Hrantın Katledilmesi Milat Olmalı(mı)
Bu hafta Hrant'ın kırkı doluyor. Doğu toplumlarında 40. gün önemlidir. Öte yakaya bir şekilde göçen ya da göçertilenler anılır. Ben de bu vesileyle bir kez daha Hrant'ı anmak ve ona kıyanları işaret etmek istedim.
Hrant Dink'i düşünüyorum. Ne zaman tanıdığımı çok net olarak anımsamamakla birlikte, anımsadıklarım beni çok da eskilere götürmüyor. Sevgili hemşehrim, yazar Mıgırdiç Margosyan Agos'ta üçüncü sayfada, şimdi Baskın Oran hocanın yazdığı köşede yazıyordu.
Muhtemelen Agos'un ilk yılıydı. Bir şekilde Türkçe ve Ermenice yayınlanan haftalık gazeteden haberdar olmuştum. Margosyan Hoca bir Diyarbakır seyahatinden sonra beni Agos'a abone edivermişti. O gün bugündür Agos hafta sekmeden adresime gelir.
İhtimaldir ki ilk evvel Agos'ta rastladım Hrant'ın adına. Hem yazarı hem de sahibiydi Agos'un. Kendisiyle yüzyüze görüşmeden tanışmıştık. Sonrasında telefonla tanışıklığımız bir başka şekle bürünmüş, daha sonra da peşpeşe gelen paneller, forumlar ve çeşitli birliktelikler vesilesiyle vazgeçilmez bir dostluğa bürünmüştü.
İşte geriye dönüp baktığımda bunca yılın biraradalıkları on yılı bile bulmuyormuş meğerse. Ama sanki o denli eski ki, binlerce yıldır birbirimizi tanıyormuşuz gibi...
Bir defasında Ragıp Duran'la üçümüz Diyarbekir'deki Surp Giragos Ermeni Kilisesine gitmiştik. Hrant istemişti bir panel sonrası gitmeyi. Kiliseye vardığımızda akşam alacası Hançepek'in üzerini karartmak vaktindeydi. Yine de hava tam kararmadan kiliseyi gezecek kadar zamanımız vardı.
O günlerde kilisenin tek sakini, bekçisi ve de sahibi konumunda olan Anton Dayı (Antarnik Zor) biraz da metruk hale dönüşmüş kilisenin avlusundaki bir odada kalıyordu. Avluya girdiğimizde odanın kapısında oturmuş vaziyette gördük Anton Dayıyı. Başladılar Hrant'la ikisi Ermenice konuşmaya. Benle Ragıp izliyoruz. Duygusal bir hava hakim oldu Surp Giragos kilisesinin avlusuna. Hrant arada bir bakışlarını Anton Dayıdan kaçırıp şöyle bir avluyu, kilisenin harap halini süzüyordu. Hrantın bir çocuk gibi gözlerinin dolduğunu orada fark ettim. Sonradan öğrendim ki eşiyle anıları varmış o yıkık kilisenin avlusunda.
Hrant Dink'i Diyarbakır'da da İstanbul'da da dinledim. Çeşitli defalar panellerde birlikte de olduk. İyi bir hatipti. Ciddiyet içinde hissettirmeden vuran, nüktedan bir tarafı da vardı konuşurken. Dili güzel kullanıyordu. Konuşurken onun konuşmalarından etkilenmeyen insan sanırım olamazdı.
En son görüşmelerimizden birinde benden Diyarbakır Büyükşehir Belediyesinin yayını beş ciltlik "Diyarbakır Salnameleri"ni istemişti. "Tamam, en kısa zamanda yollarım" demiştim. Geçmiş gündür, yollayıp yollamadığımı çok da net hatırlamıyorum.
Yaşıyorken, özellikle de son birkaç yılında, o malum yazıyı kaleme aldıktan sonra Hrant'a reva görülenler sanki bir asır kadar önce atalarına yapılanların onun şahsında tekrarlanan kötü bir kopyası gibiydi.
Onun yazdıklarında dolayı 301'den yargılanmasını, diğer bir çok 301 mağdurununkini de onunkinin yanına katarak "Düşünce Suçuna Karşı Girişim" inisiyatifinde içinde benim de yer aldığım 20 şahsiyet "Aynı suçu biz de işliyoruz" dediğimizde, üzülerek ifade edeyim ki yeterince sahiplenilmemiştik. Ama şimdi cenaze töreni ve sonrasında "Hepimiz Hrant'ız" sesleri gür çıkıyor. Buna da şükür.
Ama artık Hrant gitti. Artık Hrant yok. O kelimenin tam anlamıyla nevi şahsına münhasır bir adamdı ve artık yok. Bu ülke, Anadolu ve Mezopotamya coğrafyası bir yanı yitik belleğinin onurlu ve yaralı güvercinini yitirdi.
Kırkı çıkıyorken ruhu şad olsun Hrant Dink'in...(ŞD/EÜ)