"Şimdiki aklım olsaydı, beş çocuğumu alır, emniyetin içinde oturur çıkmazdım, dünyayı ayağa kaldırırdım. O zaman ne yapacağımı bilmiyordum, beş çocukla kalakaldım. Çocuklarım da Cumartesi eylemlerine gitmeme kızıyordu, 'Babamızı kaybettik, seni de kaybetmek istemiyoruz' diyorlardı. Ama vazgeçmeyi hiç düşünmedim. Bu mücadeleye hayatımı adadım."
Hanım Tosun'un kardeşi 1992'de Lice'de çıkan bir çatışmada öldürüldü, 10 ay sonra babası faili meçhul cinayete kurban gitti.
İki ay sonra, 1993'te Lice'deki köyleri yakıldı, Diyarbakır'a göç etmek zorunda kaldılar. Diyarbakır'da kaldığı sekiz ay boyunca evleri sürekli basıldı.
Bu süreçte eşi Fehmi Tosun cezaevindeydi, üç yıllık cezasını 1994'te tamamladı ve İstanbul'a yerleştiler.
36 yaşındaki Fehmi Tosun 19 Ekim 1995'de Avcılar'daki evinin önünden ellerinde telsiz ve silah olan kişiler tarafından kaçırıldı. Olay, karısı Hanım Tosun, beş çocuğu ve mahallelinin gözleri önünde gerçekleşti.
Eşi kaybedildiğinde 29 yaşındaydı, Türkçe bilmiyordu ve en küçüğü üç buçuk en büyüğü 14 yaşındaki iki kız, üç oğlan çocuğuyla İstanbul'da iki ayrı mücadele verdi: Hem eşini aradı hem de çok zor şartlarda geçinmeye, ayakta kalmaya çalıştı.
Tosun, başvuru yaptığı kurumlardan sonuç alamayınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM), başvurdu. AİHM'den Kasım 2003'te çıkan karara göre, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "yaşam hakkı" başlıklı 2. maddesini ihlalden 40 bin euro tazminata mahkum oldu.
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı olayla ilgili soruşturma açmış, Avcılar polisinden yanıt alamamıştı. Polislere göreve ihmalden açılan davada ise bir gelişme kaydedilemedi.
Hanım Tosun eşinden bir daha haber alamadı.
Cumartesi Anneleri/İnsanları'nın eylemleri 402 haftayı geride bıraktı. 17 yıldır eşini arayan ve her hafta Galatasaray meydanında oturma eylemi yapan Hanım Tosun'la, kayıplar mücadelesini, 17 yılda yaşadıklarını, Cumartesi eylemlerinin anlamı konuştuk.
"Sudan çıkmış balık gibiydim"
Mücadeleniz 1991'de başlıyor aslında. Köyünüz yakıldı, göç etmeye zorlandınız... Sizi İstanbul'a getiren ne oldu?
Bizim köyümüz doğal kaynaklar açısından zengindi, toprağımız verimliydi. Yakın köylerden toprağı olmayanlar bizim köye gelir, tarlalarımızda, evlerimizde çalışırdı.
Bahçemizde çalışan köylüler sonra korucu oldular. Evimizi yakanlar da onlardı. Hatta devlet görevlilerinden daha acımasız davranıyorlardı çoğu zaman.
Önce kardeşim sonra babam öldürüldü, iki ay sonra da köyümüz yakıldı zaten. Babamın 40'ı çıktığında köyü terk ettim. Diyarbakır'a eşimin ailesinin yanına yerleştik, sekiz ay onlarla kaldım. O dönem ortam çok kötüydü, surlarda faili meçhul cinayetler işlenirdi, herkes korku içindeydi.
Diyarbakır'da kalsaydık eşim ya faili meçhul cinayetle öldürülecekti ya da tekrar cezaevine girecekti. Önce eşim İstanbul'a yerleşti. O cezaevinden çıkınca üzerimizdeki baskılar arttı, evimiz neredeyse her gün basılıyordu, eşimin babası evden dışarı çıkamaz olmuştu, polis sürekli takip ediyordu, eşimi soruyorlardı. Ben de üç ay sonra çocuklarımla birlikte, 1994'te İstanbul'a taşındım.
İstanbul'da bir bodrum katına yerleştik. Türkçe bilmiyordum, Türkçe'yi İstanbul'da öğrendim. Sudan çıkmış balık gibiydim, olayların psikolojisini üstümden atmadan bir yıl içinde eşimi kaybettim.
"Söylediklerini yaptılar"
Fehmi Tosun 19 Ekim'de evinizin önünden kaçırıldı, otomobile zorla bindirilirken "Beni öldürecekler" diye bağırdı, siz ne yaptınız eşiniz kaçırıldığında?
Eşim kaybedilmeden iki ay önce 14 yaşındaki oğlumu kaçırdılar, işkence yaparak babasının yerini söylemeye zorladılar. Gözaltı kaydı olmadan günlerce Emniyet Müdürlüğü'nde kaldı.
Bırakırken, "Bu sefer babanı alırsak cezaevine girmeyecek. Bu sefer elimize geçtiğinde bütün kemiklerini kıracağız" dediler.
Bu olaydan iki ay sonra eşim yakalandı ve gözaltında kaybedildi. Söylediklerini yaptılar.
Eşim kaçırıldığında hemen savcılığa gidip başvuru yaptım eşim kayboldu diye, sonra da İnsan Hakları Derneği'ne (İHD) gittim.
"İnsanların burada öldürüldüğünü bilmiyordum"
Tek başınıza kaldınız, eşiniz gözünüzün önünden kaçırıldı, İstanbul'u hiç bilmiyorsunuz, korkmadınız mı?
Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum, hayatımda ilk kez Gayrettepe'teki Emniyet Müdürlüğü binasına gittim. O zaman insanların burada öldürüldüğünü bilmiyordum. Eşimi orada tutuyorlar diye birkaç parça kıyafet alıp, eşimin kardeşiyle birlikte şubeye gittik.
Ben bunları yaparken polisler bizim evimize gidip alt üst etmişler, eşimin iki fotoğrafını almışlar.
Arkadaşı da aynı gün kaybedildi
O iki fotoğrafı da şubedeki dosyada gördüm. O zaman anladım eşimi kimin kaçırdığını. Fotoğraflardan birinde eşimin arkadaşı, Liceli Hüseyin Aydemir vardı.
Oradan çıkınca Hüseyin'in evine gidip nerede olduğunu sordum, sabah çıktı bir daha dönmedi dediler. Hüseyin de o günden beri kayıp.
Şimdiki aklım olsaydı, beş çocuğumu alır, emniyetin içinde oturur çıkmazdım, dünyayı ayağa kaldırırdım. O zaman ne yapacağımı bilmiyordum, beş çocukla kalakaldım.
"Yabancı bir yerde korku içindeydim"
Kendi hayatınıza devam etmek yerine mücadele etmeye nasıl karar verdiniz?
Birkaç ay içinde kendimi toparladım, eşim için mücadele vereceğim, çocuklarımın geleceği için mücadele vereceğim, dedim. Beş çocuk babasız kaldı, bunu oturup izleyemezdim.
Beni ayakta tutan iradem oldu. O zaman bilinçsizdim. 30 yaşıma kadar köyde yaşamıştım, okuma-yazmam yoktu, Türkçe bilmiyordum. Türkçe'yi burada öğrendim. Çok zorladım.
Yabancı bir memlekette hissettim kendimi, yabancı insanlarla korku içinde kalmıştım.
Eşim çok iyi bir insandı. Ondan hep güç aldım, her zaman beni tek başıma hareket edebilmem, karar verebilmem için teşvik ederdi, "Sana güveniyorum" derdi. O böyle söyledikçe kendime güvenim gelirdi.
Ben Diyarbakır'da bile tek başıma dolaşmaya korkardım, eşim kaybolunca tek başıma birçok yere gitmek zorunda kaldım.
"Otobüs bileti bulmak bile zordu"
Size destek olan kimse oldu mu?
İHD bana çok destek oldu. Arkadaş olduk zamanla, yanımda oldular. Oturma eylemine başladıktan sonra her hafta gittim eyleme, gözaltılara rağmen, tüm zorluklara rağmen oraya gittim.
O zaman Galatasaray meydanına Avcılar'dan gitmek de çok zordu. dört yaşında çocuğum vardı, maddi yönden de sıkıntıdaydık. Evimizde telefon yoktu, yakınlardaki akrabamızın telefonundan arıyorlardı beni.
Bir keresinde çok kar yağmıştı, hiç unutmam, İHD'ye uluslararası bir heyet gelmişti beni Taksim'e çağırdılar. Otobüs durağına gittim, cüzdanıma baktım, bir tane bilet var. Param da bir bilet alacak kadardı.
Düşündüm düşündüm, parasız yola çıkmaya korktum, eve geri döndüm. Ama çok moralim bozuldu, akşama kadar ağladım.
Geçinmek için mi kayıplar için mi mücadele edeceğim diye arada kaldığım oldu. Ama yine de vazgeçmedim. Hep başaracağımı düşündüm, yoluma devam ettim.
Nasıl geçindiniz?
Bir tekstil atölyesinde işe girdim ama sürekli mesaiye kalmam gerekiyordu, bir akşam mesaiye kalmak istemedim, beş çocuğum da evde beni bekliyordu. Ama müdür kabul etmedi, mesaiye kaldım, eve döndüğümde çocuklar çok merak etmişti.
15 yaşındaki oğlum eve gittiğimde ağlıyordu. Soğuktu, soba da yakamamışlardı. Oğlum, "Biz çalışırız, sen gitme bir daha" dedi. İşi bıraktım.
Sonrasında evden çalıştım, tekstil atölyelerinden aldığım işleri evde yaptım.
"Hem babalık hem analık yaptım"
Çocuklar da hem babalarını kaybettiler hem de yaşamın zorluklarıyla karşı karşıya kaldılar.
Evet, onlar için de hayat çok zordu. Çocuk yaşta çalışmaya başladılar, arkadaşları oyun oynarken onlar işe gittiler. Hala da bu zorluklar devam ediyor. Çok şeyleri eksik kaldı hayatta.
Ben de iki kişinin görevini yaptım, hem babalık hem analık yaptım. Çocuklarım da çocukluğunu yaşamadan evin yükünü üstlendiler. Arkadaşlarıyla doğru dürüst gezmeye gitmediler.
Televizyonda beni gözaltına alınırken gördüklerinde çok üzülüyorlardı, "Babamızı kaybettik seni de kaybetmek istemiyoruz" diyorlardı.
Babası kaybolduğunda üç buçuk yaşında olan küçük oğlum bu olaydan en çok etkilenen oldu. Okula gitmek istemedi, "Anne bize ant okutuyorlar, marş okutuyorlar, okula gitmeyeceğim" diyordu. Liseye kadar zorla gönderdim, lise birde bıraktı okulu.
Benim çocuklarım üstünde ne kadar emeğim varsa onların da benim üstümde emeği var, onların kazandığı parayla ben mücadeleye devam ettim, eylemlere katıldım.
Bu mücadele içerisinde Galatasaray meydanının anlamı ne?
Kayıplar mücadelesinde Galatasaray çok önemlidir, ileride orada bir anıtın olmasını çok isterim. Orada acılarımızı paylaştık arkadaşlarımızı orada tanıdık.
Orası bizim için mezar yeri.
O meydanı direnerek, dövülerek, zorluklarla kazandık.
Gidecek başka yerimiz yoktu ki...
"Gördüğümüz her baskı bir kayba engel olabilir"
Mücadelenizin geldiği yeri nasıl görüyorsunuz? Talepleriniz neydi, gerçekleşen talepleriniz oldu mu?
Oturmalara başlarken üç talebimiz vardı: Bir daha kimse kaybedilmesin, failler yargılansın, cenazelerimiz bulunsun.
Yıllar sonra cumartesi oturmalarına tekrar başladığımızda, ilk aklıma gelen, aradan bunca yıl geçti yine aynı yerde oturuyoruz yine aynı talepleri dile getiriyoruz, oldu.
Ama artık kayıplar bittiği için vicdanım rahat. Her dövülmemiz, her gözaltı bir kayba engel olabilir diye düşünürdüm.
"Evden çıkarken çocuklarımla vedalaşıyordum"
O meydanı direnerek aldığınızı söylediniz, neler yaşadınız, ne bedeller ödediniz Galatasaray'da eylem yapmak için?
90'lı yılların sonundaki her eylemimizde gözaltına alınıyorduk. Polisler meydana çıkmamıza bile izin vermiyordu. Gözaltına alınacağımızı bilerek geliyorduk.
98'de üç ay boyunca her hafta sonu evden çıkarken çocuklarımla vedalaşıyordum. Belki tutuklanırım diyordum.
Bazen Cuma akşamından buluşuyorduk, bu hafta hangi yoldan meydana varırız diye plan yapıyorduk. Birkaç kez Taksim İlkyardım'dan ya da Cihangir'den taksiyle gitmeye çalıştık ama daha taksiden iner inmez saldırıya uğruyor, gözaltına alınıyorduk.
En son İHD'nin içinde basın açıklaması yapmak zorunda kaldık. Polis bizi içeri kilitledi.
"Saçımdan sürüklüyorlardı, saçlarımı kazıttım"
Hakkınızda dava açıldı mı hiç?
Hücrede dört gün tutulduğumuz bir gözaltıdan sonra, "kaldığımız hücrenin duvarına slogan yazdığımız" iddia edilerek hakkımızda dava açıldı. Ama hücrede üç kadındık, üçümüzün de okuma yazması yoktu, sloganı nasıl yazacaktık ki?
Sürekli gözaltına alındığımız dönem, polislerin beni saçımdan tutup sürüklemesine kızdım, canım da çok yanıyordu. Gittim saçlarımı sıfıra vurdurdum.
Bir gözaltımızda da arkadaşımız sürüklenirken yere düştü, bizi zorla onun üstünden geçirerek araca bindirmişlerdi, çok üzülmüştüm. Bütün vücudu mosmor olmuştu.
Aracın içinde de bizi dövmeye devam ediyorlardı, gaz sıkıyorlardı.
"İşkence değil de küfürler ağır geliyordu"
1999-2009 arasında Cumartesi oturmalarına ara verdiniz, 31 Ocak 2009'da tekrar başladınız. Neydi bu kararı almanıza sebep olan şey?
Son gözaltımız çok kötüydü. Şişli'de kayıplar için bir fidanlık yapılmıştı, oraya su vermek istedik, yine araçlardan iner inmez gözaltına alındık. Mecidiyeköy'deki Emniyet binasına götürüldük.
O gün çok kötü hakaretlere, küfürlere maruz kaldık. 60 yaşındaki anneler vardı. Hepimizi tek kişilik karanlık hücrelere koydular. Bir anne "Ben boğuluyorum, buraya biri gelsin" diye bağırıyordu. Akşam ifadeye götürürken de çok küfür ettiler. Dövülmek, işkence görmek değil o küfürler daha ağır geliyordu.
Bundan sonra ne yapacaksınız?
Bu mücadeleye hayatımı adadım, başka bir amacım da hiç olmadı. Eşimin cenazesini aramaya devam edeceğim... Şimdi de yol parası bulamadığı için GS meydanına gelemeyen anneler var. Ama tüm zorluklara rağmen kimsenin vazgeçmeye niyeti yok. (AS)
* U2, 1997'de çıkan Pop albümünün kartonetinde "Fehmi Tosun'u hatırlayın" yazmıştı. Hanım Tosun, Eylül 2010'da grubun solisti Bono'yla buluştu. Grup, 6 Eylül 2010'da Olimpiyat stadında gerçekleşen konserinde "Mothers of the Disappeared" (Kaybedilenlerin Anneleri) şarkısını Fehmi Tosun için söyledi.
Fotoğraflar: Ersoy Tan.