Burnu kesilen...
Bir süre önce tecavüzcüsü ile imam nikahıyla evlendirilen ve bir de oğlu olan R.G, kocası gene bir tecavüz suçlamasından hapse girince, kayınbiraderinin tecavüz girişimiyle avutulmak istenmişti. R.G karşı gelince de kayınpederi ve kayınbiraderi tarafından cezalandırılarak(!) burnu kesilmişti.Yirmi dikiş atılmış burnunu ebediyen yüzünün ortasında taşımak ve her sabah kalktığında karşılaştığı suretinde, yaşadığı her şeyi hatırlamak, atılan her dikişle yüzüne yamanmış acıyı seyretmek zorunda bırakılmıştı.
Bu yazılanlar yalnızca birer tahmin. Çünkü onu unuttuk. Çabucak ve isteyerek. Benim de aklıma aniden ve suçluluk duyarak düşmesinin nedeni; o fotoğraftaki kesik burunlu, yalnızca ince bir deri parçası ve kafatasından oluşan ve neredeyse 200 yıl öncesine sabitlenmiş ifadesiz bir surattı. Şimdi bu şekilde ve utanarak hatırladığım R.G ne haldedir, nerededir? Affınıza sığınarak bilmiyorum.
Bedeni kazınan...
Ama onun yaşadıklarına benzer olayların hala devam ettiğine tanıklık ediyoruz. 17 yaşındaki M.K da onlardan biri ve gene bir imam nikahlı koca. Yakalandığında gazetecilerin "Yaptıklarından pişman mısın?" sorusu üzerine, "Pişman değilim. Namusum için yaptım. Kesinlikle vicdan azabı çekmiyorum. Söz konusu namus olunca hiçbir şey hissetmedim. Namus olayı olmasaydı yazık olurdu, ancak şimdi yazık değil. Bana ihanet etti" diyen biri.
Gencecik bir bedeni kendi malı sayıp, saatlerce süren bir işkenceyi jilet marifetiyle gerçekleştiren ucube bir zihniyete itaat eden ellerini affetmiş çoktan. Ama elbette onun ne düşündüğü ya da ne söylediği önemli değil. M.K' nın ensesinden topuklarına kadar, 28 ayrı yere kazınan dehşetli imzanın sahibini nasıl hatırlayacağı önemli. Hapishane duvarlarından dışarı taşan o "keskin" varlığı ruhunda hep taşıyacak çünkü.
Kardeşinin kurbanı olan...
Bir başka genç kadın ise kardeşi tarafından sözüm ona "açık giyindiği ve erkeklerle gezdiği" için öldürüldü. Öldürüldükten sonra kardeşinin üzerine örttüğü (haberde ölüm sebebini anlatan kelimeleri kadar soğuk) yorganın ağırlığını bile hissedememiştir cansız bedeni.
Namus... Kimin ki?
Türkiye'de pek çok kadın bu tip işkencelere maruz bırakılıyor ve öldürülüyor. Sebep, kişisel hikayelerin özelliklerinde değişiklikler gösterse de hemen hemen aynı; namus. Ama kadınların değil erkeğin ve erkek gibi düşünenlerin namusu. Bu tip cinayetlerin ya da yaralamaların failleri kendi geçmişlerinin ve dolayısıyla toplumun o şaşmaz öğrenimlerine aracı kıldıkları denetimsiz öfkelerini dövdükleri, yaraladıkları ya da öldürdükleri kadınların bedenlerine kazıyorlar. 'Namus' sözcüğüyle taçlandırdıkları hayvani parçayı unutmasınlar, hep üzerlerinde taşısınlar diye ve onları cezalandırmak için yapıyorlar bunu.
İki alem...
Bizim belleğimiz ekranlarda hızla eriyen görüntüler gibi akıcı ve unutkan. "Porno skandalı" diye lanse edilen konu üzerine günlerdir yazıp çizenler aynı alakayı üçüncü sayfa sınırları içinde hapsolmuş böylesi haberlere göstermekte çok cimri davranıyor. Ama haklılar.O iştah açıcı görsel malzemeyi vermiyor, magazinel merakı beslemiyor bu tip haberler. Ne de olsa sıradan insanlar onlar. Ölümleri de yaşamları kadar sıradan.
Onlar başka bir alemdeler. Yarattıkları dünyanın gayri meşru vakasını kendi elleriyle hoplatıp zıplatıp bir yandan da pataklayanların uzağında kendi acılarıyla kavruluyorlar. Bu örnekler farklı hayatların, aynı dilin konuşulduğu bir koridorda buluşmasını göstermiyor bana kalırsa. Bu sadece bir yanılsama. Birinde ölümün kesin sesi duyuluyor çünkü.
İşte gerçek bu. Her şeye rağmen toplumsal cinsiyet adaletsizliğinin had safhada olduğu Türkiye'de bilhassa kadın örgütlerinin bu tip olaylar karşısında aldığı tavrın daha belirleyici olmasının ve durduğu yerin pek çok açıdan daha güçlü kılınmasının zamanı geçiyor.
Öncelikli olarak ise spot ışıkları altında ve elbirliği ile dibine kadar yargılanan bir kadının hayatının, bir gecekondunun içinde işkence gören başka bir kadının hayatıyla aynı seviyede ve aynı dilde karşılanması gerekiyor. Namuslarını kadınlara geri vermek için elbette. (TÖ/EK)