Diyarbakır'da 90'lı yıllarda Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Merkezi'nin (JİTEM) kullandığı bina ile Diyarbakır Kapalı Cezaevi ve Adliye Sarayı'nın bulunduğu Saraykapı'da 11 Ocak'ta başlayan ve hava şartları nedeniyle ara verilen kazılar, daha geniş bir alanda tekrar başlatıldı.
Kazılarda 19 kafatası ve kemik parçaları bulundu. Güvenlik çemberine alınan bölgede gazetecilerin fotoğraf çekmesi ve görüntü alması engelleniyor.
İçkale'nin SİT alanı olması nedeniyle iş makinelerinin girişine izin verilmiyor ve kazı, arkeologlar ve Adli Tıp Uzmanları'yla yürütülüyor.
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, kazıların usulüne uygun yürütülüyor olmasının "çok değerli ve anlamlı olduğunu" söyledi.
Savcılık girişimde bulunacak
Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar, kazılarda yeraltı radarının kullanılmasını önerdi. Aktar, radarın, 30-40 metre derinlikteki beş santim büyüklüğündeki cisimleri bile tespit ettiğini söyledi.
Aktar "Bu cihazın Çanakkale, İstanbul ve Kocaeli üniversitelerinde olduğunu duyduk. Daha titiz bir çalışmanın yapılması için Diyarbakır Başsavcılığı ile görüşüp bu cihazın temin edilmesini istedik. Diyarbakır Başsavcılığı da girişimde bulunacağını söyledi"dedi.
Kayıp yakınlarıyla DNA veri tabanı
Prof. Dr. Fincancı'ya, Diyarbakır'daki kazıda çıkan kemiklerin gömülme tarihlerinin ne olabileceğini, kazıda giysi parçası çıkmamasının ne anlama geldiğini ve kazıların usulüne uygun yürütülüp yürütülmediğini sorduk. Fincancı şunları söyledi:
* Cenazelerin hangi tarihte ve ne şekilde gömüldüğünün anlaşılması için detaylı bir incelemeden geçirilmesi gerekiyor. Kemiklerden yaklaşık gömülme tarihi anlaşılabilir ancak bu süreler hiçbir zaman kesinlik arz etmez.
* Bazı cesetlerin adli muayenesi yapılıp savcılık izniyle gömüldüğü de söyleniyor. Tabii bunlar spekülasyondan ibaret. Tüm bulgular incelenmeden kesin bir sonuca varılamaz.
* Diyarbakır'daki kazıda arkeologlarla birlikte çalışılması çok değerli ve anlamlı. Titizlikle çalışıldığında işlemler daha uzun soluklu oluyor ancak verilerin kaybolmasındansa sürenin uzaması daha doğru. Çünkü kazılarda dikkatli davranılmadığında kemikler ve diğer bulgular kaybolabiliyor. Cenazelerine ulaşamayan kayıp yakınlarının mateminin dinmesi de mümkün olmuyor.
* Güçlükonak ve Silopi'deki kazılarda kepçe kullanılırken Diyarbakır'da titiz çalışılıyor olması, bu kazıların hala kişisel inisiyatife bağlı olarak yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Savcıların duyarlılığına göre kullanılan yöntemler farklılık gösteriyor.
* Kayıp yakınlarının başvurduğu ve bu şekilde toplanan örneklerden oluşturulan bir DNA bankası çok yararlı olacaktır. Böylece her kazının ardından kayıp yakınlarının tekrar tekrar başvuru yapmasına gerek kalmaz. Ancak tüm toplumu içeren bir DNA bankasının, özel bilgilerin gizliliğine yönelik hak ihlali olduğunun da altını çizmek gerekiyor. (AS)