Dramaturg: Yaşam Özlem Gülseven
- Yardımcı Yönetmen: Elif Tekinyer
- Işık Tasarımı: Yasin Gültepe
- Müzik Tasarımı: Gülin Kılıçay
- Hareket Tasarımı: Gülnara Golovina
- Kostüm Tasarımı: Cansu Demirci
- Dekor Tasarımı: Mine Nur Şen - Anıl Can Beydilli
- Fotoğraf & Video: Veli Furkan Güneş
- Işık Operatörü: Bekir Berk Kozanhan
- Afiş Tasarımı: Aslı Candaş – Yaşam Özlem Gülseven
Oyunun nasıl ortaya çıktığını size tekrar anlattırmak istemiyorum. Oyunun zaman içerisinde gelişimi ve değişimi konuşalım isterseniz.
Anıl Can Beydilli: Oyun çıktıktan sonra yapısal olarak çok fazla şey değişmedi. Sadece birkaç reji müdahalesi oldu çünkü oyun çıkana kadar zaten çok açık prova yaparak çalıştık. Oyun çıkmadan önce birçok şeyi sürekli değiştiriyorduk, bizi izleyenler geri bildirim veriyorlardı.
Mine Nur Şen: Sanırım değişen şey daha çok seyirciyle kurduğumuz ilişki oldu. Zamanla seyircinin oyundaki varlığı benim için daha belirgin hale geldi ve var olan durumla birlikte hareket edebilmeye başladım. Gitgide rahatladım, görev bilincinden uzaklaştıkça da daha çok keyif almaya başladım.
Anıl: Genelde oyunlarda oyuncular oyunu, karakteri ve hikayeyi çok iyi kavrıyorlar. Ama oyun seyirciyle buluştuktan sonra başka şeyleri fark etmeye başlıyorlar. Bazı anları bu şekilde keşfediyorlar çünkü seyircinin tepkisi ile—diyeceğim ama sadece gülmek yada gülmemek, fiziki bir reaksiyondan bahsetmiyorum—bir enerjiyle karşılaşıyorlar ve o enerji onlara bir şeyleri fark ettiriyor. Oynadıkça bazı boşluklar buluyor, o boşlukları değerlendirmeye başlıyorlar.
Bazı şeyleri daha fazla yapıyor, bazılarını daha az yapıyorlar. Bazen yönetmen olarak siz oyuncuyu bir şeye ikna edemiyorsunuz ama seyirci edebiliyor. Çünkü neyin nasıl çalıştığını oyuncu oynayarak daha iyi anlıyor. O yüzden oyun çıktıktan sonra, hani ilk on oyun falan beraber üzerinden geçiyoruz, ama ondan sonrasında oyuncu kendisi de anlıyor. Birçok oyuncu arkadaşım böyle aktarıyor. Mesela yüzüncü oyunda şunu anladım falan, çok oluyor. Zaten tiyatroyu canlı kılan da bu bence. Bir şeyleri fark etmeye, keşfetmeye hâlâ açık olmak, hem keyif almayı hem de haz duymayı artırıyor.
Prova süreçlerine ve yapım aşamasına dair bir günlük ya da blog tutuyor musunuz?
Anıl: Aslında bir sürü şeyin kaydı var bence, ama senin bahsettiğin gibi tutmuyoruz.Her provadan çıkan reji notları oluyor. Bazı günler aynı gün içinde on tane radikal karar aldığımız oluyor. Bir hareketten vazgeçip yeni bir şey ekliyor, sonra eklediğimizden vazgeçip prömiyerden üç prova öncesinde başka bir şey getiriyorduk.
Mine: Yardımcı yönetmenimiz Elif Tekinyer’in çok güzel bir prova notları arşivi var. Geriye dönüp baktığımızda süreci çok iyi yansıtıyor bence. Genelde provalardan sonra eve gidip o notlara geri dönüp baktığımda, denediğimiz çoğu şeyin sahnede kalmadığını fark ediyordum. Başta bir şey denemişiz, sonra başka bir şey, sonra tekrar farklı bir şey... Provanın sonunda hepsinden vazgeçmişiz ama. Varsayalım, 10 gün sonra Anıl geçmişten bir şeyi tekrar gündeme getiriyordu ve zamanında deneyip vazgeçtiğimiz şeyler bir anda oyunun farklı bir yeri için çok anlamlı hale geliyordu. Prova notları ve süreci esnek tutup denemeye devam etmemiz karmaşık olan birçok şeyi zamanla bütünlüklü bir halde görmemizi sağladı.

Ne kadar sürede bir oyun tamamlanıyor ya da siz kendinize ne kadar süre veriyorsunuz? Bu oyun için ne kadardı bu süre?
Anıl: Oyundan oyuna değişir. Biz bu oyunu üç ay çalıştık, ama onun öncesinde bir buçuk-iki buçuk ay kadar metin üzerinde çalıştık. Bir oyunun neye ihtiyacı olduğu değişebiliyor. Mesela bu oyunda, metnin sahnede denenip dönüştürüleceği şeyler belliydi, ama yine de öngörülemez tarafları vardı. Biz üç aylık bir süre planlamıştık. Mesela bir oyunda hareket tasarımı ya da koreografi olacaksa, ayrıca çalışılması gerekiyor, o da süreyi etkiler. Süre oyunun gereksinimlerine göre değişiyor. Tarih koymak, prömiyer tarihini belirlemek önemli. İnsan herhalde ancak öyle çalışıyor. Belki Türklükle de alakalı olabilir, bilmiyorum. Bir tarih koyunca, (gülüyor), bir ay sonraya da koysan oyun çıkıyor.
Mine: Oyuna başlarken prömiyer tarihini belirlemek önemli bence. Bazı işlerin kendi sürecine ve zamanına ihtiyacı olabilir elbette.. Ama ben sanırım sürecin planlı olduğu çalışma düzenine daha uygun biriyim.
Anıl: Prömiyer tarihini belirlemek güzel bir motivasyon oluyor. Oyuncular ve ekip birbirini tanımıyorsa ilk iki-üç hafta kabasıyla sahne çalışıyoruz. Bu birbirimizi görmemizi sağlıyor. Oyuncular nasıl çalışıyor, neler onları yaratıcı olarak tetikliyor, birlikte nasıl bir dil kurabiliyoruz bunları deneyimliyoruz. Provayı dörde böleceksek, ilk dörtte birinde sahne çalışıyoruz ama bir yandan da görüyoruz ne oluyor, ne bitiyor. İkinci dörtte biri malzeme üretmek; ne için kullanacağımız önemli değil, belki kullanmayacağız da ama malzeme üretmek biraz da eğlenmeye sebep oluyor. Yaratıcı olarak tetikleyen bir şey oluyor. Üçüncü bölüm, işte o malzemeleri bir kompozisyon haline getirmek; dördüncü bölüm ise o kompozisyonu iyice keskinleştirip tasarımlarla birleştirmek gibi. Benim kafamda böyle bir yapı var.
Eğlenmekte bu işin yani önemli parçası sanıyorum.
Anıl: Tabi. Ekip provalarda bana çok kızıyordu. “Anıl şaka yapma, artık oyuna şaka eklemeyelim” diye. Çünkü atacağız onları, belli.
Mine: (Gülüyor) Evet, evet. Ya da sadece kendisi eğlenmek için şaka ekleyip birkaç prova sonra eklediği şakaları atıyordu.
Bir tanesini anlatmak ister misiniz?
Anıl: İzleyenlerin bileceği üzere, Yıldız oyunda esnafla bir ilişki kuruyor. O sahne için dedim ki, “esnaf Yıldız’a şarkı söyletsin,” ve oyunda Galatasaray-Fenerbahçe muhabbeti var o dönem, birileri sinir oluyor tabi. Orada “Icardi’nin aşkın olayım”ını söyle dedim.
Mine: Biz bir süre Yıldız’ın Esnaflara “aşkın olayım”ı söylemesi için bir sekans yaratmaya çalıştık. Çeşit çeşit haller denedik. “Uzun zamandır aynı şarkıyı söylüyor, şarkıyı söylemekten bıkmış, o da söylemeyi seviyor, fenerbahçelileri gıcık etmek üzere söylüyor vs.” gibi koşullar koyduk. Bunun bir gündem olmasına çok gülüyorum. Ben de ilk başta çok eğlenmiştim bu denemelerde. Ama bir süre sonra baktım sadece Anıl ve ben eğleniyoruz. Ekipteki herkes çok rahatsız durumdan ve ne zaman atılacak diye bekliyor. Bir süre sonra ben de ekipten etkilendim tabi. Herkes utanarak izleyince sizi, siz de yaptığınız şeyden utanmaya başlıyorsunuz.
Anıl: İnadına atmadım bu şakayı uzun bir süre ve herkes telaşla her provanın başında “Anıl, akış alıyoruz, kalacak mı bu sahne?” diye soruyordu. Mine de “ gerçekten yapacak mıyım?” diye soruyor. Ankara’dan dramaturgumuz Yaşam geldiğinde ekipteki herkes Yaşam’la “Şu işi çöz artık” diye konuştu. Prömiyere yakın bir zamanda “Tamam, atacağım,” dedim ama çok uzun bir süre tuttuk bu şakayı. Ama onu tutmanın güzelliği şuydu: Sanki tek sorun oymuş gibi, herkes ona odaklanıyordu, ben diğer sorunlara odaklanabildim. (Gülüyorlar)

Artistik yaratım sürecinde tekrar tekrar başvurduğunuz kaynaklar nelerdi bu oyun için? Arka planda bir okuma listesi ya da işte bir metot, bir teknik kullandınız mı?
Anıl: Ben provadan önce oyunun kavramlarını tartışmaya, o kavramlardan yola çıkarak insanların kendi okumalarını yapıp getirip anlatmalarını sağlamaya çalışıyorum.
Mine: Bence bu ihtiyaç oyundan oyuna değişir. “Yıldız” özelinde herkesin kendinden bir şeyleri oyuna dahil ettiği bir süreç oldu. Hikaye, ekipteki herkese çok kişisel, farklı yerlerden dokunuyor. Bu yüzden provalara da kişisel varoluş halimiz dahil oldu. Sadece yaşanmışlık değil; herkesin gördüğü, okuduğu her şeyden, tiyatro yaklaşımından, kendi kişisel dertlerinden de beslendi oyun. Bu oyun zaten buna ihtiyaç duyuyordu bence.
Yıldız’ın çok naif ve içten bir anlatısı var. İnsan/hayvan ikiliği yaratmaya gerek var mı bilmiyorum ama bir kuşun gözünden insanların dünyasının, oyundaki aile ilişkilerinin, şehrin karmaşasını görmemiz anlatik bir çerçeve katıyor sanki. Yıldız’ın ilk defa evden çıkmış bir kuş olarak sokakla ilk karşılaşması ve bu karşılaşmanın yarattığı heyecana şahit oluyoruz. Aidiyet meselesine, ötekileştirilme ve dışlanma meselelerine çok yalın bir yerden değiniyor. Bir yandan izlerken bana göç hikayeleriyle paralel okunabilecek bir hikaye gibi geldi. En azından benim bu hissimi 2.5 sene yurtdışında yaşamış olmam etkilemiş olabilir. Oyunun size kişisel olarak nerelerden dokunduğunu merak ediyorum. Bu oyun size nasıl bir yerden temas ediyor?
Anıl: İnsan merkezci bakışın dışına çıkmak açısından da güzel geliyor. Herkesin kendi yaşanmışlığına dokunma potansiyeli oluyor biraz, çünkü net bir kalıp yok.
Mine: Bir kuş deneyimini hiçbirimiz bilmiyoruz; bilmediğimiz bir şeyi izliyoruz. O yüzden reji, diyaloglar, karakterin varlığı, hepsi bize kendi duyacağımız yerden duymamızı sağlıyor. Yani , izlediğimiz şeyi kendi derdimizden duymamızı sağlıyor. Benim hoşuma giden bir şey bu.
Anıl: Oyunun çok güçlü bir teması var; Deniz’in orada yaptığı buluş, tek başına o kadar olasılık açıyor ki... Bir muhabbet kuşunun camdan dışarı atladığı andan itibaren çok fazla şey hissediyoruz. Konuşurken, çalışırken, düşünürken herkes kendi geçmişinden kaynaklara gidiyor ister istemez. Ve aslında evrensel bir yere varıyor.
Mine: Belki bir yandan bir kuş olarak doğalından garip bir varoluşu olduğu için, bir yerden bağ kurmamızı kolaylaştırıyor bu. Çünkü bence herkesin kendini “garip” bulduğu ve göstermediği halleri vardır. Yıldız’ın olduğu haliyle var olabilmesi çok ilham verici. Bunu da tercihen ya da yapabildiği için yapmıyor ama, öyle bir varlık ki zaten aksi mümkün değil. Böyle bakmak iyi hissettiriyor bana.
Anıl: Dışarıdan bir dramaturji ile çalışmaktan ziyade, yazarımız Deniz’in yarattığı o koşulları ne kadar beslersek, o kuşu da o kadar iyi ortaya çıkarabileceğimizi düşündük. Koşulları ne kadar zorlar, ne kadar çeşitlendirirsek, o kadar çok olasılığın açığa çıkacağını anladık. İki aylık hazırlık sürecinde bunu fark ettik. İnsan olmak, hayvan olmak, hayvanların içinde de daha az hayvan olmakla, yeterince kuş olmak, yeterince hayvan olmakla ilgili bir derdi var oyunun. Bütün bu olasılıkları beslediğimizde, kendi kendine o potansiyelini açığa çıkaracağını anlamıştık. Bu, oyunu naif kılan ya da doğru bir empati kurulmasını sağlayan , bağ kurulabilir yapan şey. Bunun kaynağı da dışarıdan bir dramaturji ile değil, içeriden yani o kuşun hikayesini ve koşullarını besleyerek yaptığımız şeyin çalışması.
Cesur’la (oyundaki başka bir kuş) ve diğer kuşlarla tanışması, sanki genç bir insanın kolayca yaşayabileceği türden karşılaşmalar gibi...
Mine: Evet, evet, ilk gördüğü kuşa aşık oluyor.Tam Yıldız’lık hareket.
O da yine bir çocukluk, bir naiflik ya da böyle bir, hani yine hayata karşı heyecanlı olma hali ve keşfetme haline dair, beni en çok etkileyen kısımlarından biri de o.
Mine: Dürtüsel olmak, Yıldız hayvan olduğu için çok rahat tutabildiğimiz bir koşuldu. Benim de yavaş yavaş provada keşfettiğim, yavaş yavaş içine girmeye başladığım bir hal. İlk akla gelenin dışında, belki de senin tanımladığın gibi çocuksu diyebileceğimiz, saçma diyebileceğimiz bir tepkiyi verebilme hali... Provalarda bunu çalışmak için çok güzel bir ortam oluşturdu Anıl ve kendimi çok özgür hissettim. Yetişkinlikle birlikte ilkel, güdüsel olandan uzaklaşıyoruz doğal olarak, sosyal koşullara adapte olabilme becerisi geliştiriyoruz. Ama sosyal varoluşumuz oyunculukta genel olarak pek işimize yaramıyor. Yıldız o anlamda bende önemli bir kas da geliştirdi.

Sahnede bir saat tek başına performans sergilemek nasıl bir his? Sence bu, oyunculuğuna ne gibi katkılar sağladı, Yıldız’ın rolü açısından?
Mine: Yaşım ilerledikçe bana kattıklarını daha iyi göreceğim sanıyorum. Başka bir bakış açısı, başka haller, kendimde hiç keşfetmediğim yeni bir yönü keşfetme süreciydi. Her anlamda sınırlarımı çok zorlamam gerekti. Metni sürekli değiştiriyoruz, sürekli doğaçlamam gerekiyor, Anıl da akış alarak çalıştırmayı seviyor, parçalar halinde değil. Sürekli akış alabilme ve sahneleri anlık revizeleriyle akışta tutabilme sorumluluğum vardı. Ama hiçbir şey sabit değilken ve her şey değişiyorken bunu yapmaya çalışmak, bence önemli bir kas geliştirdi bende. Metin, reji, hareket ve teknik olarak bir sürü şeyi performansa dahil etme sürecinde ne olursa olsun oyuncu olarak eğlenebilme kası. Bu işi neden yaptığımı anladım aslında bu süreçte.Belki de bundan sonra yer aldığım işlerde bunun faydasını daha net göreceğim diye düşünüyorum.
Günde ne kadar çalışıyorsunuz?
Anıl: Ben provaları genelde dört-beş saat arasında tasarlıyorum.. Uzun süreleri sevmiyorum. Özellikle yemek arası çok gereksiz geliyor bana; çünkü yemek arası veriyorsun ama ara bittikten sonra da prova bitiyor psikolojik olarak. Benim idealim dört-beş saatlik çalışma süreci var.
Mine: Prova süresinin benim için bir sınırı yok. Özellikle, bir şeyi, bir anı keşfettiğin anlar olunca oyuncu olarak, onları bırakmak istemiyorum. Provanın uzaması önemli değil, saatlerce orada kalabiliriz, o anlara çalışabiliriz. O anlar çok değerli oluyor. Öyle ki, bu oyun özelinde oyun çok hareketli olduğu için saatlerde hareket ettiğim, ama provadan çıktıktan sonra çok çok enerjik hissettiğim günler oluyordu. Bahsettiğim kıymetli anları keşfetmenin yorgunluk hissinin bile önüne geçtiğini düşünüyorum. Sürenin önemsiz olduğunu, bırakmam gereken yeri fark edebildiğim için daha rahat söyleyebilmeye başladım. Çünkü bir an geliyor, büyük bir boşluk, yaratıcı olamıyorsun, orada olamıyorsun, keyif alamıyorsun. O anlarda zorlamamayı da öğrendim süreçte.
Anıl: Evet, hepimiz bazen duvara konuşuyormuş gibi hissediyoruz. Bir şeyler söylüyoruz ama aslında kimse orada değilmiş gibi oluyor.
Mine, Yıldız ile XXV.Direklerarası Seyirci Ödülleri Tek Kişilik Performans Ödülünü aldı, 27. Yapı Kredi Afife Jale Ödüllerinde Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısına aday gösterildi. (Adayların tamamına buradan ulaşabilirsiniz.) Bu gelişmeler oyuncu olarak sende, ekipte nasıl bir etki yarattı? Bu sürecin size kattıkları neler oldu? Bu ödüllerin gelmesi sende ve ekipte nasıl bir hava oluşturdu?
Anıl: (Gülüyor) Biz güldüğümüz zaman parantez içine yazacak mısın? Yaz onları, okuyan da güldüğümüzü bilsin. (gülüyor)
Mine: Çok mutluluk verici bir his tabii ki. Oyunu sahnelemeye başladığımızda içimizde bir şey tamamlanmıştı zaten. Yani biz kendi içimizde bir doyum yaşamıştık. Ama tabii ki böyle değerli kurumlardan ödül almak, doğal olarak görünürlük kazanmak, böyle bir emeğin takdir edilmesi, özellikle benim için yeri çok özel olan bu oyunla… Çok gurur verici.. Böyle ödüller, gerçekten normalde ulaşamayacağımız insanlara ulaşmamız açısından önemli de bir yandan. Bizim en büyük hayallerimizden biri bu oyunu Kadıköy ya da İstanbul’un tiyatro merkezi gibi görülen yerlerinin dışındaki yerlere ulaştırabilmek ve oralarda oynamaktı. Bence bu tarz ödüllerin, bir şekilde turne yapacak organizasyonlar için artısı oluyor. Bunun görünür olması, insanlar tarafından ya da belli karar mercileri tarafından onaylanmış ve beğenilmiş bir oyun olması, aslında bizim onlara ulaşma çabamızı, onların bize ulaşma potansiyelinin olduğu bir evreye dönüştürüyor.
Ankara’da parklarda oynacaksınız? Heyecanlı mısınız? Nasıl gelişti süreç?
Anıl: Çok istediğimiz bir şeydi. Kadıköy ve Taksim’de oynamayı seviyoruz ama bu hikayenin evrenselliği ve herkese hitap edebilme potansiyeli bizi heyecanlandırıyordu. "Bu çemberin dışında neler olabilir? Nerelerde oynayabilir?" Gerçekten oyunun geçtiği bir parkta oynasa, herhangi bir parkta, İstanbul’un dışında mesela... gibi hayallerimiz vardı.
Ankara’da çok yetenekli ve çok çalışkan bir ekip var: EvAnkara. Onlarla tanıştık ve bu hayalimizden bahsettik. Sonra onlar da, "Hemen bunu bir projeye dönüştürelim," dediler.
Şu anda Ankara Belediyesi ile ortak bir proje çerçevesinde, Ankara'nın farklı bölgelerindeki altı parkta peş peşe temsiller yapacağız.
Ne zaman başlıyorsunuz?
Mine: 14 Haziran'da (bugün) Botanik Parkı’nda başlıyoruz.
Parkta oynamak oyunculuk açısından ne gibi dinamikler yaratabilir?
Mine: Sahne genellikle çok steril bir alan, ama park hayatın içinde bu sterilliğin dışında bir alan. Kontrol edemeyeceğin birçok şey var: doğanın kendi ritmi, bazı parkların daha şehir içinde olması ya da bazıların daha ücra köşelerde yer alması, hayvanlar, insan sesleri, araba sesleri, şehrin kendi uğultusu... Parkta dolaşan insanlar da bir noktadan sonra oyuna istemsizce dahil olabilir. Tüm bunlar bir oyuncu olarak hem zorlayıcı hem de heyecan verici bir deneyim alanı yaratıyor. Ne yaşayacağımı gerçekten merak ediyorum. Üst üste altı farklı doğal mekânda oynamak çok özgün bir tecrübe olacak.
Bugün Türkiye'de çağdaş tiyatro yapmak için yaşadığınız zorluklar neler? Anladığım kadarıyla tiyatro yapmak sadece bir oyunun estetik olarak sahnelenmesi değil, aynı zamanda ciddi bir finansal planlama ve projelendirme işi. Bağımsız bir kolektif olarak bu konuda zorlanıyor musunuz? Biliyorum ki bu oyunun temelleri 2023 Haziran’ında Zorlu PSM Atölye kapsamında kısa oyun olarak sahnelenince atıldı ve Zorlu PSM Atölyelerde bildiğim kadarıyla yapım atölyesi de vardı, bu konuda yavaş yavaş profesyoneller yetişiyor, ama sizce bu yeterli mi? Türkiye’de tiyatro yapmanın bugünkü sorunları sizce neler?
Anıl: Derin bir yalnızlık... Bu çok güzel bir soru. Yani o kadar çok şey söylenebilir ki, üzerine gerçekten uzun uzun konuşmak gerekir. Anladığım kadarıyla, imkânsız değil; fon almak, sponsor bulmak... Bunu yapabilenler de var. Ama bilmiyorum, bu soruya cevap vermek gerçekten zor. Çünkü önce şunu sormak gerekiyor: Fonlar neye göre veriliyor? Kim veriyor? Şimdi, “bize vermiyorlar” gibi bir söylem geliştirmek de istemem. Belki de biz doğru zamanda, doğru şekilde başvurmamışızdır. O yüzden böyle bir edebiyat yapmanın da kimseye faydası yok.
Yine de böyle kolektiflerin kendi başlarına başvuru yapması gereken ve bu süreçte de oldukça prekarya koşullarda kaldıkları bir durum söz konusu gibi görünüyor. Siz ne düşünüyorsunuz?
Mine: Evet, başvuru süreçlerinin şu an belirli bir sistematiği yok. Tiyatroda deneyim kazandıkça, varlık gösterdikçe bazı bağlantılar ve ilişkiler aracılığıyla bir şeyler gelişiyor. Yeni başlayanlar için bu, özellikle ekonomik destek bulma anlamında çok kolay olmuyor.
Anıl: Burada asıl tartışmamız gereken şey devlet desteği. Türkiye’de kültür-sanat politikası içinde tiyatroya dair net bir strateji yok. Kültür Bakanlığı’nın verdiği bir destek var ama o desteğe başvurmak için belirlenen koşullar birçok ekip için başvuruyu neredeyse imkânsız hâle getiriyor.
Başvuru süreci dışında da, kime verildiği/verilmediği kısmı hep tartışmalı oluyor zaten.

Kültür ve Turizm Bakanlığı moda sahnesi’nin destek talebini reddetti
Mine: Bu destek mekanizmaları ve fonlar tiyatronun ulaşılabilirliği açısından da çok kıymetli. İstanbul’da oyunları takip eden, yorumlarını gören, duyan bir kitle var ama bunun ötesinde çok daha fazla insana ulaşmak mümkün. Turne yapmak, farklı şehirlere gitmek ve buna yönelik projeler üretmek bu açıdan çok değerli. Bunu da belediye destekli ya da başka organizasyonlarla bir araya gelerek yapmak mümkün. Bu tür işbirlikleri, içinde bulunduğumuz tiyatro çevresindeki kısırlığın—bunu değersizleştirici anlamda söylemiyorum—ötesine geçebilmek için bir yol olabilir. Hem ekonomik hem de sanatsal açıdan.
Anıl: Sistemin zaten bozuk bir yapısı var ve artık bu durumu kanıksamış durumdayız. Ama açıkçası “Zor şartlarda yapıyoruz” gibi bir söylemi üretmekten pek hoşlanmıyorum. Çünkü sonuçta yapıyoruz. Bu da bence gurur duyulacak bir şey. Mevcut koşullara rağmen üreten çok yetenekli bir jenerasyon var ve bu üretim her yerden fışkırıyor.
Ama artık bir eşiği geçmemiz gerekiyor. Önümüzdeki birkaç yıl içinde üretim biçimimizi değiştirmemiz gerekebilir, çünkü koşullar giderek daha da daralıyor. Belki de artık sahnelere ya da teknik olanaklara bağlı olmayan, mekandan bağımsız işler izleyeceğiz. Sokağa yayılan işler, alternatif alanlarda üretilen işler...
“Bir gün devrim olur mu?” diye hayal etmek güzel ama onu beklemeden önce kendimizi nasıl özgürleştirebileceğimize odaklanmalıyız. Bizi boğan ve sürdürülebilir olmayan yollar yerine, yeni yollar yaratmamız gerekiyor. Çünkü dürüst olalım: Sahne kiraları birden düşmeyecek, enflasyon durmayacak. Bu yüzden şu soruları sormalıyız: Kendimize yeni yaratım alanları nasıl açabiliriz? Ürettiğimizi nasıl sürdürebiliriz? Mekan dışında başka nerelerde var olabiliriz?
Bitirmeden Artalan’ın diğer oyunu Hardlove’dan da kısaca bahsedelim mi?
Anıl: Hardlove şimdi üçüncü sezonuna giriyor. Artalan olarak ilk işimizdi, insanların bizi tanımaya başladığı bir oyun oldu. Çok iyi geçti. Hatta şimdi Amerika’da, New York’ta sahnelenmeye başladı. Duyduğuma göre çok iyi gidiyormuş. Biletler şimdiden tükenmiş. Edinburg’da Fringe’de sahnelenecek. Heyecanlıyız.
Yıldız'ı 14-15-16-17-18-19 Haziran’da Ankara Parkları’nda, 28 Haziran’da Diyarbakır Mordem Sanat’ta ve 3 Temmuz’da da Bodrum Gümüşlük Akademisi'nde izleyebilirsiniz.
Anıl Can Beydilli hakkında
İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü mezunu. Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda asistanlık yaptı. Dramaturji bölümünden tanıştığı Yaşam Özlem Gülseven, Tuğba Sorgun ile Artalan Kolektif’i kurdu. Yazıp Yönettiği ilk oyun Hiçbir Yerdeki Adam". Şu anda HardLove ve Yıldız oyunlarının yönetmeni. Bahçe Galata’daki İspat adlı oyunda dramaturji yaptı. Chaplin adlı oyunda yardımcı yönetmen olarak çalışıyor. Havuz(su yok) adlı oyunu çevirdi.
Mine Nur Şen hakkında
Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümü mezunu. Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama/Oyunculuk yüksek lisans programında eğitimi devam ediyor. Aşık Shakespeare, Bahar Noktası, İki Kent Arasında Bir Bar Masasında adlı oyunlarda rol aldı. Şimdilerde sahnelenmeye devam etmekte olan Yıldız adlı oyunla XXV. Direklerarası Seyirci Ödülleri’nde Tek Kişilik Performans ödülünü aldı, 27. Afife Jale Tiyatro Ödülleri’nde Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı kategoresinde aday gösterildi.
(EÖ/HA)







