Dünyanın kurtulmaya çalıştığı nükleer santral sorunu şimdilerde Sinop’un başını ağrıtıyor. Denizi ve ormanı ile mutlu Sinoplu nükleer değil, turizm istiyor.
Yaşayanlar “deniz üstünde yüzen kent” diyorlar Sinop’a.
175 kilometrelik sahili, uçsuz bucaksız doğasıyla tipik bir Karadeniz kenti Sinop.
Türkiye ortalamasının iki katı ormanlık alana sahip kentin temel geçim kaynağı balıkçılık.
Balık göç yolları üstündeki Sinop, 3500 balıkçının ağlarına takılan 23 çeşidiyle Türkiye'nin balık ihtiyacının yüzde 10'unu karşılıyor.
Fabrikası olmayan 38 bin nüfusa sahip kentin en büyük sorunu işsizlik. Herkes çözümü kentin “turizm ve eğitim” odaklı gelişiminde görüyor. Ancak hükümetin kente uygun gördüğü gelişim, İnceburun yarımadasına, yani Türkiye’nin en kuzey noktasına ülkenin ikinci nükleer santralini yapmak.
Termik santrali kovdular
Bu yılın başında Fukuşima felaketinin yaşandığı Japonya’daki hükümet ile Türkiye arasında imzalanan hükümetlerarası anlaşmayla (henüz iki ülkenin de meclisinde onaylamadı) 20 yıldır santral yapılmak istenen Sinop’ta bu amaca bir adım daha yaklaşıldı.
İnceburun'da santralin yapılmak istendiği alan için denizde araştırma çalışmaları başladı bile. Gerze’de köylülerin büyük direnişi ile termik santrali engelleyen kent, şimdi de nükleer santrale karşı mücadele ediyor.
Köylerini terk etmek istemiyorlar
Nükleer Karşıtı Platform'un davetiyle bir grup gazeteci Fukuşima felaketinin yıldönümünde Sinop'taydık.
Santral doğal yapısını bugüne kadar koruyabilmiş Akliman, Sarıkum ve Hamsilos Tabiat Parkı’nın kapsayan İnceburun’a yapılmak isteniyor. Yanındaki 2 bin nüfuslu Abalı Köyü'nün boşaltılması gündemde.
Köy halkı sabahtan akşama kadar ormancılık ve tarımın getirdiği ağır işlerle boğuşsa da doğayla kurdukları bu ilişkiden memnunlar.
Sinop turizm istiyor
Şaziye Demir, köylünün toprağını terk etmek istek istemediğini söylüyor. “Patlarsa çok kötü oluyormuş” diyerek, Karadeniz’deki birçok kişi gibi eşinin de kanser olduğunu ekliyor.
Aynı köyden Ali Çeken ise “Topraktan geldik, toprağa gideriz” diyor kesin bir ifadeyle.
Kent merkezinde de durum farklı değil. Ancak konuyla ilgili yapılmış bir anket yok. Taleplerden biri de nükleer yapılacaksa mutlaka referanduma sunulması.
Ev kadını Şerife Teslim, Çernobil kazası sonrasında Karadeniz'de kanserin yüzde yüz arttığına dikkat çekerek "Sinop'un nüfusu az diye, gözden çıkarmak istiyorlar. Ama Gerze'de nasıl termik santrale izin vermediysek nükleere de vermeyeceğiz" diyor.
Santralin iş imkanı yaratacağı algısı için memur Turhan Dinçer ise "Fabrikadan, işten vazgeçtik. Yaşam alanlarımızı korumanın derdine düştük. Türkiye'deki bu denetimsizlikle en ufak bir sızıntıda mahvoluruz" diyor.
Balıkçılık bitecek
Balıkçı Rafet Alp, sadece geçim kaynaklarının değil, denizle kurdukları ilişkinin de kaybolacağını söylüyor: "Dünya bize yeter ama kullanmasını bilmiyoruz."
Su Ürünleri Kooperatifleri Bölge Birliği Başkanı Ali Bayrak, balığın yüzde 70'inin çıkartıldığı İnceburun'a yapılacak santralin deniz suyunu ısıtarak balıkçılığı yok edeceğini düşünüyor.
Pastane sahibi Selçuk Üstün ise her ne kadar Çernobil gibi bir felaketten korksa da santral sayesinde kentteki işsizliğin azalacağını düşünerek desteklediğini söylüyor.
Bitkisi, kuşları gidecek
Bu seçimde de aday olan CHP’li Belediye Başkanı Baki Ergül, santralin 5 bin kişiye iş imkanı yaratacağı söylenrek halkın kandırıldığını belirterek kentin gelişiminin santralde değil “turizm ve eğitim”de gördüklerini söylüyor. CHP, referandum yapılması için parlamentoyu zorlayacak.
Sinop Çevre Dostları Derneği Başkanı Hale Oğuz, 10 bin yıllık geçmişe sahip Sinop’un iklimi ve coğrafyası ile insan yaşamına ne kadar uygun olduğuna dikkat çekiyor.
Santral yapılacak alandaki koruma statülerinin yıllar boyunca azaltıldığına, yol yapımı bahanesiyle ağaç kesimine başlandığını belirtiyor: "Sinop'ta biri sadece burada yetişen 120 endemik bitki türü var. Santralin yapılacağı Sarıkum Gölü 'Önemli Kuş Alanı' listesinde yer alıyor. Çoğu korunması gereken 150 kuş türü tespit edilmiş."
Atık sorunu çözülmedi
NKP’nin düzenlediği panelde ise düğün salonun tıklım tıklım olması halkın nükleer santral hakkında merak içinde olduğunun göstergesiydi.
Prof. Dr. Hayrettin Kılıç, sözlerine ortamda yaptığı radyasyon ölçüm aletini göstererek başlıyor: "Şu anda ölçtüm, 0,07. Dünya ortalamasının aşağısında. Burasi bir cennet."
1950’lerde nükleer santral yapmanın asıl amacının plütonyum üreterek nükleer silah yapmak olduğunu belirten Kılıç, şu anda ABD, Fransa, Rusya ve Japonya’nın elinde plütonyum olduğunu ancak Türkiye’de olmadığını hatırlattı.
Kılıç, nükleer atık sorunun hala çözülmediğini ABD’nin atıkların etrafını betonla kapladığını ancak halk ve hükümetin 20 yıldır mahkemelik olduğunu söyledi. ABD Başkanı Barack Obama’nın atıklar için New Mexico kentini seçtiğini ancak eyaletin bu atıkların geçmesine izin vermeyeceğini hatırlattı.
145 reaktör kapatıldı
Dünyada nükleer santraller 1954'ten bu yana devrede.
ABD'den Ermenistan'a 31 ülke nükleer santrale sahip. Aralarında Türkiye'nin de olduğu yaklaşık 20 ülke ise ilk kez ya da yeni nükleer santral kurmayı düşünüyor.
69 reaktör inşa halinde. 58'i Asya'da 11'i Batıda.
Dünyada 193 nükleer santralde 436 reaktör çalışıyor. Bugüne kadar 145 reaktör kapatıldı.
Almanya, İspanya, Belçika hepsini kapatma kararı aldı.
Deniz hayatı bitecek
Kılıç, Sinop Samsun deltasının uluslararası koruma alanları içinde yer aldığını vurgulayarak halkın temel geçim kaynağı balıkçılığın yok olacağına dikkat çekti.
“Santraldeki reaktörler denizden çektiği suyla ekipmanı soğutup denize geri veriyor. Kaliforniya’daki santralde denizden alınan su nedeniyle fok ve balıklar kütleler halinde ölüyor. Deniz suyu da 4-5 derecenin üstünde ısınıyor. Karadeniz’de balıklar lavralarını 20-30 metre yükseklikte bırakıyor. Santralin çektiği 1 metreküp suya 1 lavra dahi düşse, ki çok daha fazla olacak, tüm lavralar santralde haşlanacak. Deniz hayatı tamamen bitecek."
Çernobil ve Fukuşima felaketini hatırlatan Kılıç, dünyanın artık nükleer santralden vazgeçtiğini vurgulayarak Gaziemir ve Manisa'daki radyasyon artışını durduramayan Türkiye'nin bu enerjiye yönelmesinin "açıklanamaz" olduğunu belirtti.
Yurttaş sormalı, neden istiyorsunuz?
Elektrik Mühendisleri Odası Eski Başkanı Nedim Bülent Damar, hükümetin “ucuz" olarak sunduğu nükleer enerjinin aslında böyle olmadığını şöyle anlattı:
"13 yılda enerji talebi yüzde 5 artmış. Yüzde 8'e çıkmaz. Veriler manipüle ediliyor. Enerjide yüzde 74 dışa bağımlıyız. Nükleer yakıt yok. Sadece beş ülke nükleer yakıt satıyor. Aranız bozulursa, santrale kilit mi vuracaksınız? Şu anda elektrik alım fiyatı 9-59 sent. Akkuyu ve Sinop’tan 12,35 ve 11,83 sente elektrik alınacak. Bunun neresi ucuz. O zaman neden yapıyoruz? Yurttaşın hükümete bunu sorması gerekiyor?”
Bütün dünyanın vazgeçtiği nükleer santral sorunu Sinop'un başını bir müdddet daha ağrıtacak gibi duruyor. Doğasıyla mutlu Sinoplunun isteği kente nükleer değil, daha çok kişinin gelmesi. (NV)
Galatasaray Üniversitesi Gazetecilik mezunu. İstanbul Üniversitesi'nde Engellilik Araştırmaları Yüksek Lisansı yaptı. 2011-2017 yılları arasında bianet'te muhabir/editör olarak çalıştı. Greenpeace Akdeniz’de İletişim Sorumlusu olarak 4 yıl...
Galatasaray Üniversitesi Gazetecilik mezunu. İstanbul Üniversitesi'nde Engellilik Araştırmaları Yüksek Lisansı yaptı. 2011-2017 yılları arasında bianet'te muhabir/editör olarak çalıştı. Greenpeace Akdeniz’de İletişim Sorumlusu olarak 4 yıl görev aldı. Şu anda Europe Beyond Coal (Türkiye ve Batı Balkanlar) İletişim Danışmanı.
Akademisyen Özge Öner'e İsveç'ten 'İnsani Çiçeklenme Ödülü’
Ülkenin önde gelen düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü'nün verdiği ödüle, ‘insan refahını teşvik eden’ entelektüel çalışmaların sahipleri layık görülüyor.
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
Cambridge Üniversitesi Ekonomi Doçenti ve Oksijen yazarı Dr. Özge Öner, İsveç'in saygın düşünce kuruluşlarından Ratio Enstitüsü tarafından verilen "İnsani Çiçeklenme Ödülü"ne layık görüldü.
Ratio Enstitüsü’nün, insan refahını artırmaya yönelik entelektüel katkıları onurlandırmak amacıyla verdiği bu prestijli ödül, bu yıl Öner’e takdim edildi.Ödülü, 2022 yılında bu ödülü ilk kez alan kurumsal iktisat profesörü Niclas Berggren’in elinden alan Öner için Berggren şöyle dedi:
“Özge Öner, yüksek düzeydeki akademik çalışmalarını toplumsal katılımla birleştirme yeteneği, entelektüel birikimini samimi ve cömert bir biçimde kamusal alana taşımasıyla bu ödülü fazlasıyla hak ediyor.”
2008 yılında Marmara Üniversitesi’nden iktisat lisans diplomasıyla mezun olan Öner, yüksek lisans ve doktora eğitimini İsveç’teki Jönköping Uluslararası İşletme Okulu’nda tamamladı. 2014 yılında "Retail Location" başlıklı doktora tezini sundu. Mekânsal iktisat alanındaki bu çalışması, akademik kariyerinin temel taşlarından biri oldu.
Bu alanda Jönköping’de çeşitli akademik kurumlarda görev alan Öner, 2018 yılından bu yana Cambridge Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor. Uzun yıllar İsveç’in önde gelen gazetelerinden Svenska Dagbladet’te köşe yazarlığı yapan Öner, Mart 2024’ten bu yana Oksijen gazetesinde yazıyor.
Ne kahraman ne kurtarıcı: Bir hekim, bir aydın, bir hak savunucusu
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak.
Özen B. Demir ve Onur Erden’in “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım” söyleşisi, Dr. Selim Ölçer’in mütevazı, renkli, samimi, içten ve sahici kişiliğiyle bizi tanıştırıyor. Biyografi kitabı, akıcı ve sohbet havasında, nehir söyleşisi tarzında hazırlanmış; sürükleyici ve bir çırpıda okunacak bir kitap.
Kitapta ayrıca Şükrü Hatun ve Selçuk Mızraklı’nın sunuş yazıları ile Vecdi Erbay’ın İMC TV’de Diyarbakır Söyleşileri kapsamında 2013 yılında yaptığı söyleşi de yer alıyor.
Aile geçmişi ve politik bilincin oluşumu
Selim Ölçer, varlıklı bir aileden gelir. Annesinin ailesi bir tarafı toprak ağası, diğer tarafı şıh kökenlidir. Babası Adalet Partisi taraftarı; eve giren tek gazete Tercüman. Dindar bir ailede büyüyen Ölçer, ilkokul ve ortaokul yıllarında sağlam bir dini eğitim alır; Kur’an ve hadis okur, Ayet-el Kürsi’yi ezbere okuduğunu dile getirir.
Mehmet Ali Aybar Aybar’lı tarihi Türkiye İşçi Partisi (TİP), Mehdi Zana, Tarık Ziya Ekinci sayesinde Diyarbakır’da örgütlüdür. Selim Ölçer’in politik bilinci de TİP sayesinde şekillenir. İlk Doğu mitingi Silvan’da yapılır. Mehmet Ali Aybar’ın “Siz Kürt’sünüz, onun için eziliyorsunuz” sözü, Kürt kimliğinin oluşmasında etkili olur.
Anadili kişinin onurudur. “Kürtçe bilim dili değildir” savlarına karşın, anadilini tanıma, anadilde sağlık hizmeti sunma gibi gerekçelerle Mezopotamya Vakfı’nın kurulmasında ve Mezopotamya Tıp Kongresi’nin düzenlenmesinde aktif yer alır. Kürtlerin, “Başın sıkışırsa sırtını ya sağlam bir arkadaşa ver ya da dağlara,” deyişine uygun bir yaşam sürer. Gerek hekimlik pratiğinde, gerek insan hakları mücadelesinde…
Selim Ölçer’in akrabası olan Yusuf Azizoğlu (1917-1970) Silvan Belediye Başkanlığı, milletvekili, Sağlık Bakanlığı yapmıştır. Silvan’ın yetiştirdiği ilk hekimdir. Sonrasında Selim Ölçer gelir. Pek bilinmez ama sosyalizasyonun uygulayıcılarındandır. Onun Sağlık Bakanlığı (1962-1963) döneminde uygulanmıştır. Azizoğlu’nun müsteşarı olarak çalışan Nusret Hoca (Fişek), anılarında onu dürüst bir devlet adamı olarak anlatır.
Silvan, Ermeni yoğunluğunun olduğu bir ilçe. Bölgede birçok Ermeni köyü vardır. Orada bir şekilde kalmayı başaran, koruma altına alınanlar, yıllarca kimliklerini gizlerler. Nüfus cüzdanlarından İslam yazar. Silvan’da uzun yıllar kent sineması olarak kullanılan yapı, Ermeni cemaatine ait bir kilisedir. 1988 yılında camiye dönüştürülmüş. Bölgede birçok zanaat (dokumacılık, şalcılık), ticaret ve bağcılıkla uğraşırlar. Selim Ölçer’in annesinden dinlediği anekdot, 1915 olaylarını tüm çıplaklığıyla göstermesi açısından önemlidir: “1915’de Ali amcan Muş bölgesinde askerlik yaptı. Oradaki Ermeni köylerini yakarken, ertesi gün askerliği bitiyor. Son akşam gelmiş artık. Saat beşte askerlik bitecek. Son köyü yakarken orada bir kız çocuğuna rastlıyor, bir kız çocuğuna. Komutanına gidip diyor ki, ‘Benim kızım yok, izin verirsen ben bunu öldürmeyeyim, alıp götüreyim kendimle.’ Kimseye anlatmamak kaydıyla onaylıyor komutan…”
Özen B. Demir ve Onur Erden, Dr. Selim Ölçer: “Ne Kahramanlara Ne de Kahramanlığa İnanırım”, İletişim Yayınları, İstanbul, 2025, 272 sayfa.
Eğitim ve meslek yolculuğu
Selim Ölçer henüz 14 yaşında (1962) ayrılır Silvan’dan. Lise, tıbbiye ve uzmanlık eğitimi Ankara’da. Diyarbakırlı olduğu kadar Ankaralı. Dostluğa, barışa, demokrasiye inanan bir Kürt aydınıdır. Siyasi, mesleki mücadelesi Ankara’da. 68 kuşağından. Tıbbiye’de 1970’lerde Fikir Kulübü Başkanlığı yapar. Faşistlerin, dönemin Ülkü Ocakları Başkanı ve Osman Durmuş’un (1999-2002 Sağlık Bakanı) içinde olduğu bir grubun, Ankara Tıp Fakültesi Morfoloji binasına basarak Selim Ölçer’i bir kamyonete bindirip kaçırma hikâyesi var. 60’lardan 2000’lere kadar Ankara. 2000 sonrası tekrar Diyarbakır.
“Sempatizanlık ve aidiyet” olarak kendisini 68 kuşağı içinde 68’in devrimcisi olarak tanımlar. “Öyle yüksek teorik donanımı olan, militanlık yapan bir sosyalist olmadım,” diyerek de ilave eder. Kendisini sosyalizme hayranlık duyan, yönelimi olan, sol değerlere bağlı birisi olarak ifade eder. 68 kuşağı içinde yer almıştır ama 12 Eylül öncesi 78’in militan, örgütlü mücadelesi içinde yer almamıştır. 1977-80 KBB ihtisas dönemi, 1980-84 aynı klinikte şef muavini olduğu, mesleki konularda yetkinleşmeye yoğunlaştığı dönemdir.
Mesleğinde başarılı bir hekimdir. Açık rinoplasti denilen ameliyatı ilk kez kendisinin getirdiğini söyler. 1987 yılında Yugoslavya Zagreb’de bu ameliyatı öğrendiğini, sonra Türkiye’ye getirdiğini ifade eder. Meslek yaşamında hekim olarak yoksulun yanında yer almıştır. 2000’li yıllardan sonra döndüğü Diyarbakır’da açlık sınırında yaşayan yoksul insanlara yardım için kurulan Sarmaşık Yoksullukla Mücadele ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği kurucuları arasında yer alır. Dernek 2016 yılında kapatılır. “Terör örgütüne yardım ve yataklık” suçlaması ile yargılandığı dava şu an Yargıtay’dadır.
Genellemelerden kaçınmak gerektiğini bilerek yazıyorum. Doğu toplumlarında duygusallığın öne çıktığını, peşinden sürüklendikleri “kahramanları, liderleri, önderleri” olduğunu söylesek çok da hatalı yargıda bulunmuş olmayız. Bu anlamda Batı toplumları daha rasyoneldir. Bir Kürt aydını olarak Selim Ölçer de, “Ben ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanırım kardeşim. İnanmam. Bizler belki toplumun şöyle veya böyle önderleri olabiliriz, ufak tefek liderleri olabiliriz. Ama toplumun kahramanı, kurtarıcısı, bilmem nesi değiliz,” derken Batılı bir zihin dünyasını görüyoruz. Her ne kadar kendisi abiliği kabul etmese de, o Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarihinde saygın bir yeri olan abilerimizdendir.
Öbür yandan memleketi olan, çok kültürlü, çok kimlikli kadim şehir Diyarbekir’ın kültürel kodlarında da abilik vardır. Şair-yazar Veysel Öngören (1931-98), eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana (1940-…), yazar, siyasetçi, hekim Tarık Ziya Ekinci (1934-2024) hekim Mahmut Ortakaya (1938-…), gazeteci, şair Ahmet Arif (1923-91) bunlardan sadece birkaçıdır. O, klasik sol jargondaki şeflik, abilik kültürüne uzaktır. Başkanlık kültürüne, kurtarıcılık anlayışına yatkın değildir. Bu nedenle ne kahramanlara ne de kahramanlığa inanır. Ama şurası bir gerçektir ki hekim hareketinde; 1986-90 Ankara Tabip Odası (ATO) Başkanı, 1990-95 TTB-MK Başkanı olarak yönetsel sorumluluklar üstlenmiş, TTB tarihinde bir döneme (1980-2000) damgasını vurmuştur. Övgüye ihtiyacı olmasa da, isminin anılması yakın tarih açısından önemlidir. Bu anlamda Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu’nun son dönem genel kurul konuşmalarıyla ilgili bir anekdotu kendisinden dinleyelim: “Her kongrede kalkar, Nusret Hoca’yı (Fişek) över, ‘Erdal Atabek şöyle yaptı’ der. Ata Soyer’leri zikreder… Bir tek defa bile ağzına almaz ismimi… Bu niye zor mesele?”
TTB ve ATO’da iz bırakan dönem
Ortak aklı öne çıkartan, katılımcılığı önemseyen, ortak üretme kültürüne yatkın birisi olarak, bir başkandan çok orkestra şefi gibi ATO’da ve TTB’de yönetsel görevler üstlenmiştir. Dostluğu, yoldaşlığı, birlikte bir şeyleri kurtarmayı önemser. Muhabbet adamıdır. Döneminde hekim mücadelesinde büyük işler başarılmıştır. Ama o, mütevazılığı elden bırakmaz.
80 sonrası ilk memur eylemi, 12 Eylül darbesine karşı ilk çıkış, hekimlerde ilk uyanış, ilk hekim hareketi, beyaz eylemler; onun ATO Başkanlığı döneminde hekimlerin oda çevresinde örgütlenmesiyle olmuştur. Muayene hekimleri bile bu eylemlere katılmıştır. Bakanlık önünde beyaz önlük atmalar, hastanelerde toplu nöbetler, sessiz yürüyüşler (1988)… 90 yıllarda eylem otobüsü ile Numune Hastanesi’nin önüne girmeleri, o dönemi yaşayanlar için hâlâ hafızalardadır. Dinamik, etiğe, sendikalaşmaya, demokrasiye ve insan haklarına sıcak bakan bir TTB’yi güçlü bir ekip olarak birlikte yaratmışlardır.
İskender Sayek’in katkılarıyla ilk kredilendirme kurulu kurulmuştur. Toplum ve Hekim daha canlı hale getirilmiş, Tıp Dünyası yayına başlamış, STED (Sürekli Tıp Eğitim Dergisi) çıkarılmıştır. UDEK (Uzmanlık Dernekleri Eşgüdüm Kurulu) kurulmuştur. Katılımcılık ve kitleselleşme adına GYK, kol ve komisyonların kurulması, var olan komisyonların aktifleştirilmesi bu dönemdedir. Hekim mücadelesini insan hakları mücadelesinden ayrı düşünmemiştir. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) kuruluş süreçlerinde yer almıştır.
*Dr. Selim Ölçer (Fotoğraf: TTB/X)
O, meslek odası çalışmalarında dinamik siyaset ile meslek aktivizmini dengelemiştir. Politik ama politize olmayan bir TTB’nin yaratılmasında katkıları büyüktür. Her olayda “hekimler bu işe ne der?” sorusunu aklından çıkarmamıştır. Nusret Hoca’ya olan saygısını, sevgisini her daim ifade eder. Selim Abi ve o döneme damgasını vuran herkesin söylediği “Nusret Hoca TTB’nin çok önünde bir insan” olmasıdır. Bir generalin oğludur ama gerek 12 Mart’ta gerek 12 Eylül’de darbecilere karşı durmuştur. Sosyalizasyonun mimarı, duayen bir hekim olarak idam cezasına ve işkenceye karşı tutumundan dolayı yargılanmıştır (1985).
Selim Ölçer; mecburi hizmet, uzmanlık ve meslek yaşamında onun öğretileriyle hekimlik yaptığını söyleyerek ona olan saygısında kusur etmez. 1986-90 yıllarında ATO çevresinde “çağdaş hekimler” olarak örgütlenen, daha mücadeleci, dinamik bir ekip ED-TTB’nin (Etkin Demokratik TTB / 1990) nüvesini oluştururlar. Ata Soyer’in mizahi anlatımıyla ekip; 68’den arta kalan, 78’den ucuz yırtan, 80 sonrası mezun olup hekimlik yapmak isteyenlerdir. “Nasıl bir TTB tartışmasına giriş” başlığı altında bir metinle ilkelerini, çizgilerini, yaklaşımlarını ortaya koyarlar. Nusret Hoca başkanlığındaki mevcut yönetim “Gerçekler bilinmeden hayal bile kurulamaz” adlı bir metinle tartışmaya katılır. Daha genç ve dinamik olan Selim Ölçer ekibi bir heyet oluşturarak (Selim Ölçer, Şükrü Hatun, Okan Akhan, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Recep Akdur) “Sensiz bir şey yapmak istemiyoruz, lütfen beraber girelim listeye” diyerek hocanın evine kadar gidip ikna etmek için çaba gösterirler. Nusret Hoca “Ben sizinle ortak programa girmem, ben sokak politikacılarıyla çalışmam” diyerek ayrı listeyle seçime girer. Sonuçta 7 kişilik TTB-MK’ye; Nusret Hoca’nın listesinden kendisi ve oğlu Gürhan Fişek, diğer listeden Selim Ölçer, Recep Akdur, Füsun Sayek, Eriş Bilaloğlu, Ata Soyer girer.
Kitap; Selim Ölçer’in emeğini, mücadele tarzını, TTB’ye katkılarını gelecek kuşaklara, genç hekimlere ve topluma aktarması bakımından, ayrıca TTB’nin yakın tarih hafızası açısından önemli bir kaynak. Yakın tarihi yazmak, bir noktada yakın gelecekle konuşmaktır. Bu hafızayı ortaya çıkardıkları ve akıcı bir nehir söyleşisi gerçekleştirdikleri için Özen Demir ve Onur Erden’e teşekkürler. Kaleminize sağlık.
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek...
Hekim ve hukukçu. 1991 Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017 yılı Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 2004 yılı Türkiye Orta-Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı, 2018 yılı Okan Üniversitesi Sağlık Yönetimi Yüksek Lisansı mezunu. 2020 yılında Mersin Barosundan avukatlık ruhsatı aldı. Aktif avukatlık yapmadı. 1998-2008 yılları arasında Mersin Tabip Odasında 4 dönem yönetim kurullarında yönetsel sorumluluklar aldı. 2020-24 TTB-Yüksek Onur Kurulu üyesidir. “TTB’ye Adanmış Bir Ömür: Dr Mahmut Ortakaya” kitabının yazarı.