Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Batı Avrupa'daki egemen medya organlarını taradığımızda, İsrail'in vahşetini küçümsemeye, gizlemeye hatta haklı göstermeye yönelik bir söylem benimsendiği yetmiyormuş gibi Hizbullah savaşı başlatan ve saldırgan taraf olarak gösterildi.
Batı'da egemen medya, hem nitel hem de nicel olarak İsrail saldırısını yanlı bir şekilde izleyip, aktardı, 2006 Ağustos'unun yarısında hala öyle aktarıyor. 14 Ağustos'daki ateş-kes'e kadar da Batı medyası bu yanlı tutumunu sürdürdü.
New York Times'dan CNN International'e, Frankfurter Allgemeine Zeitung'dan Charlie Hebdo'ya Amerikan ve Avrupa medya organlarında, hem İsrail resmi yöneticilerine Filistinli ve Lübnanlı yetkililere oranla, ortalama beş misli daha fazla zaman ve yer veriliyor, bu yetmiyormuş gibi neredeyse her seferinde Hamas ve Hizbullah terörist örgüt olarak tanıtılıyor.
İsrail saldırıyor Medya da...
Temmuz-Ağustos 2006'daki İsrail saldırılarının Batı basınındaki aktarılış şekillerine baktığımızda, işin salt mesleki-teknik gerekçelerle aksamadığını, ve hatta siyasi-ideolojik tercihlerin bu mesleki-teknik engellerden daha da önemli olduğunu görüyoruz.
Gazetelerin yorum ve röportaj köşelerinde, 'savaş'ı açıklamak, tahlil etmek adına İsrail propagandası yapılırken, televizyon haberlerinde, Lübnan'da yüzlerce insanın ölümüne karşılık, İsrail'deki her ölü ve yaralı, hem içerik hem de süre olarak çok daha ayrıntılı ve uzun sürede verildi.
Sütun/cm ya da dakika-saniye hesabı yapmak da çok anlamlı olmayabilir. Çünkü bu dengesiz, orantısız izleme-aktarmada içerik hep aynı: İsrail meşru savunmada, Hizbullah saldırıyor!
İsrail ve ABD medyasının beklendiği üzere, siyonist saldırıyı gizlemek için ağırlıklı olarak Hamas ve Hizbullah'a yüklenmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Neyse ki New Yorker'da Seymour Hearsch İsrail saldırısının hem uzun zaman önce planlandığını hem de Bush yönetiminin destek ve onayını almış olduğunu yazması, 'Hizbullah'ın İsrail ordusundan iki çavuşu kaçırmasına karşı misilleme' olarak yutturulmaya çalışan saldırıyı faş etti.
Le Monde'da geçenlerde Bernard Henri-Levy iki tam sayfa, savaş günlüğü, röportaj-izlenim karışımı bir İsrail methiyesi yayınladı (28 Temmuz 2006).
Charlie-Hebdo ve hatta Canard Enchaine'de (Zincrli ördek) yayınlanan karikatür ve yazılar asabımı bozdu: Çünkü hiç biri Tel-Aviv'in saldırganlığından söz etmiyor, mızrağın sivri ucunu Hizbullah'a, 'radikal İslamcı terörizme' yöneltiyor.
Aslında, İngiliz İşçi Partili milletvekili George Galloway'in, Murdoch'a ait Sky TV'deki 6 dakikalık söyleşisi egemen medyanın tüm foyalarını, tarafgirliğini somut bilgi ve gerekçelerle rasyonel bir şekilde çok güzel teşhir ediyor.
11 Eylül'den sonra Batı medyasında oluşturulan 'Müslüman=Terörist' denklemi önemli bir unsur. Soykırım kurbanlarının kurduğu İsrail devletine karşı eleştirel yaklaşım, özellikle Batı Avrupa'da anti-semitizmle özdeşleştirildiği için çıplak gözle görülen Siyonist vahşet, Hizbullah terörizmi bahanesiyle gizlenmeye çalışılıyor.
ABD yönetiminin İsrail'i açık bir şekilde desteklemesi de, global medyayı Siyonist vahşeti teşhir etmekten alıkoyan bir engel.
Avrupa Birliği ya da Birleşmiş Milletler gibi kuruluşların etkisiz ve pasif tutumları da egemen medyayı İsrail'in suç ortağı haline getirebiliyor.
Tahrifat değil ters-yüz etmece!
İdeolojik saplantıları var Batı medyasının:
- Hizbullah ve Hamas teröristtir
- İsrail, meşru ve demokratik bir devlettir, bizdendir
- İslamiyet, Ortadoğu için tehlikeli ve saldırgan bir dindir
Murdoch'un SKY ya da Fox TV'si işte bu ideolojik saplantılardan yola çıkıp, hakiki gerçek yerine medyatik gerçeği yeniden üretip Batı kamuoyuna yayıyor. Saldırgan ''demokrat ve mağdur'', saldırıya uğrayan ise, ''terörist'' olarak gösteriliyor.
İsrail, iki askerinin kaçırılması bahanesiyle bu kadar sert ve yoğun bir saldırıyla misilleme yaptığı için kimi çekingen liberaller tarafından 'orantısızlıkla' itham ediliyorsa, Batı egemen medyası en az İsrail kadar 'orantısız', yani dengesiz, yani tek taraflı olarak izledi aktarıyor Filistin ve Lübnan saldırılarını.
Ateşkesten sonra da değişen bir şey olmadı. Batı basını, Lübnan'a yerleştirilmesi tasarlanan Uluslararası Barış Gücü'nün 'Hizbullah'ı silahsızlandırmak' ve 'Bölgede İran'ın etkisini kırmaktan' sözediyor. (15 Ağustos tarihli Frankfurter Allgemeine Zeitung)
Ortadoğu'da bugün neyse ki El Cezire gibi televizyonlar var da, bu ideolojik zehir Arap ve Müslüman dünyasında pek etkili olamıyor.
Hem sonra evi başına yıkılmış Lübnanlı, CNN'i izleyip İsrail'i haklı çıkaran yayınları izlese ne olur ki? Lübnanlı bizzat yaşadığı hayata mı inanacak yoksa küçük ekrandaki sanal gerçeğe mi?
Bu arada Arap egemen medyasının, Şii bir başka deyişle İran tehdidi temasını işlemesi de Batı medyasını cüretlendiriyor. Komplo teorisi üretmek vergiye tabi olmadığı için, İsrail ordusunun Lübnan'a hatta Hamas'ın iktidarda bulunduğu Filistin'e yönelik saldırı ve işgali, kimi gözlemciler tarafından 'ABD ile İran'ın dolaylı savaşı' olarak yorumlandı.
Batı medyası mesela uzun uzun İran'ın Hizbullah'a sağladığı roketlerden söz ediyor da, bu silahların belki yüz misli güçlü olanları, ABD'den İsrail'e sevk edildi, ediliyor, ama bu silahlardan kimse söz etmiyor.
İsrail'in Filistin ve Lübnan'a saldırması ABD'deki neo-liberal/neo-con ve İsrail''deki Siyonist ideolojinin demokrasi anlayışı konusunda da karamsar bir tablo çiziyor.
Hamas, Filistin'de uluslararası gözlemcilerin denetiminde yapılan demokratik bir seçimle işbaşına geldi. Keza Lübnan'da meşru/yasal bir siyasi parti olan Hizbullah da, hem Lübnan Meclisinde milletvekilleri hem de Lübnan hükümetinde bakanları olan bir siyasi güç.
Ama her iki seçim sonucu da Washington ve Tel-Aviv'in hoşuna gitmemiş. Çözüm: Saldıralım, yakalım, yıkalım....
ABD ve İsrail, korkudan kaynaklanan bu irrasyonel tavırları ile aslında şimdiden Ortadoğu'da savaşı kaybetti. İşgalden en çok Hizbullah lideri Nasrullah ve Hamas'ın yarar sağladığını kabul etmek zorunda kalıyor liberal ideologlar bile. Ayrıca İsrail ve ABD'nin Ortadoğu ve İslam dünyasındaki muhalif hatta düşman sayısında gözle görülür bir artış var.
Çatlaklar büyürken
ABD-siyonist saldırı ve işgalinin çıkmaza girdiğine dair medyatik alanda da işaretler artmaya başladı. Çin'de Pekin yönetiminin isteği üzerine demokratik fikirler içeren siteleri yasaklayan Google, son olarak amatör bir kameramanın çektiği Lübnan savaş fotoğraflarını sansürledi.
Fox TV gibi çağımızın en saldırgan emperyalist savaş yanlısı (Jingoism) bir televizyon kanalının iki muhabiri, tamamen mesleki nedenlerle istifa ettiklerini açıkladılar.
Fox TV'nin Amman'da görev yapan iki prodüktörü Serene Sabbagh ve Jomana Karadsheh istifa mektuplarında şöyle yazdı:
'Adil ve dengeli olduğunu söyleyen bir TV kanalında artık çalışmamız mümkün değildir, çünkü Fox TV ne adil ne de dengeli. Fox TV sadece Bush'un Beyaz Saray'ının ve İsrail propaganda mekanizmasının aleti olmakla yetinmiyor, bütünlüğü ve profesyonelliği olmayan bir savaş kışkırtıcısı haline geldi'.
Global medyanın en güçlü olduğu ABD'de muhalefet de boş durmadığı için 'Barış, Propaganda ve Vadedilmiş Toprak' başlıklı bir belgeselde Amerikan medyasının Filistin-İsrail savaşını nasıl izleyip aktardığını sorguluyor.
Medya Eğitimi Vakfı tarafından gerçekleştirilen belgeseli Bathsheba Ratzkoff ve Sut Jhally çekmiş. Yıllar önce Noam Chomsky de 'Kader Üçgeni' başlıklı kitabında bu alanı incelemişti.
İlginç bir itiraf da, İsrail hükümetinden geldi Ağustos'un ikinci haftasında: BBC, Hizbullah'ın yayın organı gibi çalışıyor! BBC, Siyonist vahşet konusunda klasik gazetecilik/habercilik ilke ve kurallarını uyguladığı için İsrail devletince kınanıyor. Aslında bu protesto bile BBC'ye gözdağı vermeye yönelik.
Global medya, ABD'nin Irak işgalinden sonra İsrail saldırısı konusunda da olumsuz bir sınav verdi. Ne var ki, egemen medya ortamının gazete, radyo ve televizyonlarıyla İnternet'teki bağımsız, muhalif siteler ama özel olarak da şahsi bloglar kıyaslanınca, ikinci kümenin hem sayıca ağırlık kazandığını hem de işgale karşı direndiğini görmek sevindirici.
İngiliz Independent gazetesinin kıdemli Ortadoğu muhabiri, yaklaşık 20 yıldır zaten Beyrut'ta ikamet eden Robet Fisk, haber ve değerlendirmeleriyle mesleğin onurunu bir kez daha kurtardı.
Siyonizmin Ürkek Dostları
Global savaş medyasının Türkçe versiyonu kimi İstanbul kökenli gazetelerle gazeteciler de, kah gizlice kah açıkça Siyonist propagandayı benimsedi. Kimisi TBMM'deki Türkiye-İsrail Dostluk Grubundan istifa eden milletvekillerini kınadı, kimisi, Ortadoğu'da PKK'den başka bir şey göstermeyen at gözlüklerini taktığı için, Türk Silahlı Kuvvetlerini yeni maceralara davet etti.
Bir ülkenin Başbakanı önce, İsrail saldırganlığını kınayıp, üç gün sonra 'Bu meselede şimdi suçlu aramamak gerekir' demişse, az sayıda da olsa bazı köşe yazarlarının Büyük Ortadoğu Projesindeki büyük patron ve küçük patronu kızdırmamak gerekçesiyle, İsrail saldırganlığına kılıf aradı.
Batı medyasının olumsuzlukları, tam olmasa bile, bir ölçüde Türk medyasına da yansıdı. Bu çekingenliğin nedeni, Türkiye nüfusunun çok büyük bir kesiminin Siyonist saldırıya karşı çıkması ve gerek Filistin gerekse Lübnan'daki mağdurlarla dayanışması olsa gerek.
Sonuç olarak, egemen Batı medyası, İsrail'in Filistin ve Lübnan'a yönelik saldırısını izleyip aktarırken sadece Unesco'nun (McBride raporu), Avrupa Konseyi'nin ya da gazetecilerin meslek ilkelerini ihlal etmiyor, Washington ve Tel-Aviv'in tamamen haksız ve hukuk tanımaz saldırısını aklamaya çalışıyor.
Filistin'e ve Lübnan'a saldıran İsrail değil de, mesela Kuveyt'e saldıran Irak olduğunda, Batı medyasının nasıl davrandığını hatırlıyoruz. Çifte standart uygulamak, uygulayanı kısa süre içinde çelişkiye düşürdüğü gibi, temel kural ve ilkelerin yarar, işlev ve anlamının değerini kavramak açısından da önemli.
Böyle olunca, medyatik gerçekte kendini haklı ve meşru göstermenin bir yararı var mı? Yalancının mumu... (RD/BA)