İki yıldır Galatasaray'da kaç bayram geçirdim, kapımı çalan olmadı. Dantel tül benim neyime?
Annem, bayram her yerde Zeytinburnu'nda olduğu gibi kutlanıyor sanıyor. Sabah sekizden itibaren çocuklar ellerinde torbalarla kapıları çalmaya başlarlar Zeytinburnu'nda. Hiçbir hazırlık yapmasam bile, şeker alırdım orada otururken.
Kaç bayramdır şeker bile almıyorum. Geçen bayram Zeytinburnu'nda elini öpmeye gittiğim komşuların tuttuğu şekerleri biriktirdim, tıpkı çocuklar gibi; eve getirdiğimde koyacak şekerlik bile bulamadım. Zeytinburnu'ndan taşınırken kırılmış herhalde, farkına varmamışım kaç bayramdır.
Canım sıkılıyor.
Zeytinburnu'nda arabayla dolaşmak iyi gelir sıkıntılarıma diye çıkıyorum evden. Sokaklarda olağanüstü bir kalabalık.
Ellerinde torbaları kaldırıma bırakıp dinlenen orta yaşlı bir kadına, bayramın kendisi için ne anlam ifade ettiğini soruyorum. "İş demek kızım, iş!" diyor yorgun sesiyle.
Genç bir erkeğe yanaşıp, ne iş yaptığını soruyorum önce, sonra bayramın anlamını: Garson için bayram bahşiş demek!
Önüme fırlayan bir top yüzünden frene bastığımda, trafiğin izin verdiği kadar futbol oynayan çocuklara soruyorum: Neşeyle bağrışıyorlar: Yeni giysiler demek, çocuklar için bayram. Ve harçlık. Ve şeker.
Bazı şeylerin değişmemesi güzel geliyor.
Ortalıkta hiç kız çocuğu yok. Kızlar evde annelerine yardım ediyordur. Ya da bebekleriyle oynuyordur.
Bazı şeylerin değişmemesi acı geliyor.
Yaşlıca bir adam kahveden çıkıyor ağır adımlarla. Yanında durup, "Bayram?" diyorum. "Torunlarım gelecek," diyor kataraktlı gözleri parlayarak.
"Maaşlar çok az. Birer çift çoraptan başka bir şey alamadım. Eskiden çikolata alırdım. Şimdi kağıtlı şeker aldım," derken o parıltıdan eser kalmıyor.
"Amele pazarı" denilen yerden geçerken iyice yavaşlıyorum. Beklemekten kararmış yüzleri, soğuktan morarmış ellerini görünce soramıyorum onlara bayramın anlamını. Önlerinde yavaşladığım için, işçi aradığımı sananlar ellerindeki sigaraları fırlatıp bana doğru yöneliyor.
Kendime kızıyorum, sigaralarından ettim onları, diye.
Uzaklaşıyorum oradan.
Sorsam biliyorum, "İş yok!" diyecekler. İş yoksa para da yok. Para olmayınca, çocuklarına bir şey alamayacakları gibi, evlerine bayram şekeri bile götüremeyecekler.
Dolaşmak iyi gelmedi.
Bana sorsa biri bayramın anlamını, ne derdim, diye düşündüm; yazı konusu, derdim herhalde.
Sıkıntım iyice arttı.
Bayramda dağılır biliyorum. Giderim Zeytinburnu'na. Annemin, babamın elini öptükten sonra, "Komşulara bayramlaşmaya gideyim," der kalkarım.
Giderim asırlık Esma Teyze'nin elini öpmeye.
Esma Teyze çok sevinir beni görünce. "O kadar okudun, burnun büyümedi Hatice'nin kızı gibi. Bir bayram gelmez elimi öpmeye," diyecek her bayram dediği gibi.
Beni nerelere oturtacağını bilemeyecek yine sevinçten. Ağzından hiç düşürmediği cigarasıyla dolanacak iki adımlık yerde; oturacak tek yer, camın önünde iki portakal sandığından yapma divanın sağ ya da sol tarafı olduğu halde. Bir sağını gösterecek divanın, bir solunu.
Önce ne tarafa otursam oradan kalkıp diğer tarafına oturmamı isteyecek, "Burada daha rahat edersin" diyecek.
Sonra yerdeki mindere oturup, bağdaş kurup cigarasını tazeleyecek. Bana da uzatacak ve her seferinde dediği gibi, "Sen bunu içmezsin, beğenmezsin," diyecek.
Çıkardığım sigaranın kendi sigarasından olduğunu görünce de, "Aferim!" diyecek mutlaka. Ben yine anlamayacağım daha önceleri anlamadığım gibi, o "Aferim"in nedenini.
Sonra cigarasından dumanları üfüre üfüre hayırsız oğlunu, gelinini şikayet edecek bana; gözyaşlarını saklamaya gerek duymadan.
"Bak bu göt kadar yere tıktılar beni. Kapımı açmazlar. Senin gibi gelen oldukça utanırım"
Dört metrekarelik odasında, küçük tüpün üstünde çay demleyecek bana. Kararmış tencerenin içinde yıkadığı bardağa çay dolduracak. "Bu meret de olmasa yaşanmaz bu dünyada" diyecek çayı uzatırken, sonra dişsiz ağzıyla gülecek.
Sigarasını tekrar tazelerken, "Benim gıdalarım da bunlar" diyecek. Sigara paketini koynuna saklayacak yine, torunları aşırmasın, diye.
Bu kadar sigara içip, bin yaşında görünüp, nasıl bu kadar hızlı hareket edebildiğine şaşacağım ben yine, onu her gördüğümde şaştığım gibi.
Sonra çaydanlığı indirip, küçük, alüminyum, eski bir tencere koyacak küçük tüpün üstüne. Akşam yemeği usul usul pişecek Esma Teyze'nin, biz çayımızı içip, cigaralarımızı tüttürerek dedikodu yaparken.
Kalkarken elime kolonya dökecek, şeker tutacak. "Her zaman gel. Bayramı bekleme. Sevinirim gelen oldukça," diyecek kapıdan çıkarken.
Onu sevindirmek, beni de sevindirecek. Birini sevindirmenin ne kadar kolay olduğunu, düşüneceğim merdivenleri oflayarak inerken.
Bir daha bayramı beklemeden, arada sırada gitmeye karar vereceğim Esma Teyze'ye.
Ama gidemeyeceğim bir sonraki bayrama kadar.
İyi ki bayramlar var!
İyi bayramlar... (NG/EÜ)