Küresel iklim değişikliği küresel çevre siyasetinin önemli ve tartışmalı alanları arasında yer alıyor. Sanayi devrimi sonrası süreçte insan faaliyetleri sonucu ortaya çıkan karbon salımlarının katkıda bulunduğu iklim değişikliğinin 2 derece daha sıcak bir dünya riskini de aşan etkileri beklenirken, bu duumun toplumlar, ekonomiler ve ekosistemler için büyük bir tehdit oluşturduğu görülüyor. Sorun tanımlanması bağlamında görece bir uzlaşmanın olduğu bu alanda neler yapılması gerektiği konusunda seçeneklerin azaltım ve uyum çerçevesinde ele alındığı görülmektedir. Ancak karbonsuz bir ekonomiye geçiş ya da ekonominin karbondan arındırılması önemli tercihler yapılmasını gerektiren bir süreç.
Teknik bir süreç gibi görülse de bu alanda alınan her karar, yapılan her tercih kazanan ve kaybedenler yaratacaktır. Kaybedenlerin muhalefeti ve daha iyi bir yaşam özlemi içindeki insanların gelişme talepleri iklim değişikliğiyle mücadeleyi 21. Yüzyılın önemli ikilemlerini içinde barındıran bir sorun ve politika alanı haline getiriyor. Bununla birlikte kendi haline bırakıldığında ısınmanın dört dereceden fazla olması riskinin ortaya çıkması eylemsizliği bir politika tercihi olmaktan çıkarıyor. Özellikle 2015 yılı Mart ayının geçtiğimiz 134 yılın en sıcak Mart ayı olması ve 2040 sonrasında ulaşılması beklenen sıcaklıklara şimdiden ulaşılması sorunu bir kez daha kamuoyu dikkatine sunuyor.
Konunun yaklaşan Paris 21. taraflar konferansı vesilesiyle tekrardan gündeme geldiği bu günlerde 16-17 Nisan 2015 tarihlerinde İstanbul’da iklim değişikliği konulu birbirini takip eden ve tamamlayan iki toplantı düzenlendi. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi, Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Araştırma ve Uygulama Merkezi (MURCIR) ve Fransız Kalkınma Ajansı (AFD) işbirliğinde düzenlenen toplantılardan birincisi "İklim ve Kalkınma Politikaları Nasıl Uyumlu Olarak Sürdürülebilir?" başlıklı konferans ve tartışma toplantısıydı.
Toplantının “İklim Değişikliği Kalkınma Politikaları İçin Bir Tehdit mi Yoksa Fırsat mıdır?” sorusuna yanıt vermeyi amaçlayan ilk gün oturumlarında Fransız Hükümeti Çevre Danışmanı Büyükelçi Philipe Zeller, Çevre ve Şehircilik Bakanlığında İklim Değişikliği Dairesinden Tuba Seyyah, Boğaziçi Üniversitesinden IPCC 5. Araştırma Raporu 2. Çalışma Grubu Başyazarı Doç. Dr. Barış Karapınar ve İklim Ağını temsilen Mustafa Özgür Berke söz aldılar. Gazeteci Pelin Cengiz’in kolaylaştırıcılığını yaptığı ilk gün toplantılarının “İklim dostu bir dünyaya geçişi nasıl finanse edebiliriz?” konulu ikinci oturumunda da TUSİAD adına Yönetim Kurulu Üyesi Metin Akman, TSKB adına Hülya Kurt ve AFD Grubu Türkiye Direktörü Bertrand Willocquet söz alarak kendilerine yöneltilen soruları yanıtladılar.
“İklim ve kalkınma politikalarını uzlaştırmak mümkün müdür?” sorusunun yanıtlandığı ilk oturumda katılımcıların ortak noktası bu uzlaşmanın mümkün, zorunlu ve hatta kaçınılmaz olduğu şeklindeydi. Ancak bununla birlikte ekonomik büyümenin karbondan arındırılması sürecinin kolay olmayacağı, hem azaltım hem de uyum süreçlerinde önemli tercihler yapılması gerektiği ve aynı zamanda “nerede, ne zaman, nasıl ve kimler tarafından hangi eylemlerin yapılacağına ilişkin tercihlerin” hayati öneme sahip olduğunun altı çizildi. Paydaşların katılımının öneminin vurgulandığı ve insan hakları ve demokratikleşmenin bu sürecin bir parçası olduğunun belirtildiği oturumda STK temsilcisi olan Mustafa Özgür Berke karar alma ve uygulama sürecinde kendilerine danışılmadığı ve sürecin belli oyuncuların katılımıyla devam ettiğini belirtti. Finansman mekanizmalarının tartışıldığı ikinci oturumda daha ziyade bankacılık, özel sektör ve kalkınma alanından gelen konuşmacılar iklim değişikliği finansmanında kullanılan mekanizmaları izleyicilere aktardılar.
Oldukça canlı bir soru-yanıt bölümü içeren ilk gün toplantısında gözlemlenen yoğun katılım ve katılımcıların oldukça geniş bir alanda faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlardan olması Türkiye gündemine görece geç giren bir konu olan iklim değişikliğine ilginin artmaya başlamasının bir göstergesi olarak görülebilir.
İlk günün sonunda ortaya çıkan tablo sorunun varlığını tüm tarafların kabul ettiği ve bir şeyler yapılması gerektiği konusunda da benzer bir uzlaşmanın hâkim olduğu, ancak bu değişimin nasıl yapılacağı konusunda atılması gereken önemli adımlar ve aşılması gereken önemli engeller ve yapılması gereken önemli tercihler olduğu yönündeydi.
"Özel koşullar"
Etkinlik 17 Nisan 2015 Cuma günü Doç Dr. Semra Cerit Mazlum ve Dr. Ethemcan Turhan tarafından düzenlenen “Özel Koşulların Ötesinde: Türkiye ve Küresel İklim Değişikliği Politikaları” başlıklı Genç Araştırmacılar Çalıştayı’yla devam etti.
Çalıştay’da Birleşmiş Milletler Gıda Hakkı Özel Raportörü ve Kaliforniya Üniversitesi, Santa Barbara öğretim üyesi Prof. Hilal Elver ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), 5. Değerlendirme Raporu III. Çalışma Grubu Başyazarı ve Fransa merkezli Uluslararası Çevre ve Kalkınma Merkezi Direktörü, Prof. Franck LeCocq davetli konuşmacı olarak açılış konuşmalarını yaparak katkı sundular.
Buradaki kullanımıyla “özel koşullar” özellikle iklim değişikliği siyasetinde farklı tarihsel nedenlerle azaltım seçeneklerini kabul etmeye yanaşmayan ülkelerin sıklıkla kullandığı bir tezdir. Bu bağlamda Türkiye’nin başvurduğu savunmacı “özel koşullar” söyleminin belli başlı birkaç dayanağı bulunmaktadır. Öncelikle “Türkiye’nin kendine has ve özel koşulları vardır ve bu koşullarının olduğu kabul edilmelidir” denerek bu koşullar aşağıdaki gibi özetlenmektedir.
“Türkiye gelişmekte ve kalkınmakta olan bir ülke olarak, küresel karbon salımına az katkıda bulunmuş ve tarihi sorumluluğu bulunmayan ve bu nedenle salım azaltmasına gitmemesi gereken ve gelişmekte olduğu için diğer ülkelere yardım etmesi beklenmemesi gereken bir ülkedir. Ayrıca Türkiye ancak herkesle birlikte hareket geçme niyetinde olan, ortaya ciddi bir uzlaşma çıkarsa sürece dâhil olmayı kabul edecek bir ülkedir.”
Bu aşamada çarpıcı olan tavır biz bize benzeriz tavrıdır. 1990’larda insan hakları ihlalleri karşısındaki eleştirilere karşı benzer bir savunma mekanizması kullanan pek çok ihlalci ülke koşullarının farklı olduğu, insan hakları ve demokrasinin batılı kavramlar olduğu, lüks olduğu, etraflarının düşmanlarla sarılı olduğu ve benzeri tezleri savunmaktaydı. Biz farklıyız, biz bize benzeriz, etrafımız düşmanlarla çevrili bizim özel koşullarımız var, batının insan hakları burada geçmez benzeri söylemler bugün iklim değişikliği bağlamında da karşımıza çıkıyor.
İklim değişikliği bağlamında bakıldığında özel tarihsel koşulların ülkelere farklılaştırılmış sorumluluklar yüklediği görülür ve soruna hakkaniyet çerçevesinden bakıldığında bu doğru bir yaklaşımdır. Ancak “geçmişte daha az kirletmiş olmak ileride daha çok kirletme hakkını vermeli midir?” sorusu da yanıtlanması gereken bir sorudur. Özellikle de yapılması gerekenlerin iyi kötü bilindiği bir ortamda ve aynı pozisyonda olan Çin gibi ülkelerin yeni arayışlar içinde olduğu bir dönemde politikaları sadece bu tezler üzerinden ve “savunmacı” bir çerçeveden sürdürmek doğru mudur?
Dahası Çalıştay’ın temasını hatırlatarak “özel koşulların ve mazeretlerin ötesine geçmek mümkün müdür?” soruları da yanıt bekleyen sorulardır ve Çalıştay’da akademisyenler ile kamu kurumları, sivil toplum ve düşünce kuruluşlarından gelen araştırmacılar iklim değişikliğinin çeşitli boyutları üzerindeki çalışmalarını bu soruya yanıt verme amacıyla sundular.
Özel koşulların ötesine geçmek mümkündür ama zordur. İlk oturumdaki sunumlar bu alanda yaşanan sorunları ortaya koydular. İzlenmesi gereken politikalara odaklanan ikinci oturumlarda salım ticareti, iklim değişikliği finansmanının mali araçları, iklim değişikliği ve uluslararası ticaret ve rekabet alanlarında sunulan bildiriler ve sektörel azaltım politikalarını inceleyen bildiriler farklı bilim dallarından araştırmacıların çözüm önerilerini ortaya koymalarına aracı oldular. Bu süreçte enerji-iklim değişikliği ilişkilerini tartışan oturumda özellikle yenilenebilir enerji politikaları ve bu politikaları uygulama sürecinde karşılaşılan sorunlar ve farklı uygulama örnekleri tartışmaya açıldı. İklim değişikliğini yönetme sürecinin mekânsal boyutunun tartışıldığı diğer oturumda da mimarlıktaki gelişmelerin ve iklim dostu tasarımın sürece vereceği olası katkılar tartışıldı.
Toplantının son paralel oturumunda da iklim değişikliği sürecine söylemler çerçevesinden bakıldı. Sorun tanımlama bağlamındaki önemi nedeniyle takip eden aşamaları şekillendiren ve aynı zamanda toplumsal değişmeyi tetikleyen önemli bir değişken olan söylemlere ayrılan bu bölümde, hem değişen iklim söylemleri basın üzerinden izleyen, iklim hareketinin nasıl bir değişime konu olduğunu gösteren hem de iklim değişikliği söyleminin nasıl bir güvenlik meselesi haline getirildiğini tartışan bildiriler sunuldu.
Sonuç olarak, iklim değişikliğiyle mücadele süreci, azaltım ve uyum, pek çok sektörü ilgilendiren, çok boyutlu bir dönüşüme ve ciddi bir politika entegrasyonuna ihtiyaç duyuyor. Merkezden tek bir yumrukla, bir ya da birkaç sektöre odaklanarak çözülemeyecek olan bu sorunlar gerçekten de emek isteyen bir ince ayar mekanizmasına ihtiyaç duyuluyor. Bürokrasinin ya da değişimden olumsuz etkilenecek çıkarların süreci zorlaştırması da mümkündür.
Umut ışığı
Bununla birlikte görece daha kötümser başlayan toplantı diğer bazı açılardan bir ümit ışığı yanmasına neden oldu. İklim değişikliğiyle ilgili disiplinler arası çalışmaların başlaması, diğer alanlardan araştırmacıların devreye girmesi ve ince ayar isteyen alanlarda çalışmalar yapmaya başlaması, enerji, mimari, mekansal planlama, sektörel azaltım ve yenilikçi araçlar alanlarında yapılan çalışmaların yeni seçenekleri ve alternatif iş yapma yol ve yöntemlerini göstermesi oldukça önemliydi. Bu noktada Türkiye’de veya yurtdışında iklim değişikliği alanında çalışan bilim insanlarını ve uluslararası uzmanları aynı ortamda bir araya getiren bu Çalıştay, alanında ilk girişimlerden biri olması, bir potansiyeli ortaya çıkarması, bir ağ oluşturması ve belki daha sonra düzenlenecek benzer toplantıların “birinci gelenekseli” olması nedeniyle önemli bir toplantı oldu.
Elbette bu toplantı çerçevesinde ele alınamayan, toplumsal cinsiyetten insan haklarına kadar pek çok konu mevcuttur. Ama iklim değişikliğiyle mücadele uzun soluklu bir süreçtir ve bu nedenle zamanla bu konular da araştırma gündemine girecektir.
Bu toplantı bilim insanlarının önemli bir işlevini hatırlatması açısından da önemliydi. Bilim insanlarının hemen her politika alanında ve sorun çözme sürecinde hedefe ulaşmayı amaçlayan alternatifleri ortaya koyma işlevi de mevcuttur. Alternatiflerin dillendirilmesi kendi çözümlerini yegâne çözüm olarak gören ve dayatan güç odaklarına karşı başka iş yapma yol ve yöntemlerinin gösterilmesi, hatırlatılması ve savunulmasını içerir. Sonuç olarak, özel koşulların ötesine geçmek mümkündür, izlenebilecek alternatif politikalar mevcuttur ve bu politikalar daha yaşanabilir bir dünyanın yollarını açma sürecinde çok önemli roller oynamaya adaydır. (GO/HK)
* Prof. Dr. Gökhan Orhan, Lisans derecesini ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden alan Dr. Orhan yüksek lisans ve doktora eğitimini Essex Üniversitesinde tamamladı. Balıkesir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümünde öğretim üyesi olan Orhan, kamu politikaları analizi, yorumlamacı politika analizi ve çevre politikaları ve siyaseti üzerine çalışıyor. Policy and Politics ve Critical Policy Studies başta olmak üzere akademik dergilerde ve derleme kitaplarda kamu politikaları analizi ve çevre politikaları hakkında çalışmaları yayınlandı. Uluslararası çevre rejimler, kurumlar ve politika söylemlerinin ülkelerin çevre politikaları üzerindeki etkileri hakkında çalışmalar yaptı. Son dönemde çalışmalarını yerel yönetimler ve çevre politikaları üzerinde yoğunlaştıran Orhan, yerel yönetimler ve şehirlerin iklim değişikliğiyle mücadele sürecinde oynadıkları roller üzerinde araştırmalarını sürdürüyor.