Karşınıza her an her yerde çıkabilecek bir sanatçı Nalan Yırtmaç. Yaptığı işler ile gün gelir bir işçi olur, gün gelir evi yıkılmış bir çocuk bazen de tarlasından, bahçesinden koparılmış bir köylü olur, bakar bize. Sesi duyulmayana ses katar, görünmeyeni görünür kılar. Bunlardan rahatsız olup kafanızı çevirenlerdenseniz, kurtuldunuz sanmayın zira Nalan Yırtmaç üretmeye devam ediyor.
Şimdilerde galeri x-ist'teki 'Lütfen Arkaya Doğru İlerleyiniz 2: Afetşehir' sergisi ile karşımızda olan sanatçı, bizi kentsel dönüşüm adı altında yapılan rantsal dönüşümle, doğayı tahrip eden Hidro Elektrik Snatrelleri (HES) gerçeği ile yüzleşmeye çağırıyor.
19 Ocak'a kadar açık olan sergide sanatçının, Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde ve İstanbul'da çektiği fotoğrafları kullanarak yaptığı kolajlar ve yeni resimleri bulunuyor.
Bu sergi aslında bir serinin ikinci perdesi. İlk perde olan 'Lütfen Arkaya Doğru İlerleyiniz'de kentsel dönüşüm ve yok olan mahalle kültürü gibi gerçekliklere odaklanan Yırtmaç serinin ikinci perdesinde yolunu Anadolu'ya düşürüyor.
Bizi de peşinden sürükleyen Nalan Yırtmaç'la kentte, kırsalda yaşanan yıkımı, bir şehrin ne zaman afetşehire dönüşeceğini ve sanatını konuştuk.
Lütfen Arkaya Doğru İlerleyiniz 2/Afetşehir serinin ikinci sergisi. İlki İstanbul eksenli iken ikinci sergi Anadolu'ya götürüyor bizi. Sizi Anadolu'ya götüren neydi?
Şehir ve yıkım dendiğinde akla ilk olarak İstanbul geliyor ama benzer bir yıkım Anadolu'da da var. Özellikle HES inşaatları nedeniyle Karadeniz yıkımdan fazlası ile payını almış durumda. Tam da bu yüzden...
"Taksim afetşehir oldu"
Peki kentsel dönüşüm ve HES inşaatları hayatını nasıl etkiliyor? Neden bu konuya odaklandın?
İki yıldır aklımdaydı HES'ler. Geçen yıl Rize'de bir köye gittim. Rize'den Borçka ve Artvin'e kadar yolculuk yaparken onlarca HES inşaatı gördüm. Sonra dönüşte İstanbul'da bir panele gittim.
İyi ki bu panele gitmişim. Panel konuşmacıları kendi yasam alanları için mücadele veren kadınlardan oluşuyordu. Loç vadisinin sari yazmalı kadınları, termik santrale karsı direnen Gerzeli kadınlar, nükleer santrallere geçit vermeyen Sinoplu kadınlar, Dersim'de yasam alanlarının yok edilmesine, baraja karsı direnen Dersimli kadınlar tecrübelerini anlattı.
İşte bu kadınlar beni çok etkiledi. Urfa Halfeti'ye de gitmiştim. Baraj yapımından sonra Halfeti ve Savaşan köyünün verimli toprakları sular altında kalmış, halk yukarı taşınmış,10-20 adet tas ev dışında her şey Fırat suları altında kalmış. Bu manzara yüzünden üç-beş turisti ağırlayan insanlardan başka pek kimse kalmamış köyde.
Yeni Halfeti'ye, yukarıya TOKİ binalarına taşınan insanlarla tanıştım. Barajdan nefret ediyorlar. Yeni taşındıkları tek katli TOKİ'lerde mutlu değiller. Eski yaşadıkları, Urfa'nın o sıcağına rağmen, yemyeşil her türlü ağacın, meyvenin, sebzenin ve turunçgillerin yetiştiği bahçelerini özlüyorlar.
Yeni Halfeti beton, asfalt, kuru topraktan oluşuyor. Vatandaş TOKİ'lerde suya, elektriğe, her şeye para ödediği için şikayet ediyordu. Bütün bunlar beni etkiledi.
Serginin adında ilkinden farklı olarak 'afetşehir" vurgusu var. Bir şehir ne zaman 'afetşehir'e dönüşür?
Bence Taksim afetşehir oldu. Tarlabaşı yıkımı, Taksim meydan düzenlemesi, alt geçit inşaatları ayni anda devam ediyor. Her gün işe gidip gelen vatandaş, günde en az iki defa mağdur ediliyor.
Bütün otobüs durakları, dolmuşlar, yaya yolları, metro engelli giriş çıkışları iptal oldu. Her şey karmakarışık. Yağmur yağdığında inşaat kazılarından akan çamurlu su, Tarlabaşı bulvarından aşağı bir dere gibi dalga dalga çağlıyor.
Yayaların can güvenliği düşünülmedi. Paravanlarla düşüncesizce kapatılmış bu tehlikeli caddeliden koşturup duruyoruz. Her gün yüzlerce insan aynı noktada otobüs bekliyor, inanılmaz bir şey bu.
Hala yıkımın devam ettiği bu yerde, Tarlabaşı bulvarının göbeğinde bir yandan otobüsün, dolmuşun yolunu gözlerken bir yandan yıkım molozlarının kafanıza inmemesi için arkanızı kollamak zorundasınız.
Tarlabaşı konumu itibari ile de pek çok tartışmanın gündeminde. Evler yıkılıp, insansızlaşıyor ve bu süreci belgelemek ya da görünür kılmak isteyen sanatçıların da uğrak yeri haline geliyor. Tarlabaşı özelinde kentsel dönüşüm mağduru alanlara sanatçının içerden ya da dışardan bakışı nasıl bir fark yaratıyor?
Bu dönüşüm, kendi rant kaynağını bulmaya yönelik çabalara sahne oldu. Bu cümleyi içeriden, Tarlabaşı'nın yıkılan kısmından kuruyorum. Hatta sokağın vahşi, örgütsüz sanatı sayılan graffiti, yerel yönetim imzasıyla bir promosyon ve bu olup biteni sıradanlaştırma, normalleştirme aygıtı olarak sunuldu. Bunu, Begüm Özden Fırat bir yazısında çok güzel ele almıştı. Çok yerinde bir eleştiriydi.
Sanatçı kentsel dönüşümün yarattığı yıkımı görünür kılmak isterken hangi koşullarda yıkıma ortak olmuş olur? Sanatçı kendini bundan nasıl kurtarabilir?
Bu yıkımı örgütleyen her türlü kurum ve kişi ile maddi manevi ilişkide olduğu sürece, sanatçı bu yıkımın aktif bir parçası olur. Sanatçının kendini bundan kurtarabilmesi ise hayatı ve ilişkileri boyunca her kılıktaki iktidarla arasına koyduğu koşulsuz mesafe ile mümkün olabilir.
Anadolu da yıkımdan fazlasıyla payını alıyor ancak bu konudaki sanatsal üretimlerin çoğunlukla İstanbul'a odaklandığını görüyoruz. Bunun sebebi ne?
Evet, günümüz sanat üretim ve tüketiminin çoğunluğu, ekonomi ve iletişim haritası açısından İstanbul'da. Ama buna rağmen, sevindirici biçimde Sinop, Antakya, Mardin ve Çanakkale'de de kültürel, sanatsal hareketler olduğunu biliyoruz.
Hatta Mersin'de geçen sonbaharda yalnızca kentsel dönüşüm odaklı 'Hasar Tespiti' adlı bir uluslar arası sergi deneyimi oldu. Bu yönüyle çizdiğiniz manzara, çok şükür o kadar da İstanbul odaklı görünmüyor.
Sergindeki işlerinde kafası eve dönüşmüş insanlar var. İşlerinde yer verdiğin insanların ev tanımı fiziksel bir tanımdan mı ibaret?
Tabii ki, burada gördüklerimiz sadece fiziksel tanımlarla sınırlı değil. Müsaadenizle resimlerin yorumlarını da izleyiciye bırakayım.
Kentsel dönüşümü yaşayan mahallelerde uzun zamandır çocuklarla beraber çalışıyorsun. Bu sürecin çocuklar üzerindeki etkisi nedir?
Çocuklarla daha çok karikatür çalışıyorum. Direk bu konular bağlamında çalışmalar yapmıyoruz tabii ki... Ama çocuklar dolaylı da olsa yaptıklarına evdeki, mahalledeki, yaşantılarını ilişkilerini yansıtıyor. Kentsel dönüşüm alanı içindeki çocukların daha çok şiddete maruz kaldıklarını görüyoruz. Büyüklere şüpheyle, geleceğe endişe ile bakıyorlar.
Sergindeki işler çoğunlukla sokağı anlatıyor, sergi mekânı ise bir galeri. Galeriler, sokağın dilini aktarmada ne kadar etkili?
Kastettiğiniz etki, galeride sergilenen işlerin sokağa yakınlığı ile ölçülebilir. Sokağın dilini aktarma becerisi ressama ve ortaya koyduğu işe bakar. İyi bir işi sergilenmesi için nereye koysanız koyun iyidir. Ayrıca sergideki işler sadece sokağı anlatmıyor ve ben sadece sokağın dilini kullanmıyorum. Yıllarca resim okuduğum için çok eski bir teknik kullanıyorum: fırça, boya ve tuval. Resimlerde sokaktan başka kırsalda ve kentte ev hayatı da var. Yani dışarısı kadar içerisi de söz konusu.
Önümüzdeki dönemdeki işlerinin odağında neler olacak, şimdiden belli mi?
Çalışmalarımın içeriğini yaşamın kendisi tayin ettiğinden, sorunuzun yanıtını ben de çok merak ediyorum. (MC/HK)
* Fotoğraf: Ahmet Emre Tanyıldız