Asıldılar...
O gece yarısı, hemen hemen aynı saatlerde Ankara'da bir, İstanbul'da üç evin kapısı çalındı. Kapıyı açanlara aynı cümleler kuruldu: Oğlunuz infaz edildi, cenazelerini alacak mısınız?
Tarih 29 Ocak 1983'tü.
Cenazeler aynı günün bitim saatlerinde ailelerine verildi. Yeni güne başlanan saatlerde dört ayrı mezarlıkta, dört mezar kazıldı. Askeri battaniyeler içindeki dört genç beden en yakınlarının gözyaşları içinde mezara bırakıldı.
Yakınlardan iki kadın gözaltına alınıp sorguya götürüldü, biri anne, diğeri kız kardeşti. Suç, acının içinden çıkan ama gerçeği bütün çıplaklığıyla sunan sözcüklerdeydi:
"Katiller."
Anne on dört gün, kız kardeş bir buçuk yıl hapis yattı.
Hem idamlar, hem idam edilenlerin yakınlarının hapisliği 12 Eylül darbesinin aynasıydı. Dört gencin; Ömer Yazgan, Ramazan Yukarıgöz, Erdoğan Yazgan ve Mehmet Kanbur'un da aralarında bulunduğu kırk dokuz kişi idam edilmişti.
Kalemin kırıldığı duruşmaların tümü hukuka uygunluğu yönünden tartışmalıydı. Erdal Eren'in boynuna ilmek, yakınlarının, avukatlarının "on sekiz yaşından küçük" çığlıklarına kulak kapatılarak geçirilmişti.
Tartışmalar, aradan geçen yirmi yıla rağmen akıl ve vicdanları rahatlatan bir sona ulaşmayacaktı.
Aralarında sadece soyadı benzerliği bulunan iki Yazgan ile Yukarıgöz ve Kanbur'u idama götüren süreç 17 Ocak 1981'de başladı.
Darbenin olanca ağırlığına, binlerce insanın gözaltına alınmasına, işkence görmesine, işkencede yaşamını yitirmesine ve tutuklanmasına rağmen bir avuç genç bir araya gelip eylem kararı aldı.
Siyasal düşünceleri değişik örgütlerde biçimlenmiş, sonunda daha çok askeri okullarda kendisine yandaş bulan "Sanayi Dev Genç"de karar kılınmıştı. Bu isim daha sonraları Nikaragua'dan esinlenerek, Dev-Sol, Dev-Yol ayrımına bir eleştiri anlamında "Üçüncü Yol" olarak mimlenecekti.
Eylemin ismi konulmuştu, Akyazı'da iki kuyumcu soyulacaktı. Elde edilen altın ve para silah alınmasında ve hâlâ ayakta olduklarını gösterecek yeni eylemlerin hazırlıklarında kullanılacaktı.
Yedi kişiydiler. İki gruba ayrılıp, aynı anda iki kuyumcuya daldılar. Bir grup sorunsuz çıktı altınlarla dışarı, diğerinde ise kuyumcu direndi, üst katta oturan oğlu, seslerden olup biteni kavrayıp polise telefon ettikten sonra silahına sarıldı.
Kuyumcunun önündeki arabada bekleyen ve içlerinde otomobil kullanmasını bilen tek kişi olan Ali Aktürk'e ateş etti. Bir kurşun da kuyumculardan Hasan Kahveci'ye isabet etti. Aktürk ve Kahveci öldü.
Çatışma saatler sürdü. Metin Adil Toraman vuruldu. Arkadaşları bir süre kollarında taşıdılar, ama yapılacak bir şey yoktu, o da ölmüştü. Mehmet Kanbur kalçasından vurulmuş, çevresi sarılmıştı.
Erdoğan Yazgan da uzun süre kaçamadı. Ramazan Yukarıgöz ile İsmail Gökalp, yaralı olan Teğmen Ömer Yazgan'ı da beraberlerinde sürükleyerek izlerini kaybettirdiler. Bir köyün girişindeki inşaata sığındılar, ama sabaha karşı çevreleri kuşatılmıştı.
Bu çatışmada ise polis Mustafa Kılıç yaşamını yitirdi, Ramazan ağır yaralandı.
Askeri hastanede kısa süreli tedaviden sonra Gayrettepe'ye götürüldüler. Yaraları henüz kapanmamıştı, bir ay işkencede tutuldular. Selimiye'de tutuklandılar, Gölcük Askeri Cezaevi'ne konuldular. 30 Mart'ta iddianame hazırlandı, 20 Nisan'da karar açıklandı:
İdam. İsmail Gökalp'in cezası yaşının küçüklüğü nedeniyle yirmi yıl ağır hapse çevrildi. 25 Kasım günü Askeri Yargıtay kararı onayladı.
Bu arada idam kararını veren hâkim yine bir siyasi davada rüşvet alırken suçüstü yakalanacak, buna rağmen dört arkadaşın avukatlarının davanın yeniden görülmesi istemi kabul edilmeyecekti. 3 Mayıs'ta Danışma Meclisi de Askeri Yargıtay'ın onayına katıldı. Asılacaklardı.
Yanlarında ne kadar para varsa diğer koğuşlara ziyafet verildi, vedalaşıldı. Vasiyetler yazıldı, organlar Organ Nakli Kurumu'na bağışlandı. Her gece gün ışıyana kadar biri nöbet tuttu. Geldiklerinde diğerlerini uyandıracaktı.
Gelmediler. Her şey normal seyrine dönmüş gibiydi, ölüm giderek uzaklaşan bir ihtimaldi. 28 Ocak, Ömer Yazgan'ın doğum günüydü. Gardiyanlarla voleybol maçı yaptılar, yorgun düştüler. Nöbetten de vazgeçilmişti artık ama Mehmet'in mide ağrısı tutmuş, koğuşta volta atıyordu.
Geldiler.
İzmit Kapalı Cezaevi'nde yapılan infaz ne yakınlarına haber verildi ne de avukatlarına.
Gömüldüler.
Hem yakınlarının hem de toplumun vicdanında başka bir süreç başlamıştı. Yakınları işte o süreci ve öncesini anlattılar...
***
Mehmet Kanbur bekçiydi. Dönemin valisi Nevzat Ayaz'ın korumalığını yapmıştı. Evlenmiş bir de oğlu olmuştu. 12 Eylül'den sonra bir operasyonda gözaltına alınana kadar, sicili "temiz"di. 40 günde salıverildi, üç ay sonra...
O gün
orada
o yerde
Karakolda geri hizmete alınmıştı bekçi Mehmet. Sürekli izlendiğinin farkındaydı... Yine de hiç aksatmadı işini, sabah dokuz, akşam beş karakoldaydı. Ta ki 17 Ocak 1981'e kadar... Çatışmada kalçasından yaralanmış, yakalanmıştı...
Aynı günün akşamı Sarıyer Dağevleri'ndeki ev polis ve asker tarafından sarıldı. Karısı Zeynep, evde bulunan üç kişinin kaçması için kapıyı açmakta oyalandı. Ortalığı silah sesleri sardı. Ortalık durulduğunda Zeynep, Mehmet'in kardeşi Şahin, kızkardeşi İnsaf, kocası, ekip araçlarına bindirildi. Sekiz yaşlarındaki Murat karanlıkta bir o yana bir bu yana koşturup ağlıyordu. Ona da polis aracında yer açıldı, hâlâ küfrediyordu.
İşkence, yüzleştirme, aralıksız sorgu... Sonunda Zeynep dışında hepsi salıverildi. Mahkemeye götürülürken Zeynep'le Mehmet aynı kelepçede birleşti.
Mehmet karısına tecavüze uğrayıp uğramadığını sordu, yanıt "hayır"dı. Mehmet "Utançtan ya da benim üzülmemden çekinip söyleyememiş olabilir" diye düşünüp, kendince karısını korudu, dışarıya haber sızdırdı:
"Zeynep hamile..."
Sivas'ın Divriği ilçesindendi Kanbur Ailesi. Mehmet, yedi kardeşin, büyüklerden üçüncüsüydü. Gaziantep'te parasız yatılı okumuş, son yılda Zeynep'i kaçırıp evlenince diplomasız kalmıştı.
Askerlik dönüşü büyük abla ve ağabeylerinin izinde İstanbul'a gelip, bir gecekondu kiralamıştı. İçişleri Bakanlığı'nın açtığı sınava katılmış, bekçi kadrosundan işe alınmıştı. Şimdi ilkokulu bitiren Şahin de yanlarındaydı:
"Zeynep yengem, büyük abim, büyük yengem ve büyük ablam okuma yazma kurslarına gidiyordu. Mehmet Abimde ise politik düşünceler gelişmeye başlamıştı..."
Şahin'in anılarında daha Avşar istasyonunda iken, babasının demiryolcu paltosunu kuşanıp beline taktığı lagant tabancasıyla köylünün korumasını üstlenen Mehmet vardı. O da babası gibi silahı seviyordu.
Sarıyer Dağevleri politik hareketliliğin yoğun olduğu, on-on beş bin kişinin yaşadığı mahalleydi. Mehmet semt örgütlenmesinde yerini aldı, okumayı-yazmayı yeni yeni söken Zeynep de.
İkisi de hem insanlarla kurdukları ilişkilerle, hem de kararlılıklarıyla kısa sürede sivrildiler... Mehmet, mesleğinde oldukça başarılı görülmüş olmalı ki, özel alanlarda da görevlendirildi:
"1979-80 yıllarıydı, abim Vali Nevzat Ayaz'ın ya evinin ya da kendisinin korunmasıyla görevlendirildi. 12 Eylül'e kadar da bu görevde kaldı..."
Mehmet önceleri Dev-Yol içinde yer almış, sonra "Üçüncü Yol"a geçmişti. Bunda ordu içindeki örgütlenmeden çok siviller arasına karışmayı yeğleyen Teğmen Ömer Yazgan'ın da etkisi vardı. Polatlılı Yazgan, dört çocuklu bir ailenin tek oğluydu.
Harp Okulu'nda Dev-Genç'le bağlantı kurmuş, sonraları yaşanan ayrışmalarda fraksiyonculuğun yanlışlığından dem vurmuş ve Üçüncü Yol'da durmuştu. Bir pavyon baskınında gözaltına alınmış, ordudan atılmıştı. 12 Eylül'ün şiddeti pek de öyle sert hissedilmedi Dağevleri'nde:
"Eylemler sürüyordu, hatta bir gün kadınlar karakolu basmışlardı, sanırım gözaltına alınan birinin salıverilmesini istiyorlardı... Bir gün çok sayıda gözaltına alma oldu, Mehmet Abim de aralarındaydı."
Kırk gün sonra salıverildi Mehmet. İşine geri döndü ama artık şüpheliler arasındaydı. Bir kaç ay sonra Akyazı'da yakalandı:
"Görüşlerde, abim Murat'ı içeri, yanına almaya çalışıyordu. Alıyordu da. Hukuksal süreci izliyor, dışarıya haber yolluyorlardı, kamuoyunu harekete geçirin diyorlardı. Çünkü haklarındaki kararın kesin olduğunun farkındaydılar, darbeciler, üç-beş kişinin üstelik darbeden sonra ortaya çıkıp kendilerine kafa tutmasını 'kötü örnek oluşturur' korkusuyla kabul edemezlerdi."
O gün, 29 Ocak 1983'te Şahin, Avşar İstasyonu'ndaydı:
"Eve yaklaştığımda kalabalığı gördüm, tanıdığım, tanımadığım bir sürü insan. Annem-babam ağlaşıyordu. O zaman öğrendim, abim asılmıştı."
O gece İstanbul'da İnsaf'ın kapısı çalınmış, haber verilmiş, onlara da cenazeleri alıp almayacakları sorulmuştu. Ertesi akşam Çaybaşı Mezarlığı'nda İnsaf, mezarın çevresini saran polis ve askerlere, daha çok da idam kararını aldıranlara "faşistler" diye bağırdı.
Bu çığlığın cezası Sağmalcılar, Kastamonu ve İzmit cezaevlerinde geçirilen bir buçuk yıl olacaktı. Şahin okulu bırakıp abisinin izinden gitmeyi düşündü önce:
"Okul ya da iş yaşamıyla mücadele birarada yürümüyordu. Sonra Divriği'ne gittim. Okulda zeki olduğum söylenirdi ama artık durgunlaşmış, içime kapanmıştım. Yine de liseyi bitirdim..."
Zeynep acısını, babasının ölümünden sonra ailenin diğer bireyleri gibi içine kapanan Murat'ın yanında dindirmeye çalıştı. İki yıl sonra ana-oğul Fransa'ya iltica etti. Bir iş buldu, oğlunu büyüttü ve evlendirdi:
"Yengemi en son geçen yıl, düğün için geldiğinde gördüm. Belki çok iyi gizliyor ama henüz o izleri attığını düşünmüyorum. Murat en büyük tesellisi, onda abimi yaşıyor. Murat da hem mizaç hem de davranış olarak abimin özelliklerini yansıtıyor."
Şahin, İstanbul'a dönüp tarih okudu. Üçüncü yılda okulu bıraktı. Siyasi dergilerde yazı işleri müdürlüğü yaptı. Bir gün bir arama sırasında çantasında dergiler bulununca gözaltına alındı, dosyasında asker kaçağı olduğu yazılıydı.
Birliğine gönderildi, 14. ayda firar etti, nedeni askerlik öncesi evlendiği eşi Nilgün'e duyduğu özlemdi. Bir buçuk yıl sonra evinde yakalandı, dört ay cezaevinde kaldı...
Mehmet'in fotoğrafı evlerinin duvarında asılıydı, birkaç yıl önce indirildi:
"Çünkü annem ve babam sürekli bakıp üzülüyorlardı..." (BG/BA)