Fransa'da yaşanan olayları bianet'e değerlendiren, Bilgi Üniversitesi'nden Yrd. Doç Dr. Ferhat Kentel, böyle diyor.
Kentel, olayların hem sol için hem de -özellikle zorunlu göç bağlamında- Türkiye için birçok ders barındırdığını düşünüyor.
Bahçeşehir Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nilüfer Narlı da, Fransa'da patlamaya hazır gettoların öteden beri konuşulduğunu, teşhisin konduğunu, çözüm için eğitim, istihdam ve entegrasyonun gerektiğini söylüyor.
Kentel: Fransa'daki ırkçılıkla Türkiye'deki ırkçılık aynı pakette
Ferhat Kentel, yaşananları değerlendirirken, "Türkiye'yi de düşünmek için olağanüstü eksenler var burada" diyor.
"Ulusal kimlik, gündelik hayatların sıkıcılığı, solun politikaları, muhafazakarlık, kazanmak kaybetmek ikileminin dışına çıkmak, değişen modernist paradigma. Bütün bunların üzerine yeniden düşünmek gerekiyor."
Kentel, Fransa'da yaşananların Türkiye'deki zorunlu göçün sonuçlarıyla paralellikler taşıdığını söylüyor:
"Kentler, kocaman banliyöleriyle, refahtan pay alamayan, kültürel olarak itilmiş kakılmış insanlarla dolu. Kültürel tüketim farklılığına bakıldığında, uçurum sözü bile yetmiyor.
"Üstelik bütün bunların karşısında ırkçı söylem geliştiriyorsunuz. Bu insanların üçkağıt yaptığını, gasp ettiğini, şiddet kullandığını söylüyorsunuz.
" Türk solu dergisinde çıkan yazıyı anımsayın. Fransa'dakiyle hiçbir farkı yok. 'Göçmen olanı ötekileştirin' diyorsunuz. Fransa'daki ırkçılıkla, Türkiye'deki ırkçılık aynı paketin içinde."
Sosyal Darwinizm'in yarattığı ötekiler
Kentel, Fransa'da yaşananlar için tek bir çözümün mümkün olmadığını, çok yönlü düşünmek gerektiğini söylüyor.
"Sosyal meselelere parmak basan sosyologlar, 'İslam, başörtü diye uğraşacağınıza sosyal uçurumları, sosyal devletin geri çekilmesiyle, liberalleşerek mahvedilen toplumu düşünün' diyor. Toplumu yeniden düşünmek, yeniden keşfetmek demek; bu sosyal uçurumu yeniden düşünmek demek, diyorlar.
"Ama bu işin yalnızca bir boyutu. Sorunu sadece iş vererek çözemeyeceksiniz. Psikolojik faktörler var. Mesela, o insanları insan yerine koyduğunuzu, ahkam kesmeyeceğinizi alenen göstermelisiniz. İnsani boyutta yapılması gereken şeyler var."
Kentel, hükümetin ve sağ politikaların, bu bakış açısının alabildiğine dışında göründüğüne dikkat çekiyor:
"Bir taraftan gayet klasik bir rol üstleniyorlar. Dünyaya tepeden bakan, Fransız devriminin aydınlanmasının her şeyi bilen rolünü. Liberal politikalar, 'paran yoksa yaşamın dışında kalırsın' diyen sosyal Darwinizm politikalarını sürdürüyorlar.
"Bir de, Avrupa Birliği içinde giderek gerici bir nitelik kazanan sağ muhafazakar, ırkçı, Le Pen izlerinin hissedildiği yabancı düşmanlığı var."
Olaylar Fransa solunu aştı
Kentel, Fransa'da solun, sağdan çok da farklı olmadığını söylüyor, "Olaylar Fransa solunu aşmış durumda" diyor.
"Liberal ekonomik politikalar, jakoben geleneğin taşıyıcısı olmak bakımından çok da farklı değiller. Sadece küreselleşen kapitalizmin oyununu açık oynamaya daha yakınlar. Kültürel açıdan, daha az muhafazakarlar. Ekonomik anlamda çok farklı değiller."
"Oysa sol için çıkarılabilecek dersin haddi hesabı yok. Banliyölerde sınıf mücadelesi diye bir şey düşünürseniz, 'emekçiler' tanımlaması yetmeyecek. Buradaki gündelik hayatın korkunçluğu anlaşılmalı."
"Bilgiçliği bırakmak gerek"
Kentel, sorunun çözümü için, her şeyden önce "dinlemek" gerektiğini söylüyor.
"Bir insan yerine koyma düşüncesine ihtiyaç var. Diyalojik düşünmek gerekiyor: Yani, 'ben yaptım oldu'larla değil, 'ben senin sorununu anladım, çözüyorum' demeyen; daha çok dinleyen olmak gerek. Ders vermemeli. Bunu herkes için söylüyorum, siyasetçiler, entelektüeller, sivil toplum dahil; gerçeklik çok karmaşık, bunu kurma hakkına sahip değiliz."
Kentel, isyan eden göçmen gençlerin kopuşunun ne boyutta olduğunu da bir örnekle açıklıyor:
"Banliyö gençlerinin bir grubu, eğitim sistemini eleştiren liselilerin gösterisine saldırdı. Yani sisteme muhalefet eden mitingi bastılar. Sistemin o kadar çok dışındalar ki, sistemi eleştiren harekete bile saldırıyorlar. İnanılmaz bir kopuş var.
"Bu nedenle, 'bilmiş adamın hikayesinin' sona ermesi, bilgiçliği bırakmak gerek. Bu da ancak o banliyölerdeki duyguyu, şiddeti, gündelik hayatın sıkıntısını hissetmekle mümkün olabilir."
"Cemaat tanımı yetmez"
Kentel, "Fransa, Fransız devriminin ülkesi; laikliğin, cumhuriyetin, insan hakları, eşitlik ilkelerinin ülkesi. Bütün bu olaylar, adına şimdilik 'entegrasyon sorunu' denilen şey, tam da bu ülkede oluyor. Ve Fransa, isyancı insanların 'cemaat' başlığı adı altında anlaşılmaya çalışıldığı bir ülke" diyor.
"Cemaat çok yetersiz bir kavram. Bir kültürelliği paylaşmayı sağlayan, bir tür aidiyet biçimi.
"Bütün bu isyan eden insanlar, bir yandan küreselleşmeyi yaşıyor, bir yandan din, etnisite gibi farklı kültürellikler yaşıyor.
"Modern kentin sorunlu diye adlandırılan tezahürlerini, çeteciliği, mafyacılığı yaşıyor. Bir yandan da toplumla bütünsellik arzuluyor. Cemaat dediğinizde bunları görünmez kılıyorsunuz. Egemen, modern ulus devletin söylemini, tahakkümünü dile getirmiş oluyorsunuz."
Narlı: 11 Eylül marjinal konumdakileri daha çok etkiledi
Prof. Dr. Nilüfer Narlı, isyancıların, Fransa'nın sömürgelerinden gelen göçmenlerin 3. veya 4. kuşağı olduğuna, bu Kuzey Afrikalı gençlerin "sosyal mobilite" kazanamamış olmalarına dikkat çekiyor:
"Bunun getirdiği bir hüsran ve öfke var içlerinde. Özellikle genç erkekler, okulda başarısızlık yaşıyor. Piyasa koşullarını gerektirdiği bilgi donanımına sahip olmama nedeniyle iş bulamıyorlar. Okul çağındaki kızlar, birçok yerde erkeklerden başarılı. Eğitim ve mesleki açıdan kalifiye olmayan erkek nüfusun birikimi, işsizlik ve başarısızlık sorunlarıyla karşılaşıldığında, suçlusunu sistemde arıyor."
Narlı, 11 Eylül sonrası atmosferin marjinal konumdakilere etkisine de dikkat çekiyor:
"11 Eylül'den sonra, Avrupa'da da Müslümanlara bakış bir parça değişti: Kamuoyunun olumsuz tepkileri buralardaki Müslümanları etkilemeye başladı; kendilerini sistemden dışlanmış hissetmeye başladılar. Bu durum, sosyo-ekonomik açıdan marjinal konumda olanları çok daha fazla etkiledi. Buna tepki olarak da kendilerini daha Batı karşıtı bir düzeye çekiyorlar."
Narlı, yaşanan hareketin örgütlenme karakterini de vurguluyor:
"Şu soru çok önemli: Nasıl oluyor da isyan bu kadar hızlı yayılıyor ve polisin, devletin güçlü olduğu Fransa'da önlenemiyor? Gençlerin bu isyanı, stratejisi olan bir örgütlenme değil, anomik örgütlenme. Yani, bir olay karşısında spontan olarak harekete geçen gençlerden söz ediyoruz. Her ne kadar anomik olsalar da, aralarında İnternet ve cep telefonu üzerinden gevşek bir örgütlenme oluştu."
Narlı, Almanya'daki Türkiyelilerin durumunun Fransa'dan farkını şöyle açıklıyor:
"Almanya'daki Türkiyelilerin entegrasyonu ekonomik açıdan son derece güçlü. Magreplilerin Fransa'daki entegrasyonuysa, hem ekonomik, hem de kültürel ve sosyal olarak sorunlu." (TK/EK)