La Scala, Avrupa'nın hatta dünyanın en önemli, en prestijli sanat kurumlarından biri. İki yıllık restorasyon dönemini tamamlayan Milano'nun bu opera-tiyatro mabedi, 22 Eylül Cumartesi akşamı dev bir prodüksiyonla perdelerini özel olarak açtı: Teneke! Opera boyunca ayrıca da katalogda Teneke'nin yanısıra Türkçe bir sözcük daha vardı: Kaymakam.
Teneke'yi ve Kaymakam'ı neden çevirip İtalyanca yazmamışlar, söylemiyorlar? Teneke konusunda tatmin edici bir cevap bulamadım ama "Kaymakam" sözcüğünü tıpkı "Paşa", "Efendi" sözcükleri gibi bir çok İtalyan zaten bilirmiş.
"Herbert Von Karajan, Maria Callas, Leyla Gencer ve Keith Jarrett'dan sonra Yaşar Kemal de La Scala'da" dedim Yaşar Kemal'e. Sakindi ama memnuniyetini de gizleyemiyordu: "Teneke sözcüğünü böylece İtalyancaya soktuk" dedi.
Sadece sahnede yaklaşık 70-80 oyuncu var. Sahne arkasındakilerle birlikte belki 150 kişilik bir prodüksiyon ekibi bir yıldan fazla emek harcamış. Ortaya olağanüstü etkileyici bir "Teneke" operası çıkmış. Final sahnesinden sonra tıklım tıklım La Scala, dakikalarca ayakta alkışladı sahnedeki oyuncuları, orkestrayı, şefi, libretto yazarını, yönetmeni ve Çukurovalı dev yazar Yaşar Kemal'i.
Üstelik cumartesi akşamki gösteri, İtalya'daki sanatçı, eleştirmen, gazeteciler için özel bir galaydı. Bu uzman kitlenin alkışları ayrıca önemli.
En etkileyici üç sahne
Oyunun, benim gibi opera kültürü kıt izleyiciler için en etkileyici yönü herhalde sahne tasarımlarıydı. Dev sahne, Çukurova'nın hem sarı-sıcak hem de oyunun ruhuna uygun gri-kara renklerini yansıtıyordu. Sadece ışığın akıllı ve estetik kullanımıyla değil, belki 40-50 metre yüksekliğindeki sahne, en az o kadar derinliği ile Milano'nın göbeğine Kadirli'yi getirmişti sanki.
Aslında daha önce Istanbul, Ankara ve İzmir'de tiyatro olarak sahneye konan Teneke, yazıldığından yaklaşık 50 yıl sonra bu kez La Scala'da opera olarak karşımıza çıktı. Bu durum öyle her yazara, her sanatçıya kısmet olabilecek bir şey değil. Aslında kısmetle de alakası yok. Teneke, çeltik ekimiyle geçinmeye çalışan köylüler, toprak ağası, doktor, sıtma hastalığı ve idealist bir kaymakam arasında geçen olayları anlatıyor.
Ne var ki eseri kalıcı, belki de klasik kılan, yani 50 yıl sonra bile güncelliğini korumasını sağlayan Yaşar Kemal'ın sınıfsal bakış açısı. Kahramanlarının psikolojilerini satırlara dökerken, toplumsal çerçeveyi betimleyen çok yazar vardır herhalde ama Yaşar Kemal gibi bu siyasi-toplumsal-ekonomik olaya sağlam bir şekilde sınıfsal perspektifle bakan ve bunu çok mahir bir şekilde kelimelerle okura aktaran yazar sayısı çok olmasa gerek.
Opera sırasında localardaki minik ekranlarda libretto hem İtalyanca hem de İngilizce olarak bant halinde geçiyordu. Ben operayı Zeynep Oral'la birlikte izlediğim için kendimi şanslı sayıyorum. Çünkü Oral'ın opera ve sanat konularındaki bilgi ve tecrübesinden yararlandım.
Çukurova'yı bilmeyen, sıtmayı, idealist kaymakamı, toprak ağasını algılayamayan İtalyan izleyici acaba nasıl kavramıştır Teneke'yi? Bu konuda ilk başta kuşkularım vardı. Türkiye'ye hatta belki de Çukurova'ya has bir olay, İtalyan izleyiciye nasıl aktarılır?
Yaşar Kemal'in yereli ve özgünü, evrensel ve genel hale getirmedeki başarısının yanı sıra, sordum öğrendim ki, Milanolular, zaten kendi bölgelerinde de vakti zamanında pamuk ekimi yapıldığı için konuya hiç de uzak değiller. Ayrıca bırakın 1950'li yılları, idealist kaymakam, toprak ağası ve köy doktoru gibi kavram ve kahramanlar, bugünün Güney İtalya'sında ya da Sicilya'da, Çukurova'yı aratmayacak benzerlikte mevcut. Ayrıca toprak ağası-köylü çelişmesi yani sınıf mücadelesi, Akdeniz ülkelerinde benzer bir şekilde sürüyor.
Oyun boyunca üç şey daha dikkatimi çekti: Kaymakam-Ağa çelişmesi fonunda köylüler sahneye çıktığında, o zamana kadar bildiğimiz klasik yani Batı tınılı opera müziği, küçük partisyonlarla flüt ve fagotlarla oynak oryantal havalara geçti.
Ağa ve adamlarının kaymakamı ağırladıkları nefis yemek sahnelerinde de çok alla turca (olumlu anlamda) figürler ve düzenlemeler vardı.
Anayasa tartışmaları da Scala'ya yansıdı
Salondaki Türkiyelileri en çok etkileyen sahne ise köylü kadınların ağaya karşı başkaldırmaya karar verdikleri anda, başörtülerini çıkarıp, onları sarıp sarmayalıp germeleri ve yeniden üstelik bu kez farklı bir şekilde kafalarına takmalarını betimleyen sahne oldu. Böylece, Türkiye'deki Anayasa tartışmaları da bu şekilde La Scala'ya da yansımış oldu.
Oyunun finali kimilerine göre sosyalist gerçekçi bir renk taşıyordu. Müzik, özellikle davullar şahikasına yükselirken idealist kaymakamın köyden ayrılması halkın kendi sorununu kendisinin çözmesinin de hoş bir başlangıcıydı.
Librettoda, orijinal metne, Yaşar Kemal'in onayı ile küçük ek yapılmıştı. İdealist kaymakamın Avrupa’da tahsil gören bir nişanlısı katıldı operaya. Ve kızın gönderdiği mektuplar çeşitli bölümler arasında köprü vazifesi kurarken, mektubun içeriğini Avrupa’daki nişanlı kızın sesinden dinliyorduk. Böylece Kadirli’de meydana gelen olay, önce Istanbul-Ankara-İzmir sahnelerine taşındı, İsveç’de de oynandıktan sonra La Scala’da işin içine bir de doğu-batı motifi yaratmak amacıyla dünya turuna başlamış oldu.
Herkes orada bir tek...
Milano hafta sonu Türkiyeli akınına uğramıştı. Ne var ki Milano sokaklarında Türkçe konuşan hanım ve beylerin herhalde yüzde 80’i maalesef La Scala’ya değil, kentteki ayakkabı fuarına gelmişti. Onların çoğunu, alış-veriş caddesindeki ayakkabıcı mağazalarının vitrinleri önünde fotograf çekerken gördük. Yaratıcı olamayınca kopyacı olunuyor demek ki ve kopyacı olunca da yaratıcı olunamıyor haliyle...
Yine de bu ayakkabı üreticisi ve satıcılarının çoğu, Milano sokaklarında karşılarında Yaşar Kemal’i görünce sevgi ve saygılarını göstermekte kusur etmediler. Hatta Cumartesi akşamı Yaşar Kemal’le otelden ayrılırken, bir hanım bize ‘İyi şanslar’ diledi. Hoşumuza gitti tabi ama, ben yine de sanki maça gidiyormuşuz gibi his ettim kendimi.
Türkiye’den ve Roma’dan operayı izlemeye gelen gazetecilerin yanı sıra Yaşar Kemal’in dostları da La Scala’da idi. Yıllardır Milano’da yaşayan Leyla Gencer, oyunu Yaşar Kemal’le birlikte şeref locasında izledi. Antrakta televizyona verdiği demeçte "Ben burada sahneye çıkan ilk Türk sanatçısı idim, şimdi devri değişti, artık burada Türk yazarların oyunları sergileniyor" derken Teneke’nin La Scala’ya taşınmasının Türkiye sanat dünyası açısından önemine değiniyordu.
Zülfü Livaneli de oradaydı. Osman Okkan Almanya’dan kalkıp gelmişti. Yaşar Kemal’in yayıncısı Yapı Kredi’den üst düzey bir bankacı Milano’daydı.. Görebildiğim kadar Türkiye burjuvazisini tek başına Selahattin Beyazıt temsil ediyordu. Diğer büyük burjuvalar Simi adasında tabak kırma sanatını icra ediyordu herhalde.
Türkiye’nin Roma Büyükelçiliği'nden kimse yoktu. Milano’daki Başkonsolosluk ise orta düzey bir temsilci göndermişti. Burjuvazi ve devletin tutumu çok anlamlı ya da çok anlamsız! Çünkü her gün onlarca Türkiyeli yazarın oyunları La Scala’da sahneye konuyor....Bunu kaçırdık bir daha sefere gideriz hep beraber. O gün maç olmazsa tabi!
Antrakta, saydığım kadarıyla İtalya’nın en büyük iki televizyon, bir radyo ve bir gazete muhabiri Yaşar Kemal’le ayaküstü de olsa söyleşme imkanı buldu. Oyunla, operayla, ve yazarla ilgili soruların sonuncusu hep aynıydı: Türkiye AB üyesi olacak mı? Yaşar Kemal, açık konuştu: Olacak tabi. demokraside ısrar ederse!
Sonuç olarak Cumartesi akşamı Milano’da, La Scala’da Türkiye açısından, Türkiye sanatı açısından tarihi bir gece yaşadık. (RD/NZ)