İmzasını taşıyan Duvarlar-Mauern-Walls, 3 Saat: Bir ÖSS Belgeseli, Benim Çocuğum yapımlarından tanıdığımız Can Candan bu kez Türkiye’nin nükleer santral hikayesini anlatacak bir belgesel için çalışıyor.
Türkiye’de nükleer enerji tartışmaları sürerken çekilecek Nükleer Alaturka adını taşıyan belgesel hayatımızı doğrudan belirleyecek bir süreci ele alacak.
Candan tartışmalar esnasında ileri sürülen “ekonomik ihtiyaç”, “enerji ihtiyacı” gibi iddiaları “nükleer için ortaya sürülen bahaneler” olarak niteliyor.
Candan’ın anlattıklarına bakılırsa, nükleere dair yerel ve küresel hikayelere tanıklardan uzmanlara, aktivistlerden politikacılara yaşayanların ağzından yer verecek Nükleer Alaturka, Türkiye’nin “nükleer tarihine” bakarken geleceğimize dair de sözünü esirgemeyecek.
“Birlikte nükleer geçmişimizi anlamaya çalışalım ki, nasıl bir nükleer gelecek istediğimize karar verebilelim diyoruz.”
Can Candan'la nükleer enerji tartışmalarını, Nükleer Alaturka'yı ve destek kampanyasını konuştuk
Hazırlıkları süren Nükleer Alaturka belgeselini çekme fikri nasıl ortaya çıktı, belgeselin varlığı nasıl bir ihtiyaca denk düşüyor?
Türkiye’de 1960’ların başından beri bir nükleer santral kurulmaya çalışılıyor, 1976’dan bu yana da Akkuyu ilk santralin yeri olarak telaffuz ediliyor. Bu tarihten bu yana da, yani 40 yıldır devam eden bir nükleer karşıtı hareket söz konusu.
Bu konuda bir belgesel yapmayı ilk kez 1995 yılında düşünmüştüm. O yıl 2. Akkuyu Şenliği’ne gitmiş, nükleer karşıtları ile tanışmış, çekim yapmıştım. Yıllar boyunca bu belgesel fikrini düşünmüş ve 2009’da da “Nükleer Alaturka Film Projesi” adında bir Facebook grubu kurarak araştırmalara başlamıştım.
Nisan 2015’te her yerde, reklam panolarında, televizyonda, sinemada, internette “Akkuyu Nükleer” reklamları belirdi ve bu şekilde nükleer enerjiyi güzelleme ve olumlu bir algı yaratma operasyonuna girişildi. Uzakta sessiz sedasız yapılmakta olan nükleer santral artık gözümüze sokulmaya başladı.
Bu dönemde çeşitli şekillerde tüm muhalif sesler susturulmaya çalışılırken, çevre muhalefeti de susturulmaya çalışılıyor. Şeffaflık, hesap verilebilirlik, yaşam hakkına ve çevreye duyarlılık ise hak getire…
Çok geç olmadan, bizim de sesimizi daha fazla çıkararak çevre mücadelesini yükseltmemiz, nükleer enerjiyi tartışmaya açmamız gerekiyor. Bu belgesel de bunun için yola çıktı.
Birçok ülke nükleer enerjiden vazgeçtiğini açıklarken, alternatif kaynaklara yatırım yaparken Türkiye’nin nükleer enerjideki ısrarını neye bağlıyorsunuz?
Halkın çıkarlarını koruyup, kollamakla yükümlü olan hükümetin ulusal ve uluslararası sermaye ile içiçe olması ve para kazanmak için her yolu mübah görmesine bağlıyorum. Toplumsal muhalefetin zorla susturulmaya çalışıldığı bu günlerde de serbestçe at koşturmaktalar.
Bunlar zamanın gerisinde kalmış enerji politikaları ile de kendini gösteriyor. Sonuçta birçok ülke sürdürülebilir ve yenilenebilir enerji politikalarına geçerken Türkiye’de "herkes gider Mersin’e biz gideriz tersine" durumu ile karşılaşıyoruz.
Türkiye'nin nükleerle ilişkisi tartışılırken işin ekonomik boyutundan da enerji ihtiyacından da çevresel etkisinden de söz ediliyor. Belgeselde bunlardan biri veya diyelim, nükleere karşı süren mücadele merkeze oturacak mı, başka bir planınız ve/veya yaklaşımınız var mı, yoksa yapım kendi yolunu mu bulacak?
Ekonomik ihtiyaç veya enerji ihtiyacı nükleer için ortaya sürülen bahanelerden. Nükleer enerji siyasi bir karardır. Bir gereklilik değildir.
Biz olaya teknik, ekonomik ya da enerji hesapları açısından bakmaktan ziyade bir demokrasi, yaşam hakkı ve etik meselesi olarak bakıyoruz. Nükleer silahlar, enerji, sızıntı, kazalar, atıklar ve bunların yaşam hakkı üzerindeki etkileri bizi ilgilendiriyor. Nükleer karşıtı hareket de doğal olarak bu meselenin önemli bir aktörü olarak filmde yer alıyor.
Bir açıklamanızda “Türkiye’nin bazen sarsıcı, bazen trajikomik ve çoğu zaman da absurd nükleer hikayelerini anlatmak için yola çıktık” demiştiniz. Belgeseli nasıl bir yapıya oturtmaya çalışacaksınız? Seyirciyi neler bekliyor bu belgeselde?
1986’da “Çernobil bulutları” tepemizden geçerken Türkiye’de siyasi liderler radyasyonun sağlığa olumsuz bir etkisi olmadığını iddia ederek halkı radyasyonun tehlikeleri konusunda aldatmaya çalışmışlardı.
“Biraz radyasyon iyidir”, “Radyoaktif çay daha lezzetlidir”; “Radyasyon kemiklere yararlıdır” gibi söylemlerin “alaturkalığı” ve absürdlüğü, Türkiye'nin 1930’lardan bu yana yazılmakta olan nükleer tarihindeki hikayeler ile birleşince ortaya trajikomik bir belgesel çıkıyor.
Nükleer Alaturka’da bu pek bilinmeyen yerel ve küresel hikayeleri birebir yaşayanlardan, tanıklardan, uzmanlardan, aktivistlerden, politikacılardan dinleyeceğiz. Nükleer Alaturka’yı görsel-işitsel arşiv malzemeleri, Cem Dinlenmiş’in animasyonları ve Mozart'ın mehter marşından esinlenerek bestelediği söylenen "Rondo Alaturka”sı ya da "Türk Marşı" ile seyirciyi kâh düşündüren, kâh güldüren, kâh hayret ve dehşet içinde bırakan bir belgesel olarak tasarlıyoruz.
Belgesel atom kelimesinin dilimize girdiği 30’lardan başlayarak AKP iktidarının nükleer enerjiyi dayattığı bu günlere kadar seyirciyi bir keşif yolculuğuna çıkarmayı hedefliyor. Birlikte nükleer geçmişimizi anlamaya çalışalım ki, nasıl bir nükleer gelecek istediğimize karar verebilelim diyoruz.
TIKLAYIN - NÜKLEER ALATURKA BELGESELİ DESTEK BEKLİYOR
Film ekibinde kimler yer alıyor, ekipte yer almak için mesleki formasyon dışında bir kriter gözetiyor musunuz ya da kısaca, ekibi nasıl oluşturdunuz?
Filmin yönetmeniyim ve aynı zamanda yapımcılarından biriyim. Bu benim dördüncü uzun metraj belgeselim olacak. Daha önce Duvarlar-Mauern-Walls (2000), 3 Saat: Bir ÖSS Belgeseli (2008), Benim Çocuğum (2013) belgesellerini yapmıştım.
Bu projede birlikte çalıştığım diğer iki yapımcı arkadaşım: Surela Film'den 5 Nolu Cezaevi (2009), Benim Çocuğum (2013) ve Bakur (2015) gibi belgesellerin yapımcısı Ayşe Çetinbaş ve 2015’te Berlin'de düzenlenen "77-13 Türkiye’de Direnişin Sanatı” sergisinin küratörlerinden Christian Bergmann.
“Beni Akkuyu’larda Merdivensiz Bıraktın: Türkiye’nin Nükleerle İmtihanı” (2015) kitabının yazarı Filiz Yavuz ekibe danışman ve araştırmacı olarak, Boğaziçi Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Bölümü öğretim üyesi İlke Ercan ise bilimsel danışman olarak, yine Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü doktora öğrencisi Saadet Özen de arşiv araştırmacısı olarak katıldı.
Penguen dergisindeki "Her Şey Olur" köşesi ile tanınan Cem Dinlenmiş çizer, Selen Çatalyürekli yardımcı yönetmen, Arda Çiltepe ise yardımcı yapımcı olarak ekipte.
Filmin görüntü yönetmenliğini Meryem Yavuz, ses yönetmenliğini Oğuz Kaynak ve kurgusunu da Özcan Vardar yapacak. Grafik tasarımları da yine 'Benim Çocuğum'da birlikte çalıştığımız Fevkalade ekibi yapıyor. Bu kişilerin ortak noktası projeye gönül vermiş olmaları ve işlerini iyi yapmaları.
Nükleer Alaturka sadece ismini saydığım ekip arkadaşlarımın değil, filmin hayata geçirilmesini önemseyerek yapım sürecine destek vererek dahil olan pek çok kişinin ortak emeğiyle yürütülüyor.
Belgesele destek olmak isteyenler için kitlesel fonlama sitesi Indiegogo’da bir kampanya sürüyor. Bu kampanya nasıl gidiyor? Destek mekanizmasını anlatabilir misiniz?
Bu belgeselin ısmarlayanı, sponsoru yok. Bağımsız bir belgesel yapıyoruz.
Bu yüzden ancak bireysel ve kurumsal desteklerle gerçekleştirebiliriz. Kitle fonlaması da böyle bir belgeselin hayata geçmesini isteyenleri bir araya getiriyor ve böylece film sahipleniliyor, bir nevi birlikte üretiliyor.
Kampanyaya destek olmak isteyenler internet üzerinden kredi kartları ile istedikleri miktarda katkıda bulunabiliyorlar. Katkılarının karşılığında filmi sahiplenmenin, dayanışma içinde bu filmi mümkün kılmanın tatmini dışında bizden de küçük teşekkür hediyeleri alıyorlar.
Kitle fonlaması kampanyamız 1 Mayıs gecesi sona eriyor. 300 destekçinin üzerine çıkabilmeyi hedefliyoruz ve herkesi ‘Nükleer Alaturka’yı sahiplenmeye, filmi birlikte yapmaya davet ediyoruz. (YY)