Sosyal medya üzerinden örgütlenen çoğu Suriyeli binlerce göçmen yaklaşık iki hafta önce Edirne sınırından Avrupa'ya geçmek üzere Türkiye'nin çeşitli illerinden yola çıktı. "Daha iyi bir hayat" talebi ve güvenli geçiş hedefiyle Edirne'ye gelen göçmenler karşılarında güvenlik güçlerini buldu. Polis zoruyla araçlara bindirilen göçmenler Edirne Kırkpınar alanına getirildi. Günlerce polis ablukası altında yaşayan göçmenlerin tek bir istediği vardı: Sınırların açılması.
İnsani yaşam koşullarından yoksun bu alanda hayatta kalma mücadelesi onlarınki. Alanda on gündür bekleyen de var, yeni gelen de... Alana ilk girdiğimizde boş otobüsler ve polis grupları karşıladı bizi. Boş otobüslerin, geri dönmeye ikna edilen göçmenler için olduğunu sonradan öğrenecektik. Biraz ilerleyince hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir yemek kuyruğunda bulduk kendimizi. Alanda göçmenlere yemek dağıtan ve kısmi yardım yapan kuruluşlar var ama yetersiz. Çocuk sayısı hayli fazla ve çocuklar arasında salgın hastalıklar da başlamış.
İki gün önce yağan şiddetli yağış belli ki dirençlerini kırmış. Çadırda olanlar kısmen şanslı peki çadırı olmayanlar? Üzerine geçirdiği poşeti gösterip "işte bizim çadırımız bu" diyor biri. Polis aracından Arapça anons yapılıyor. Göçmenlere kısaca "bitti artık, gidin" deniliyor. Anons gün boyu kaç kez tekrarlanıyor sayamıyoruz bir süre sonra. Kötü yaşam koşulları, yağması an meselesi olan yağmur ve polis müdahalesi olacağı endişesi bazı göçmenleri "ikna" ediyor.
Muhammed: "Polisle çatışmak istemiyorum"
Az da olsa alandan ayrılanlar oluyor. Sırtında çantası, endişeli yüz ifadesi ile gitmeye hazırlanırken buluyoruz Muhammed'i. Henüz 27 yaşında. Sorularımıza Türkçe cevap vermeye çalışıyor. Şam'da üniversitede muhasebe öğrencisiymiş.
Okulunu bitirmek için ailesini Şam'da bırakıp yaklaşık bir yıl önce Türkiye'ye gelmiş. Türkiye'de sahip olduğu tek şey sırtındaki bez çantası ve içindeki birkaç parça eşya. Savaştan kaçmış ancak burada kendini çok zorlu bir yaşamın içinde bulmuş.
"İş yok, olsa da ücretler çok düşük" diyor ve kiraların yüksek olduğundan dertleniyor. En büyük isteği okuluna devam etmek ama Türkiye'de bunu başaramamış. Bu yüzden hayali Avrupa'ya gitmek, olursa hedef Norveç. Şam'daki ailesini de yanına almak istemiş ama işi ve evi yok, "onları nasıl yanıma alayım" diye isyan ediyor. Tek başına başladığı yolculuğuna yine tek başına devam etmek üzere hazırlanıyor.
Neden gitmek istediğini sorduğumuzda da polisin bu akşam burayı terk etmeyenleri sabah zorla Osmaniye'deki kampa götüreceğini söylüyor. "Polisle çatışmak" istemiyorum deyip İstanbul'a gidecek otobüse binmeyi bekliyor. Birkaç ay İstanbul'da çalışıp sınırı yeniden geçmeye çalışacak, "başka çarem yok" diyor, konuştuğumuz diğer göçmenler gibi.
Erfan: "Sadece geçmek istiyoruz"
Muhammed'i yolcularken gözümüz elinde "Crossing No More" (Sadece Geçeceğiz) yazılı bir karton parçası ile oturan Erfan'a takılıyor. Bir arkadaşı ile sessizce öylece oturuyorlar. Kartonda yazan cümle onların neden Edirne'de olduklarının kısa bir özeti.
Erfan 25 yaşında ve onun da önceliği çoğu yaşıtı gibi okumak. İki yıldır Türkiye'de olan Erfan'n buradaki ilk adresi Urfa olmuş. İnsanların Edirne'ye geldiğini duyunca da soluğu burada almış. On gündür Edirne'de olan Erfan'ın bugün Kırkpınar alanındaki altıncı günü. Edirne'ye karadan barış içinde geçmek için geldiğini anlatıyor sakince ve "polis ve askere hiçbir şey yapmadık. Sadece burada sınırdan geçmek için bekliyoruz" diye de ekliyor.
Ailesi Urfa'da, Edirne'ye tek başına gelmiş. Sınırlar açılana kadar da beklemesini sürdürme niyetinde. Ancak kötü yaşam ve hava koşulları nedeniyle oldukça hasta ama "beklemeye devam edeceğim" diyecek kadar da kararlı. Sınırdan geçemezse ailesinin yanına dönecek, sonrası ise Muhammed'in hikayesi ile benzer: İş bulup para biriktirip yeniden sınırdan geçmeyi denemek.
Göçmenler Türkiyeli gazetecilere tepkili
Erfan'la konuşurken yanımıza polis yaklaşıyor ve gazeteci kimliğimizi istiyor. Belli ki gazeteciler dışında kimsenin göçmenlerle konuşması istenmiyor. Hâlbuki anlatacak ne çok hikayeleri, söyleyecek ne çok sözleri var. Yanımıza gelen sadece polisler değil. Ne zaman biriyle konuşmak istesek etrafımızda bir kalabalık oluşuyor göçmenlerden. Kimisi meraktan bizi dinliyor, kimisi de bize güvenmediğinden. Hatta bir ara Erfan'a konuşmaması telkininde bulunuyor birkaç göçmen. Sebep, Türkiyeli gazeteci olmamız. Onlar hakkında çarpıtma haber yapmakla suçluyorlar bizi ve medyada çıkan bazı haberleri gösteriyorlar. Çok da haksız sayılmazlar tepkilerinde ancak derdimizin onların sesini duyurmak olduğunu söyleyip az önceki tepkiyi gün boyu birkaç kez daha yaşayacağımızı bilmeden ses kayıt cihazımızı başkalarına da tutmaya devam ediyoruz.
Tüm bunlar olurken Aziz'le tanı
şıyoruz. Aziz hem Türkçe hem de Arapça biliyor ve İngilizce bilmeyenler göçmenler için bize gönüllü tercümanlık yapmaya başlıyor.
Ali: "Başka çarem yok"
Bir süre alanda bulunduktan sonra insanlar sizinle konuşmaya, derdini paylaşmaya başlıyor. Ali de onlardan biri. İki senedir Türkiye'de Ali ve halinden tavrından belli ki çok yorgun. Birkaç il dolaşmış Edirne'ye gelene kadar. Önce Burdur, sonra Antakya ve İzmir. Denizden geçmeye çalışmış ancak başarılı olamayınca Edirne'ye gelmiş. Burada tek başına. Üç kardeşi daha varmış. Biri ülkedeki savaşta ölmüş, biri bacaklarını kaybettiğinden ülkeden çıkamamış biri de altı ay önce Almanya'ya gitmiş. Ali'nin de hayali Almanya'daki kardeşinin yanına gitmek.
Suriye'de kebapçılık yaparken savaş nedeniyle kendini bir anda işsiz ve vatansız bulan Ali, şansını burada denemek istemiş ancak iş bulamamış. Eğer sınırı açmazlarsa İzmir'e gidecek ve şansını yeniden deneyecek. O da diğerleri gibi "başka çarem yok" diyor.
Konuşmamız sırasında Türkiye'yi çok sevdiğini söyleyen Ali, cebinden çıkardığı cüzdanını açıp bize gösteriyor. Kenarı yırtılmış ve yıpranmış bir gazete parçasında Tayyip Erdoğan'ın fotoğrafı var. "Türkiye'ye ve Erdoğan'a teşekkürler ancak artık gitmeliyiz" diye sürdürüyor sözlerini. Onun da hem bedeninde hem de yüreğinde savaşın izlerini görmek mümkün. Gözleri doluyor bizimle konuşurken "kimse ülkesini terk etmek istemez. Biz buraya savaş yüzünden geldik" cümleleri dökülüyor ağzından son olarak.
Can: “Üç gün parkta yattım kimse yardım etmedi”
Polis aracından yapılan anonsun gölgesinde Can'la konuşuyoruz. Araçtan alandan gitmeleri telkin edilirken Can, neden orada olduğunu anlatıyor. Türkçesi oldukça iyi Can'ın. Belediyenin kursunda biraz dil eğitimi aldığını sonrasında da kendini geliştirdiğini söylüyor. Daha 19 yaşında ve onun da isteği okumak. Suriye'nin Afrin şehrinden iki yıl önce gelmiş. İlk durağı Hatay olan Can'ın yolu sonra İstanbul'a nihayetinde de Edirne'ye düşmüş.
O da mültecilerin Edirne'ye geçtiğini Facebook’tan görmüş ve gelmiş. Edirne'ye varana kadar 35 km yürümüş. Bir geceyi otoyolda geçirmiş. "Hadi biz genciz ama peki ya çocuklar, onlar hasta oluyor" diye konuşuyor. Edirne'ye vardığında üç gün parkta yatmış. Kimsenin yardım etmediğini söylüyor kırgın bir şekilde.
Gözler AB zirvesinden çıkacak kararda
Kobanê'den gelen Necmiye ve Mahmut, yedi kişilik ailesi ile yaşam mücadelesi verenlerden. Urfa'dan Edirne'ye gelen ailenin de amacı Almanya'ya ulaşmak.
Daha önce İzmir'e gitmişler denizden Avrupa'ya ulaşmak için. Onlardan önceki teknenin batıp içinde Aylan bebeğin de olduğu onlarca kişinin öldüğünü öğrendiklerinde vazgeçmişler ve rotalarını Edirne'ye çevirmişler.
Mahmut'un amcaoğlu yirmi yıldır Almanya'da. Almanya'da hayatın daha güzel olduğunu ondan öğrendiklerini söylüyor. Konuştuğumuz göçmenlerin çoğunun hedefinde Almanya olması tesadüf değil elbette.
Son günlerde Almanya'nın göçmenleri kabul edeceğine dair yapılan haberler onları da umutlandırmış. Almanya'ya ulaşmaları halinde ev ve iş verileceği çocuklarının da okula gideceği umudunu taşıyor hepsi. Mahmut ve ailesi ile konuştuğumuz saatlerde Brüksel'de AB yetkilileri biraraya gelmiş ve "göçmen krizi"yle nasıl başa çıkacaklarını konuşuyorlardı. Elbette alandaki göçmenlerin gözü kulağı bu toplantıda. Büyük çoğunluğu toplantıdan çıkacak kararla sınırların açılacağı inancını taşıyor.
Sena: "Hayat koşulları burada kötü"
Sena ve ailesi de benzer bir umutla Edirne'ye gelmiş. Sınırlar açılana kadar bekleyeceğini ve zaten gidecek ne bir evi ne de bir ülkesi olduğunu söylüyor. Onun da gözleri dolu dolu. Suriye'den 20 bin dolarla Türkiye'ye geldiğini, iki sene içinde elinde hiçbir şeyinin kalmadığını arada boğazı düğümlenerek anlatıyor. Türkiye onu çok yormuş. "Hayat koşulları burada kötü" diyor. Yüksek fiyatlara kötü evlerde yaşamak zorunda bırakıldıklarını, düşük ücrete uzun saatler çalıştırıldıklarını ve yine de geçinemediklerini söylüyor. Türkiye'den gitmek isteyen diğer mülteciler gibi Mersin'deyken Facebook haberlerini gördüğünü ve Adana'dan İstanbul'a uçak bileti aldığını söylüyor.
Gerisini o anlatsın: "Uçak biletim vardı ama polis beni ve ailemi Suriyeli olduğumuz için uçağa bindirmedi. Ben de bin lira verip otobüs bileti aldım. Otobüsle önce İstanbul'a daha sonra 500 liraya taksi tutup Edirne'ye geldim. Bir gün buradaki otogarda kaldık. Polis bizi oradan çıkarıp buraya getirdi."
Kendim için değil çocuklarım için buradayım diyor ısrarla. Almanya'da ev verildiğini söylüyor o da. Bunu çokça duyduğumuz için merak ediyor ve bu bilgiyi nereden öğrendiklerini soruyoruz. "Almanya'da akrabalarımız var, onlar söylüyor" diye cevap veriyor Sena. Sınırdan geçmelerine izin verilmezse de İzmir'e gidip denizden deneyeceğini zaten canından başka bir şeyi kalmadığını söylüyor.
Fatma: "Her şey çocuklarımın geleceği için"
Sena'nın yan çadırında çocuklarıyla oturan Fatma, bize sesleniyor ve anlatacaklarım var deyip dinlememizi istiyor. 43 yaşındaki Fatma eşi ve çocukları ile beraber on ay önce gelmiş Suriye'den. Eşi ve çocuğu hasta. Eşinin hastalığının yanı sıra savaş nedeniyle ayağında bomba yarası var. Zaten zor olan hayatı daha da zorlaşmış Fatma'nın. Bir tekstil atölyesinde çalışmış uzun süre.
"En az çalıştığımız gün 12 saat çalışıyorduk" diyor. Karşılığında aldığı para ise 800 lira. Aldığı paranın anca kiraya yettiğini eşinin hasta halinle çalışmak zorunda kaldığını anlatıyor. Burada lafa eşi giriyor. Bize ayağındaki yarayı gösterip "bu halimle çalıştım ama paramı vermediler" diye sitem ediyor. Hastalığı nedeniyle hastaneye gittiğini operasyon için kendilerinden 40 bin dolar istendiğini anlatıyor ve "Suriyeliyiz diye böyle yapıyorlar" diyor.
Onların da amacı Almanya'ya gidip daha iyi bir yaşam kurmak. Fatma da en çok çocuklarının geleceğini düşündüğü için gitmek istediğini söylüyor ancak sınırlar açılmazsa onlar da İzmir'e gidip deniz yolunu deneyecek. Deniz yolunun tehlikelerini hatırlattığımızda ise etrafındaki olan bitene aldırmadan oyunlarına devam eden çocuklarını gösterip "her şey çocuklarımın geleceği için anne olsaydın sen de anlardın" diyor.
Grup sözcüsü: "Bizi kabul edecekler"
Sena ve ailesinin yanından ayrıldığımızda artık gün akşama dönüyor. Alanda bir hareketlilik ve türlü söylentiler mevcut. Polisin müdahale edeceği endişesi akşam saatleri ile birlikte artmış durumda. Kimisi polisin belli bir saatten sonra basının alandan çıkarılıp zorla otobüse bindirileceklerini söylerken kimisi de polisin geceyi orada geçirenlere sabah müdahale edeceğini söylüyor. Korku, endişe ve yorgunluk iç içe geçmiş bir halde bize soruyorlar ne olacak diye. Bir şey bilmediğimiz konusunda zor ikna ediyoruz.
Bu sırada Facebook’tan örgütlenen "Crossing No More" grubunun sözcülerinden Muhammed ile tanışıyoruz. Hafiften şiddetlenen yağmur nedeniyle Muhammed konuşmak için bizi "my basement" diye tanımladığı evine götürüyor. Stat içindeki tribünlerde yer alan bir battaniye parçasından ibaret "ev"ine konuk oluyoruz. Muhammed, birkaç saat içinde sonuçlanacak AB zirvesinden oldukça umutlu. "Bizi kabul edecekler" diyor.
Ülkesinde siyaset bilimi öğrencisi olan Muhammed, okulunu bitirmeye bir yıl kala savaş patlak vermiş. Okulu bitirmek ve daha iyi bir hayata kavuşmak ve halkına yardım etmek için Edirne'de. Türkiye'de kalmak istemiyor çünkü "Türkiye'de adalet yok" diyor.
Muhammed, medyanın alandaki varlığının çok önemli olduğunu vurguluyor: "Medya olmasaydı şimdiye kadar bizi dağıtırlardı." Eğer Avrupa onları yasal yollarla kabul etmezse kaçak yollara başvuracağını anlatarak gün içinde en fazla duyduğumuz cümleyle sözlerini tamamlıyor: "Başka çarem yok"
İnsanı değil sınırı korumak
Nihayet, AB zirvesi sona ediyor ve zirvenin sonuçları medyaya düşmeye başlıyor. Medyaya yansıyan "AB, Türkiye ile anlaştı" haberleri bir an için göçmenler arasında sevinç yaratsa da kısa süre sonra bunun ne demek olduğu anlaşılıyor. AB, her zamanki gibi insanları değil, sınırlarını korumayı seçmiş, göçmen konusunu güvenlik krizi olarak ele almış ve bu yönde kararlar çıkmıştı. Bu haberle sınırların açılacağı umuduyla alanda bulunan yüzlerce göçmen, ellerindeki tek umudu da yitiriyor.
Biz gün boyu edindiğimiz bilgileri yazıya dökmek için alandan uzaklaşırken söylentilerden birinin gerçekleştiği haberini alıyoruz. Polis akreditasyonu olmayan basını dışarı çıkarıyor, basının dışarı çıkarılması ile savunmasız kalan göçmenler sözde ikna edilerek otobüslere bindiriliyordu. Bu yazının yazıldığı ertesi gün ise alanın tamamen boşaltıldığını öğrendik.
İçlerinde Crossing No More sözcülerinden Muhammed’in de bulunduğu 15-20 kişilik bir grup da geri gönderme merkezine getirilerek alıkonuldu.
Peki, yüzlerce göçmeni taşıyan otobüslerin çoğunun istikametinin İzmir olması tesadüf mü? Kara geçişinin kapatılması göçmenlere adres olarak güvencesiz deniz yolunu göstermek demek. Önümüzdeki günlerde denizden geçmeye çalışırken ölen göçmenlerin haberlerini okuduğunuzda akıllara Muhammed, Sena, Can ve nicelerinin sözleri gelsin. İşte bu yüzden bizim de göçmenlerle dayanışmaktan başka çaremiz yok. (MC/HK)
* Fotoğraflar: Meral Candan