Çaresiz durdurup arabaları geçeceğim.
Sağlam denilen tek bacağımı atıyorum caddeye, arabalar görüp de dursun diye. Hayır, bacağımın güzelliğine güvenip atmıyorum caddeye o tek bacağımı, sürücü adabına göre caddede bacak görünce anlasınlar da dursunlar diye...
Ama nerde bu memleketin sürücülerinde o adap?
Bacağımı caddeye bir atıyorum attığım hızla da geri çekiyorum. At çek, at çek, at çek...
Sayamayacağım kadar çok kereler at-çek oyunu oynamaktan yorgun ve argın ve bitap düştükten sonra, kendimi arabaların önüne atmayı düşünmeye başladım; hem çarpan arabasıyla alıp eve götürür belki diye salakça düşüncelere bile kapıldıktan sonra İstanbul'un trafiği biraz daha sıkışsa diye dualar ederken ortaya çıktı kurtarıcım.
Beyaz atı yoktu, üstü başı kir içindeydi, o telaşın ortasında ellerinin bile simsiyah olduğunu görüp boyacı ya da tamirci çırağı olabileceği hakkında düşünce bile geliştirdim.
Attı kendini caddenin ortasına beyaz atsızım, arabalar acı acı frenler yaptılar lastiklerini aşındırarak ve durdular.
Elini uzattı bana caddenin ortasından, Allahım ne kadar da yakışıklıydı!
Yanına yaklaşınca indirdi elini, hâlbuki tutacaktım o kapkara elini. Gözleri de kocaman kapkaraydı. Çok güzellerdi.
"Yanına vardığımda acele etme abla!" deyince bitiverdi aşkım. (Aşkın ömrü 5 dakika.)
Minnettarlık kaldı geriye. Kızgınlıktan sade bir teşekkür ettim.
Trafik sıkışıklığı konusunda fikrim değişmedi.
Daha kolay geçiyorum karşıya ağır akan bir trafikte. Araba kullanırken de severim sıkışık trafiği, hız yapmak zorunda kalmıyorum diye.
Hem kazalarda az oluyor; olsa da hafif kazalar oluyor insana değil araca zarar veriyor sıkışık trafikteki kazalar.
Korkarım ben hızdan.
Belki de bu yüzden en sevdiğim hayvan kaplumbağadır.
Bu olayı anlattığım bir arkadaşım bencil olduğumu söyledi.
Güldüm.
Kendime yakıştıramadığım bir şey söylendiğinde gülüyorum.
Çok az gülebiliyorum son zamanlarda diye sırf beni güldürdüğü için kızmadım arkadaşıma.
Benim karşıya geçememem onu hiç ilgilendirmiyordu da karşıya geçebilmek için üretmeye çalıştığım salakça çözümler yüzünden beni bencil olmakla suçlayabiliyordu.
"Peki, o arabaların sürücüleri ne oluyor?" diye sordum.
Bu olayı anlattığım bir başka arkadaşım da abla lafına gıcık olmam yüzünden "Yaşın gereği," deyiverdi.
Ona gülemedim. Ne varmış yaşımda? Daha 45'imdeyim.
"Kabul et yaşlandın," dedi.
"Edemem," dedim. "Anneannem 92 halam 96 yaşındayken, bu yaşta yaşlıyım diyemem," dedim.
Haksız mıyım?
Haklı ya da haksız bulmanız umurumda bile değil tabii ki.
85 yaşından önce yaşlılığı kabul etmem.
Son zamanlarda arttı abla diyenler, gıcık oluyorum hepsine. Kaç kişiyi azarladım. Saygıdan diyorlar. İstemiyorum ben saygı falan deyip alıyorum.
Abla denildiği zaman eşit bir ilişki kurmak zorlaşıyor. Hiyerarşi yaratıyor abla kelimesi.
Abla dediği birine aşık olması zordur bir insanın.
Off off.
Bütün bunların üstüne çay içip sakinleşecek bir yer arıyorum.
Oturursam en az üç çay içmeden kalkamayacağımı ve ardından tuvalet arayacağımı bildiğimden, kapıdan girmeden soruyorum tuvaleti.
Hep üst katlarda tuvaletler.
Off off.
Çay içemeden eve geliyorum.
Camın önüne oturuyorum.
Gözüm dışarıda benim.
Dışarısı bana uygun olsun istiyorum.
Evet, ben bencilim. (NG/BA)