"Ne yapacağımı bilmiyorum. Bana Afganistan’ın güvenli ülke olduğunu ve oraya geri dönebileceğimi söylüyorlar.”
“O dönem herkes Avrupa’ya gitme hayali kuruyordu. İnsanlar Avrupa’da koşulların daha iyi olduğunu düşünüyordu.”
“Başta niyetim Türkiye’de kalmaktı. Çünkü ülkeme yakın. Suriye’de işler değişirse ailemin yanına ve eski hayatıma geri dönebilirim diye düşünüyordum.”
“Artık orada yaşamak istemiyorum. Suriye’ye giderim, ama belki 10 yıl sonra, o da sadece ziyaret için.”
“Türkiye Avrupa sınırlarını açsa ülkede tek bir mülteci kalmaz.”
Bu cümleler savaş, yoksulluk ve çaresizlik gibi sebeplerle ülkelerini bırakıp Almanya’ya gelmiş mültecilere ait. Hepsinin geliş hikayesi farklı, ama sebepleri aynı; daha iyi bir yaşam.
Almanya uzun zamandır mülteci akınına uğruyor. Ancak 2015 için rekor yılıydı. Resmi rakamlara göre 2015 yılında Almanya’ya gelen mülteci sayısı 1,1 milyon oldu. 430 bini Suriyeli, 155 bini Afganistanlıydı.
Avrupa Birliği (AB) içinde yüzde 43 ile en fazla iltica başvurusu alan ülkenin Almanya olması tesadüf mü? Neden mültecilerin hedefinde Almanya var?
Bu sorulara yanıt aramak için son üç yılda Almanya’ya gelen Suriyeli, Afganistanlı ve Afrikalı gençlerle konuştuk. Hepsinin ortak özelliği yollarının Türkiye’den geçmiş olması. Üç buçuk milyonun üzerinde mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’de her gün yüzlerce kişi Avrupa’ya, özellikle de Almanya’ya ulaşmak için sınırları zorluyor. Her ne kadar Türkiyeli yetkililer “Göçmenlere kapımız açık” mesajı verse de, mültecilerin çoğu yalnızca bu kapıdan geçip gitmek istiyor.
Edirne’de sınırların açılmasını bekledi
Sınırı geçmek için Türkiye’nin Avrupa sınırındaki Edirne’de bir hafta bekleyen göçmenlerden biri de Laura Hassan. 2015 Eylül ayında yüzlerce mülteci, sosyal medyada örgütlenerek sınırın açılması için yürüyüşe geçmişti. Güvenlik güçleri tarafından Edirne Kırkpınar alanına getirilen mülteciler günlerce umutla beklemiş, ancak sınırların açılmaması üzerine İzmir, İstanbul gibi şehirlere geri götürülmüştü. Laura da onlar arasındaydı.
Suriye’de İngilizce öğretmenliği okuyan 25 yaşındaki Laura’yı Türkiye yollarına düşüren ise umuttu. Şam’da yaşayan Laura, iş bulamadığı için bir süre makyözlük yapmış. Daha sonra özel bir okulda iş bulmuş ama o da bir yıl sürmüş. Zamanla Şam’da da işlerin kötü gitmeye başladığını söylüyor Laura. Mültecilerin yürüyüşünü duyunca katılmak istemiş. Sınırların açılacağına inanmış.
“Mültecilerin beklediği alanda çok fazla gazeteci vardı, ilgi üzerimizdeydi” diyor ancak altıncı günün sonunda işin rengi değişmiş. Arkadaşıyla bir şeyler almak üzere alandan ayrılıp iki saat sonra geri döndüğünde kimseyi bulamamışlar. Sonradan öğrenmişler ki, polis alanı boşaltmış ve bazı mülteciler tutuklanmış. “Suriye’den gelmiştim, isteyeceğim son şey tutuklanmaktı” diyen Laura, İstanbul’a gidip ne yapacağını düşünmeye karar vermiş.
“Almanya’da dil öğrenebiliyorsun”
İstanbul’da bir hafta kaldıktan sonra, Avrupa’ya ulaşmak üzere yola koyulmuş. Yola çıkarken kafasında net bir ülke de yokmuş. Aslında başlarda Türkiye’de bir hayat kurmak da aklından geçmiş, ama vazgeçmiş.
Sebepleri tanıdık. Türkiye’nin mülteciler için özel bir politika ve programı olmamasından yakınan Laura, “Ayrıca mültecilere iyi davranılmadığını biliyordum. Ev kiralar ya da iş ararken eşit fırsatlara sahip değilsin. Eğitim için de bu geçerli” diyor.
Onun için Almanya’yı farklı kılanın dil öğrenme fırsatı olduğunu söylüyor; “Bu sayede hayallerini gerçekleştirebilecek fırsatlar yakalayabilirsin.”
Laura’nın Türkiye’den ayrılma kararında Türkiye’nin politik atmosferi de etkiliymiş.
“Türkiye Suriye savaşına dahil olmuştu. Yeniden savaşa yakın olduğumu düşündüm. Her an her şeyin değişebileceği hissi vardı ve orada olmak istemedim.”
“Ailesiz olur mu?”
Hayallerini gerçekleştirmek için çıktığı yol ise zorluymuş. İzmir’e giderek bir kaçakçıyla anlaşmış ve denizden Midilli’ye geçmek için 1100 dolar ödemiş. Yunanistan, Makedonya ve Sırbistan sınırlarını aştığı ve çok da bahsetmek istemediği bir Avrupa macerası başlamış Laura için.
Mültecilerin ülke seçimlerinde “tanıdık” faktörü çok önemli. Laura da Almanya’ya ulaştığında ona yardım eden Almanyalı bir arkadaşı, ülkede kalması için onu ikna etmiş. Seçiminden memnun görünüyor Laura. Humboldt Üniversitesi’nin Sosyal Bilimler bölümünde okuyan Laura’nın hayali, insan hakları çalışan sivil toplum örgütlerinde iş bulmak.
Laura her ne kadar kendini şanslı hissetse de Almanya’da mültecilerin en büyük sorunlarından biri ailelerin bir araya gelememesi. Geçen bir buçuk yılda Laura’nın annesi, babası ve kız kardeşi de Almanya’ya gelmiş.
Laura şanslı, ama bunun diğerleri için nasıl bir dert olduğunu şöyle anlatıyor.
“Sıkışmış durumdasınız, hiçbir yere gidemiyorsunuz. Aileniz de vize alıp Suriye’den çıkamıyor. Bütün yollar kapalı. Ailesiz olur mu?”
Tanıdık desteği belirleyici
Almanya’ya yedi ay önce gelen genç bir Suriyeli Badwi Zantah. Ailesini ve sevdiklerini bırakarak hiç tanımadığı bir ülkeye doğru yola çıkmış. Sebebi açık; savaş.
Arkadaşlarının, tanıdıklarının ölümüne şahit olan 26 yaşındaki Badwi için zamanla seçenekler azalmış; ya kalıp ölüm kalım savaşı verecek ya da yeni bir hayata yelken açacak. Tabi kararında askere alınma endişesi de etkili olmuş. Zira üniversite eğitimine savaş nedeniyle devam edemeyen Badwi, askere alınmak üzere arananlar listesine girmiş.
İkinci seçeneği seçen Badwi Türkiye’ye gelmiş. Ancak Türkiye’ye geçişi kolay olmamış. Sınırı geçmek için kaçakçılarla anlaşmış. İlk denemede başarısız olmuş, daha sonra Hatay’dan Türkiye’ye girmeyi başarmış. Filmlere konu olacak anlar yaşamış bu yolculuğunda.
Hatay’dan Mersin’e geçen ve burada arkadaşlarıyla buluşan Badwi’nin Türkiye macerasıysa burada eğitimine devam edemediğinden iki ay sürmüş. İşe başladığı camcıda uzun çalışma saatlerine karşılık 200 dolar kazanıyormuş ki bu para Türkiye’de asgari ücretin yarısına denk.
Kazandığıyla geçinemeyince o zor kararı almak zorunda kalmış.
“Türkiye hem Suriye’ye yakın hem de kültürel olarak benziyor. Farklı bir ülkeye gitmek riskliydi. Avrupa’ya nasıl giderim diye soruşturmaya başladım. Hollanda, Almanya fark etmiyordu. Bana kötü davranabileceklerini, mülteci olarak kabul edilmemin uzun zaman alabileceğini söyleyenler oldu.”
Badwi’yi cesaretlendirense yine tanıdık faktörü olmuş; daha önce Almanya’ya giden arkadaşlar.
“Türkiye’de geçinmek Türkler için bile zor”
Almanya’ya geçmek için yine kaçakçılarla anlaşmak zorunda kalan Badwi, denizden Yunanistan’a geçmek beş bin avro ödemiş. Nihayet sahte bir pasaportla Düsseldorf havaalanına ulaşmayı basarmış.
“Yolculuğum beklemediğim kadar kısa sürdü” diyen Badwi pek çok mülteciye kıyasla kendini şanslı sayıyor ve bu şansın Almanya’ya geldikten sonra da devam ettiğini anlatıyor.
“Arkadaşlarım başvurunun sonuçlanmasının aylar aldığını söyledi ama benimki 15 günde bitti. Üç yıl da oturma izni aldım. Gelmeden önce hiçbir beklentim yoktu. Nazilerden çekiniyordum. Ama hiç öyle insanlarla karşılaşmadım.”
Potsdam’da yaşayan Badwi şimdilerde Almanca öğreniyor; sonrasında ise üniversiteye gitmek istiyor.
Bir süre yaşadığı Türkiye’yi ise şöyle değerlendiriyor.
“Bunu söylediğim için üzgünüm. Almanya mültecilerle başa çıkma konusunda çok daha iyi, konuyu insani boyutta ele alıyor. Burada ayda 400 euro alıyorum. Dışarı çıkıp yemek yiyorum, ihtiyaçlarımı karşılayabiliyorum. Ama Türkiye’de Türkler için bile geçinmek zor. Mülteciler için daha da zor.”
Uzun mesai saatleri, az para
Üç yıl önce Almanya’ya gelen, eşi ve bir buçuk yaşındaki çocuğuyla Potsdam’da yaşayan Ola Al-Khouja’nin gelişinde de tanıdıklar etkili.
Suriye’de iç tasarım eğitimi alan Ola’nın Avrupa’ya gelişi biraz daha farklı. 2013 yılında Türkiye’ye geçtiğinde sınırların açık olduğunu anımsatan Ola, İstanbul’a bir mimarlık ofisinde mesleğini icra etme fırsatı bile bulmuş.
Ancak Ola sekiz ay çalıştıktan sonra eşiyle Almanya’ya gitmek üzere vizeye başvurmuş. Ola’nın kararında güvencesiz çalışma ve uzun mesai saatleri etkili olmuş.
“Günde 11 saat çalışıyor, aynı işi yapan Türkiyelilerin yarısını kazanıyordum. Sağlık güvencesi de yoktu.”
“Burada her şey güvence altında”
Güvencesiz çalışma Türkiye’nin en büyük sorunlarından. Halkların Köprüsü Derneği verilerine göre Ocak 2016 itibariyle ülkedeki kayıt dışı istihdamın oranı yüzde 32. Türkiye İstatistik Kurumu ise Ağustos 2017’de bu oranı yüzde 35,1 olarak açıkladı. Bu rakamlar mülteciler eklendiğinde daha da yükseliyor. Kısacası güvencesizlik mülteciler söz konusu olduğunda daha yakıcı bir hal alıyor.
Türkiye’de Haziran 2016’dan beri Suriyelilerin koşullu çalışma hakkı var. Ancak sadece 10 bin mülteci sigortalı. Kayıt dışı çalışan Suriyelilerin sayısı ise Halkların Köprüsü Derneği raporuna göre 500 bine yakın; çünkü kayıt dışı bir seçenek değil zorunluluk.
Bu şartları geride bırakan Ola, Almanya’da da beklediği kadar rahat bir hayata başlayamamış. Almanya’ya Fransa vizesiyle geçtiğinden, bir dizi engele takılmış. Sığınmacıların ayak bastığı AB ülkesine başvuru yapması zorunluluğu getiren Dublin Anlaşması nedeniyle iki yıl uğraşmış. Bu süre boyunca kursa gidememiş ve çalışmamışlar. Ancak yine de Almanya’da olmaktan memnun.
“Burada her şey güvence altında” diyen Ola şimdilerde mimarlık ofislerinde iş arıyor. Sonraki hedefiyse tasarım alanında mastır ve doktora yapmak.
Ola başörtülü olduğu için farklı sorunlarla da uğraşıyor.
“Bazen garip bakışlar oluyor. Bundan hoşlanmıyorum. Almanlar kötü olduğumuzu düşünmesin. Onlar gibi sıradan insanlarız.”
“Dil bilmek işleri kolaylaştırdı”
Almanya’da yasayan Afganistanlıların sayısı da hayli yüksek. 19 yaşındaki Omid Feroozi, Taliban’ın ölüm tehditleri nedeniyle babasıyla ülkeden kaçmak zorunda kalmış. 28 Aralık 2015’te Türkiye’ye “yasal” yollarla girmiş. Yasal kelimesini tırnak içine alarak söylüyor Omid, çünkü vize almak yüklü para ödemek demek.
Kaçakçıya yedi bin 750 avro vererek iki günde vize aldıklarını anlatan Omid’e neden ailecek ülkeyi terk etmediklerini soruyoruz. Bunu denediklerini söylüyor.
“Altı kişilik bir aileyiz. Kişi başı 10 bin avro ödememiz gerekiyordu. O kadar paramız yoktu.”
Kaçakçının İstanbul’da ayarladığı bir evde yedi gün kaldıktan sonra, Suriyeli ve İranlı diğer mültecilerle bir otobüse binmiş ve deniz geçişi için İzmir’e ulaşmışlar. Kos Adası’na geçmeye çalışırken Türkiye polisine yakalanmış, ancak ikinci denemelerinde Kos’a varmayı başarmışlar. Burada bir mülteci kampında kayıtları alınmış.
Omid’in sınırları aşarken en büyük avantajıysa İngilizce bilmesi olmuş. O mülteciler için çevirmenlik yaptıkça, yetkililer işlemlerini hızlandırmış. Almanya’ya varışı altı gün almış. Bu görece kısa bir yolculuk.
Almanya’da önce Münih’e, sonra da Husum’a gecen Omid, nihayet 15 Ocak 2016’da bu ülkedeki son durağı olan Berlin’e varmış. Yolculuğa çıkmadan önce de kafasında Almanya varmış. Araştırmış, sosyal destekler ve eğitim seçenekleri Almanya’yı Omid için cazip kılmış.
“Türkiye’de yaşamak daha rahat olabilir”
Basın yayın okuyan ve bu alanda çalışan Omid’in Almanya’ya geldikten sonra fikri değişmiş. “Gelmeden önce sorunların sona ereceğini düşünmüştüm, ancak sonrası başka problemler başladı. Bürokratik süreç ve bekleyerek gecen zaman sıkıntı yaratıyor” diyen Omid’in henüz oturma izni yok; başvurusu reddedilmiş.
Omid “Hatta yetkililer Afganistan’a dönmemi söyledi. Afganistan güvenli ülkeymiş” diyor büyük bir hayal kırıklığıyla. Kısa bir süre sonra kimlik kartının süresi dolacak ve iyi haberler bekliyor. Ancak pek umudu yok, Türkiye’ye geri gidebileceğini ifade ediyor.
Kültürel açıdan Türkiye ve Afganistan’ın benzediğini belirten Omid, Türkiye’de yaşamanın rahat olacağını düşünüyor. Ailesini de Türkiye’ye getirmeye çalışıyor. Eğer planları gerçekleşirse, Omid bir süre daha Almanya’da kalp çalışacak ve ailesine destek olacak. Genç yaşına rağmen aldığı sorumluluk büyük, ama o “Ailem için bunu yapmam gerekiyor” diyor.
“Türkiye yanlış ülkeydi”
Konuştuğumuz gençler arasında beş yıl ile en uzun süre Türkiye’de yaşamış olansa 25 yaşındaki Sierra Leoneli Abdul Fassa Sow. Abdul “Türkiye’yi çok seviyorum ama orada çok sorun var” diye açıklıyor ayrılma sebebini.
Annesi ve babasını erken yaşta kaybeden Abdul, çatışmalar nedeniyle çocuk yaşta ülkesini terk etmek zorunda kalmış ve kendini Türkiye’de bulmuş.
“Türkiye benim için yanlış ülkeydi” diyen Abdul bu beş yılda ırkçı saldırıya uğramış, merdiven altı atölyelerde çalışmış, sağlık hizmeti alamamış. Türkiye’de bir zihniyet problemi olduğunu söyleyen Abdul, en çok da ırkçı saldırganın ceza almamasına üzülmüş.
Para kazanmak için tekstil atölyesinde de çalışmış Abdul, ayakkabı dükkanında da. Türkiye’deki çalışma hayatını iki kelimeyle özetliyor: Çabuk, çabuk… Bunlar, hız isteyen patronların kullandığı kelimeler.
“Günde 16 saat çalışıyordum. Haftalık ücretim 150 liraydı. Kiramı ve faturalarımı zor ödüyordum. Geçinemiyordum.”
Türkiye’de ne çalışma ne oturma izni alabilmiş. Bu da gitmek istemesindeki en büyük sebeplerden biri olmuş.
“Mülteciler ekonomiye katkı sunabilir”
Üniversiteye gitmek ve düzenli bir işte çalışmak isteyen Abdul, bunun yolunun Avrupa’ya gitmekten geçtiğini anlamış. Denizden Yunanistan’a geçtikten sonra mülteci kampında kalmış.
Fransızca bildiği için Belçika ya da Fransa’ya gitmek isterken kendini Almanya’da bulmuş. Kampta geçirdiği hastalık nedeniyle Almanya’ya gelince aylarca hastane kalmış. Fikirlerini değiştiren de gördüğü ilgi ve insanca muamele olmuş. Kaldığı için de mutlu.
Yedi aydır Berlin’de yaşayan Abdul, “Burada kendimi güvende hissediyorum” diyor. Birkaç aydır dil kursuna gidiyor, üniversiteye gitmek ve inşaat mühendisi olmak istiyor. Almanya’nın mültecilere entegrasyon fırsatı verdiğini söyleyen Abdul “Türkiye de böyle yapmalı. Mülteciler hem topluma hem de ekonomiye katkı sunabilir” diyor.
Abdul’ün Almanya’ya gelişinde Badwi ya da Laura gibi tanıdıklar etkili olmamış, kimsesi yokmuş. Ancak Türkiye’deki arkadaşlarının Almanya’ya gelmek için sorular sorduklarını anlatıyor. “Arkadaşlarım Türkiye’de mutsuz. Avrupa’ya gitmenin yollarını arıyorlar” diyen Abdul Türkiye’nin sınırlarını açması halinde tek bir mültecinin ülkede kalmayacağını ifade ediyor. (MC/BK)