Saat 16.00.
Bilgisayarın karşısına oturdum. Kırmızı kalemliğe baktım. Derin bir nefes aldım.
Biamag yazısını bir kez olsun gündüz yazabileceğim.
O da ne?
Güneş!
Sabahtan beri gri-beyaz bulutların arkasına saklanıyordu.
Git sobele güneşi!
Dikkat et! Acele ederken bir yerini çarpma!
Acır.
Saat 17.30.
Artık güneş gittiğine göre kalkıp yazayım. Kalkmadan önce gazeteye bir göz atsam mı? Ama önce televizyon sayfasına bak!
Eyvah!
Milan Kundera'nın bir türlü bulup okuyamadığım ünlü romanının filmi var! Yazıyı filmden önce bitirmem lazım!
Zırrrrrrrrrr. Kapı.
Kalk. Çalışma masasının sandalyesine bin! Kay! Kapıyı aç!
Ne güzel pencereden anahtar atıyordum yerimden bile kalkmadan, kim geldi diye bakmadan.
Yok olmuş pembe anahtar; bulamazsam sırf kapı açmak için kendimi kaydırırken nur topu gibi pazılarım olacak yakında.
Mıstık geldi.
Hoş geldi.
Sıcak simitle geldi. Çay da koyar şimdi söylememe gerek kalmadan.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın "Huzur"unu getirmiş gelirken; sefalar getirdi.
Başımın üstünde yeri var.
Bana okumak için bir kitap getirin, o kitabı en az 10 kişiye okutayım! (Reklam sloganı)
- Çok zayıflamışın! Neler oldu sana?
Soruyu duyunca gözüm ondan pencereye kaydı. Ve kuşları gördüm.
"Kuşlar!" diye çığlık...
-Ne olmuş kuşlara?
Sesi kızgın mı? Bana mı öyle geldi?
Baktım. Evet, o da! Kızdı.
Of. Of. Of.
Kuşlara döndüm.
Saatlerce 1 tek kuş geçsin diye bekleyen ben, elbette sürü halinde görünce, soran Oğuz Atay olsa bile, cevabımı kuşlardan sonraya ertelerim.
Çaydanlığı yanıma bıraktı ve bir karış suratla gitti.
Simit ve "Huzur" (kitap adı) için ettiğim teşekkürlerime aldırış etmedi.
Of. Of. Of.
Kuşlar yüzünden kızdırdığım kaçıncı kişi saymıyorum artık.
Ama ben ağrılardan geberirken; günde 1 milyon kere, "Ölsem de kurtulsam," diyorken, kuş geçtiğinde ölmek istemeyi unutuyorum diye sevinirken, sevinmek için abuk subuk nedenler ararken, sevinmek için neden aramaktan yorulurken, bana kuş yüzünden kızanlardan özür dilemiyorum artık.
Saat 19.00.
Gazeteyi okuyamadın bari "Ana" Haberleri dinle.
Yok, sesini kapatayım; sadece alt yazıları okusam yeter! Nasılsa tek cümlelik haberi, değişik cümlelerle ve çok kere tekrar edip ayrıntı vermiyorlar. Başımın ağrısı bari artmasın.
Başbakan Recep Tayip Erdoğan: "Ülkem için dilencilik yaparım."
Güzel laf etmiş.
Demokrasi dilenciliği yapsa ülkesi için, alkışlarım bile.
Ermenilerin yalan müzesi: "Dünyayı böyle kandırıyorlar."
İyi ki sesi açmamışım. Bu haberin ayrıntısını duymama gerek var mı?
Fotoğraflara bakmak yeter aslında; onlar dünyayı mı, biz kendimizi mi kandırıyoruz?
Yeni yasa kiracıyı kurtarır mı?
Şimdi aç sesini. Kiracıyım. Ve zam ayı!
Allahım kurtar biz kiracıları!
Âmin.
"Âmin!" desenize! Diliniz mi aşınır?
Zırrrrrrrrrr. Telefon.
- Nerdesin kız gezenti! Dün yoktun evde.
- Güzelim ya, şu telefonu açar açmaz azarlamasan beni bir kere de.
- Ağrı mağrı diyorsun, geziyorsun.
-Aaa!
- Ne oldu?
- Renk renk kasalı bir kamyon geçiyor. İçinde kırmızı domatesler, yeşilbiberler, sarı lim...
- Sus! Bana cevap ver! Ben halini hatırını sormak için arıyorum, sen kamyon gözetliyorsun, beni ciddiye al biraz!
- Sana gördüğüm renklerin güzelliğini anlatıyorum sevinerek. Bu cevap olmuyor mu soruna?
- Onu anlatacağına cevap ver! Nerelerde sürtüyorsun?
- Alman Televizyon kanalından geldiler. Evde kitapla ilgili, Karaköy ve Beyoğlu'nda tekerlekli sandalye ile kaldırımlara çıkamayışımı, yollarda sefil oluşumu, tramvaya binişimi çektiler. Ha, bir de evden Karaköy'e gitmek için beklediğim taksilere binemeyişimi. Ama biri...
- Hangi kanal?
- Ne önemi var kanalın?
Galata köprüsünü, denizi, sokakların kalabalığını öyle özlemişim ki! Çok mutlu bir acılı kadındım dün. Yolların bozuk oluşu yüzünden sandalye çok sarsıldı. Ağrılarım milyon kat arttı. Ve beyin sarsıntısı geçirdim ek olarak! Yine de denizi...
- Hangi kanal?
- Of. Of. Of.
Söylemiycem işte! Sen söyle. Hadi bana biraz türkü söyle o güzel sesinle; azdırdığın ağrılarım azalır belki!
Çat.
Of. Of. Of.
Kiracı haberini de duyamadım. Kurtuluyor muyuz acaba?
Saat kaç? Hala yazmaya oturamadım.
Film başladı!
Var olmanın Dayanılmaz Hafifliği.
Uzat Mualla'yı keyfine bak; kabak çekirdeği de var. Oh! Canıma değsin! Yazı/editörler beklesin! Onlar kızmaz, biliyorum.
Zırrrrrrrrr. Kapı.
- Hoş geldin. Gel film izleyelim.
İyiydi; ama arzulanan tüm çıplak kadınların düzgün bacaklı oluşuna gıcık oldum.
Tüm filmlerde öyle zaten! Diyecek olana da gıcık olacağım; peşinen söyleyeyim. (Önyargı mı bu?) (Ne?)
Acaba ben filmlerde benim gibi yamuk bacaklı bir kadın başrollerde olmadığı için mi, "düzgün" kelimesini sevmiyorum.
"Düzgün insanları" da...
Bana bu hafta üç kişinin aşık olduğunu yazsam mı acaba?
Ben de birine galiba. Sanırım. Belki.
Of. Emin değilim.
Ben neyden eminim ki?
Meğer bilgisayarda saat varmış: 06.12.
Yaşasın! Yazı bitti. Martılar da çığlık atmaya başlar birazdan. (NG/BA)