Küresel ısınma, çevresel olduğu kadar ekonomik, politik ve kültürel bir sorun. Dünyanın bir çok noktasındaki aktivistler dayanışma ağları inşa ederek küresel ısınmayı durdurmak, geriletmek için mücadele alanları yaratıyorlar.
Bir yandan da 2020 yılında Paris'te yapılacak İklim Zirvesi ile birlikte yeni bir iklim rejimi kurulması planlanıyor. Bu zirve, geçmiş zirvelerin başarısızlıkları ve eksik noktalarından çıkan derslerle uluslararası alanda daha kapsayıcı ve yaptırım gücü sahibi bir anlaşma haline dönüşme ümidi içeriyor.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 5. Değerlendirme Raporu III. Çalışma Grubu Başyazarı ve Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü Prof. Franck LeCocq, geçtiğimiz ay L’Agence Française de Développement (AFD), Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma Merkezi (MURCIR) ve Sabancı Üniversitesi-İstanbul Politikalar Merkezi (IPM) ev sahipliğinde gerçekleşen "İklim ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir? " konferansı için İstanbul’daydı.
Panel sonrasında küresel ısınmayı durdurmak için acil ve gerçekçi çözümlerin neler olabileceği ve Türkiye’nin dünya tecrübelerinden neler öğreneceğini sorup kalkınmanın bu süreçteki rolü üzerine konuşma fırsatı bulduk.
Kyoto sonrası ne değişti?
"Sıcaklığın 2 dereceden yukarı çıkmasına izin vermemeliyiz " görüşünü esas alarak Kyoto’yu nasıl yorumluyorsunuz?
Celsius’a göre sıcaklığın 2 derecenin üstüne çıkmasına izin vermemeli fikri 2000’li yılların ortalarında masaya yatırıldı ve 2009’da Copenhagen Konferansında benimsendi. Bu herkesin hemfikir olarak imzaladığı nadir küresel konulardan biri. İklim bilimi, iklim değişimiyle bağlantılı olan risklerin sıcaklıkla yükseldiğini söylüyor ama +2.5°C +1.5°C değil, hedefin +2.0°C olması bence politik bir karardı.
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin 1992’de imzalanmasının ardından, 1997’deki Kyoto Protokolü emisyon azalmasının ilk adımı olarak amaçlandı. Kyoto bütün ülkeleri ilgilendiren hükümlere sahip olsa da, protokol çoğunluğu OECD ülkeleri ve geçiş ekonomileri olan “Annex 1” ülkeleri olarak bilinen ülkelerde, sera gazlarının emisyonuna kısıtlama getirdi. Gaz emisyonları üzerindeki kısıtlama aslında 2008-2012 arasını kapsamaktadyı fakat Kyoto Protokolü hükümleri daha sonra 2020’ye uzatıldı.
Kyoto Protokolü’nün başarısızluğının nedeni temel yayıcılara (emitorlere) ulaşmada çok başarılı olmamasıydı. ABD bu protokolü imzaladı fakat hiçbir zaman onaylamadı. Aslında protokol temel olarak Avrupa’yı ve Japonya, Avusturalya ve Rusya’yı kapsasa da dünyadaki sera gazı emisyonu Kyoto’dan sonra büyümeye devam etti. Protokole göre gelişen ülkelerin emisyon kısıtlama zorunlukları bulunmuyor. IPCC Çalışma Grubu’nun 5. Değerlendirme Raporu son 30 yıla kıyasla 2000-2010 yılları arasında emisyonun büyüdüğünü ortaya çıktı.
Fakat bence bir öğrenme süreci olarak Kytoto aynı zamanda olumlu gelişmeleri de beraberinde getirdi. Özellikle Avrupa ve Japonya’da önemli politikalar uygulandı. Bunu bir başarı olup olmadığını tartışabilirsiniz fakat yine de önemli eylemler gerçekleşti.
Bununla beraber Kyoto Protokolü’nün Temiz Gelişim Mekanizması (Clean Development Mechanism veya CDM) denilen yönünden de bahsetmek istiyorum. CDM öyle br mekanizma ki protokol gereği zorunlukları bulunan (Annex 1) ülkeleri sera gazı emisyonunu azaltma projelerine katılıp ve bunun karşılığında emisyon kredisi alabiliyorlar. Örneğin bir Fransız şirket Şili’de bir rüzgar santraline yatırım yaparsa ve eğer bu santral kömür santralinin yerine kurulursa hem daha az emisyonla aynı miktarda elektrik üretecek hem de emisyonu azaltmış olacaktı. Sonuç olarak ve yatırımı karşılığında Fransız şirket protokolün zorunlulukları karşısında kullanabileceği emisyon kredisi alabilirdi.
CDM bünyesinde kayıtlı 7500’den fazla proje var. Sonuç olarak temizlik projelerini finanse etmek için kuzeyden güneye önemli miktarda para transferi yapıldı. Doğrulama ve hesaplama problemleri yaşandı. Yine de kazanılan deneyim önemliydi çünkü bu dünya ölçeğinde çevresel hizmetler için ödenen ilk uluslar arası sistemdi.
“Ne kadar emisyon, o kadar vergi”
Başka sponsorlar var mı? Uluslararası mekanizma dışında bu projeleri finanse eden ülkeler var mı?
Kyoto Ptorokolü’nün CDM’yi tanımladığı maddesinde, CDM projelerinin hem kamu hem de özel sektör tarafından yürütülebilceğini belirtilmektedir. Bu büyük bir yenilikti. Görüdüğüm verilerde CDM projelerini en fazla finanse eden hükümetler değil, özel şirtketlerdi.
Özel şirketlerin CDM’ye ilgi duymasının sebebi, Kyoto Protokolü gereğince emisyon zorunlulukları bulunan hükümetlerin bazı zorunlulukları özel şirketlere devretmesiydi. Bu özellikle Avrupa Emisyon Tiracet Tasarısı olarak bilinen durumla gerçekleşti. Bu tasarıya göre (aslında bir AB Yönergesi’dir) şirketlere bireysel emisyon hedefi verildi. Bu hedeflere ulaşmak için şirketler doğrudan kendi emisyonlarını azaltabilir, tasarı çerçevesinde diğer şirketlerden emisyon kotası satın alabilir veya CDM projeleriyle emisyon kredileri alabilirler.
Benzer şekilde Annex 1’de olmayan ülkelerinin, temizlik projeleri için finansal destek alanların kamu şirketlerine olmasına gerek yok. Özel şirketler de olabilir. Fakat CDM’nin aynı zamanda sürdürülebilir gelişmeleri destekleme amacı da var ve önerilen bir CDM projesinin ülkenin sürdürülebilir değişim hedefini karşılayıp karşılamadığını değerlendirmek de ev sahibi hükümetin inisiyatifine bırakıldı. Sonuç olarak ev sahibi hükümet kendi topraklarındaki bütün CDM projelerine onay vermek ve fiili olarak ülkedeki CDM aktivitelerini veto etme yetkisine sahip.
Ekonomik açıdan baktığımzıda, hükümetler şirketlerin kaynaklarını dönüştürmesini destkelemek için vergilendirme gibi bir method uygulayabilirler mi?
Sera gazı emisyonlarını kısıtlamak için uygulanabilecek bir çok politika var. En görünürü, emisyon vergileri aracılığıyla, sera gazı emisyonuna bir fiyat belirlemek ve böylece yayıcının (emitörün) yol açtığı zarara karşılık ödeme yapmasını sağlamak. Bazı ülkeler bunu yapmaya çalıştı. Fransa birkaç defa denedi fakat politik olarak zor olduğu kanıtlandı. Fakat emisyon fiyatı belirlemek kesinlikle büyük bir faktör. Bireylere ve şirketlere “Eğer sera gazı emisyonlarını yayarsan bu zarara karşılık ödemek zorundasın” mesajını vermek zorundasın ve ücretlendirme bunun yapmanın iyi bir yoludur.
Ancak karbonu ücretlendirmek tek başına yeterli olmayabilir çünkü sera gazı emisyonunu azaltmak bir kaç hedefi başarmak demektir. İlk yapmak istediğiniz şey tüketicilerin tercihlerinde sera gazı emisyonunu göz önünde bulundurduğundan emin olmaktır. Örneğin yüzde yüz aynı kaliteye sahip iki kalemin varsa, fakat bunlardan biri çok emisyon üreten bir süreçle yapılırken ve diğeri ise az miktarda emisyon üreten bir süreçle yapılmışsa, insanları daha az emisyonla yapılan kalemi satın almayı teşvik etmen lazım. Karbona fiyat belirlemek, ki daha fazla emisyon iliştirilmiş kalemin daha az emisyonlu kalemden daha pahalı olmasına yol açacaktır, bunu yapmanın iyi bir yoludur.
Yapmak isteyeceğin ikinci şey şirketleri temiz teknolojilere yatırım yapmaya teşvik etmektir. Örneğin elektrik şirketlerinin kömür santrallerinin yerine daha çok yenilenebilir kaynaklara veya gaza yatırım yapmasını istersiniz. Fakat ev ekonomisine ve firmaların yatırım kararları tüketim kararları birbirnden çok farklıdır. Bunlar tipik olarak uzun dönemi kapsayan bir ekonomik analizle gerçekleşen kararlardır. Bu kararları etkilemek için sizin emisyon için hem şimdi hem de gelecekteki fiyat (ki bu garanti edilmesi kolay bir şey değil) belirlemek dışında, yatırımları finanse etme desteği gibi, ekstra tedbirlere ihtiyaç duyabilirsiniz.
Yapmak isteyeceğiniz üçüncü şey, enerji tasarruflu araçlar gibi, daha az enerji tüketen ürünler için firmaları araştırma ve geliştirmeye yönlendirebilirsiniz. Yine yeni ürünler üzerinde AR-GE projeleri başlatırken firmaların kararlarını etkileyen birçok faktör devreye girer. Gelecekte emisyon üzerinde bir fiyat olacağını beklemek kesinlikle AR-GE yönlendirmeleri için bir teşviktir. Fakat diğer politika formları da çalışabilir. Örneğin AB ve ABD’de araçlar için emisyon standartları vardır ve araba üreticileri gelecekteki standartları hakkındaki beklentilerine bağlı olarak görünür bir şekilde AR-GE’ye yönlendirmektedirler.
Son olarak, yapmak isteyeceğiniz dördüncü şey emisyon azalmasının daha kolay olmasını sağlamak olur. Örneğin nazaran küçük bir şehriniz varsa, o zaman çoğu insan genellikle otobüs ve diğer toplu ulaşım araşlarına ulaşabiliyordur. Böyle bir durumda, petrol fiyatları artınca – örneğin karbon emisyonuna bir vergi getirdikten sonra – insanlar işlerine giderken alternatif bir seçeneğe geçeceklerdir. Fakat eğer büyük bir alanda daha düşük nüfus yoğunluğu olan çok geniş çaplı bir şehriniz varsa o zaman çok sayıda otobüs ve toplu taşıma aracı bulamayabilirsiniz (çünkü bütün şehri kapsayabilmek için otobüs başına çok az insanın düştüğü çok fazla hatta ve otobüse ihtiyaç duyarsınız). Böyle bir şehirde siz emisyona fiyat belirlemeye başlasanız bile insanlar yine de işlerine gitmeye ihtiyaç duyacaklardır ve bir alternatifin olmaması durumunda kendi araçlarına binmeye devam edeceklerdir. Bu yüzden karbonun fiyatına aynı kalınca emisyonu azaltmak daha da zor olacaktır.
Eğer şehrin şeklini etkilerseniz o zaman gelecekte emisyon azalmasını daha da kolaylaştırısınız. İnşa edilen şehirlerde bu daha zordur fakat bir çok ülkede şehirler şimdi inşa ediliyor. Bir şehrin şeklini yönlendiren karbon fiyatı değil, şehir politikaları, planlama politikaları, ulaşım politikaları, yerleşim politikaları vb. gibi farklı politika araçlarıdır. Bu yüzden buradaki zorluk,emisyon azalmasının gelecekte daha kolay olmasını sağlayacak bu politikaları etkilemektir. Bu şimdi emisyon azalmasını vermyecektir fakat uzun vadede çok önemlidir.
Karbonun ekonomiye etkisi
Son 20 yıl içinde Türkiye sera gazı emisyonunda yüzde 100 artış gördü fakat hükümet enerji açığımızın olduğunu ve emisyona yol açan politikalara devam edeceğine işaret ediyor. Diğer yandan kullanabileceğimiz yenilenebilir kaynaklara da sahibiz. Türkiye’de uygulanabilecek yöntemler hakkında önerileriniz var mı?
Türkiye uzmanı değilim, bu yüzden size tam cevap veremeyeceğim. Biraz daha iyi bildiğim Güney Afrika örneğinden bahsedebilirim. Açıkçası orada durum biraz farklı fakat Güney Afrika Türkiye’ye dair bahsettiğiniz aynı tip zorluklarla karşılaşıyor (emisyondaki hızlı büyüme ve enerji temini açığı). Güney Afrika’da çok sayıda kömür madeni var ve ekonomi bunun üzerine kurulu. Güney Afrika’da kişi başına düşen emisyon AB’deki kişi başına düşen emisyonla aynı seviyede.
Uluslararası kamuoyu tarafından sağlanan finansal ve teknik destek ile birlikte ülke gelecekte emisyonu kısıtlayacağına söz verdi. İlk etapta azaltmasa da büyüme oranını düşürecek, dengede tutacak ve sonra azaltacak. Güney Afrika son zamanlarda bunun yapmanın yollarını arıyor. Bu açık bir şekilde enerji karışımında yenilenebilir paylaşımın arttırmayı ve karbon vergisini getirmek için bir plan içeriyor.
Kendi içinde verdiği bu sözün üzerinde, Güney Afrika’nın emisyonu azaltmasına neden olacak başka bir sebep de uluslararası ticarettir. Eğer Güney Afrika ticaret ortakları emisyonu azaltma politikaları getirirlerse, CO2 emisyonu üzerindeki gümrük vergileri de dahil, bu Güney Afrika’nın ihracatta yarışabilirliğini etkileyecektir. Aslında eğer Güney Afrika’da üretilen bir ton çelik başka bir yerde üretilen bir ton çelikten daha fazla karbon içerirse, daha yüksek gümrük vergisiyle karşılaşacaktır ve ücreti bu yüzden daha yüksek olacaktır.
Bu yüzden birilerinin neden sera gazı emisyonunu kontrol altına almaya başlamak istemesine dair hem ulusal hem de uluslararası sebepler var.
O halde hükümetlerin diğer başka sorunlarla da karşı karşıya kaldığını unutmamak gerekir. Örneğin işsizliği azaltmak, yoksulluğun azaltmak, sağlık ve eğitim gibi hizmetleri sunmak vb. Bu kalkınma araçlarını karşılarken birilerinin emisyon büyümesini kısıtlaması veya hatta azaltması mümkün mü?
Emisyonu azaltırken diğer amaçları da gerçekleştiren örnekler var ise, evet. En görünen faktör yerel kirlilik. Eğer kömürün ekonominizdeki payını azaltırsanız sadece küresel emisyonu değil aynı zamanda yerel emisyonu da azaltmış olursunuz ki bu önemli bir yerel sorundur (Çin örneğini ele alın). Bizim jargonumuzda biz buna “eş fayda” diyoruz. Son çalışmamızda, IPCC raporunda, aslında bütün sektörlerde eş faydanın farklı olanaklarına derinlemesine bakmaktadır.
İkinci cevap ise politikaları doğru bir şekilde uyarladığında hem emisyonu azaltma hem de çabalarının diğer amaçlara zarar vermediği durumlar (örneğin ekonomik büyüme ve işsizliğin azalması) olur.
Örnek verebilir misiniz?
Örneğin, karbon vergisi koyduğunuz zaman, hükümete yeni gelir üretmiş olursunuz. Şimdi genel bütçeye gitmek yerine hükümet sabit bir bütçede vergileri düşürebilir. Buradaki soru “hangi vergileri düşüreceğiz” üzerine. Fransa’da ekonomistler iş gücü üzerinde yüksek vergi olduğu konusunda hemfikirler. Eğer iş gücü üzerindeki vergiyi azaltırsanız, aslında ekonomiye olumlu bir etkiniz olur. Bu yüzden eğer karbon vergisinden gelen geliri iş gücü vergisinin azalmasında kullanırsanız karbon vergisinden bunaltıcı bir etki (depressing effect) alırken iş gücü vergisinden de artan (boosting) bir etki alacaksınız. Bu tabi tek ülke bazlı. Fransa’da iş gücünden vergi alan bir sistem var. Her ülkenin farklı vergi sistemi olduğu için vakalara teker teker bakmak gerekiyor.
Bir başka zorluk ise sonuç pozitif olsa bile hep kazananların ve kaybedenlerin olacağı. Fransa örneğinde karbon vergisinden kamyon şoförleri etkilenecek, bir yandan da iş sahibi olanlar kazançlı çıkacaktır. Onları ne kadar tazmin edebileceğiniz burada önem kazanıyor.
İklim değişikliği, onlar sorumlusu olmasa da fakir ülkeleri iki yönlü olarak etkiliyor. Hatta yeni bir çalışma Suriye’deki ayaklanmanın Daraa şehrinde patlak vermesinde küresel ısınma ile birlikte gelen kuraklığın bir etmen olduğunu savunmuştu. Fakir ülkelere iklim politikaları yürüteceğini nasıl söyleyebiliriz?
Çatışma ve iklim değişikliği ilişkisi yeni ortaya çıkan bir araştırma alanı. Hala direkt bir bağ kurmak çok tartışmalı fakat bir etmen olduğu kesinlikle doğru. Bunun en önemli örneği ise su çatışmaları.
2010’da Cancun’da gerçekleşen iklim zirvesinde azaltma ve adaptasyon eylemleri için yeşil iklim fonu oluşturuldu. 2020’de gelişmiş ülkelerin fona 100 milyon dolar vermesi kararlaştırıldı. Fakat hala bu hedeften uzağız. Adaptasyon anlaşmanın en önemli noktası. Çünkü sadece azaltma değil adaptasyon ve etkilerinden de konuşmamız gerekiyor. (BZ/EKN)