Ufuk Güldemir’in kurucusu olduğu Habertürk televizyonu ve İnternet sitesi bir süredir ‘Terörle Mücadele Kahramanlarına Destek Kampanyası’ adıyla bir kampanya yürütüyor.
Televizyon ekranında ve İnternet sitesi sayfalarında ay-yıldızlı logo ve asker selamı veren Milli Takım Teknik Direktörü Fatih Terim ile kâh bir grup asker kâh milli takımın toplu fotografı eşlik ediyor kampanya posterine. Her iki medya organının ekranını neredeyse tamamıyla bu konu işgal ediyor.
Kampanyaya katılanlar tek tek sağladıkları bağış miktarıyla tanıtılıyor. Resmi şahsiyetler, özel sektör liderleri, iş adamları, sanatçılar, sporcular da kervana bir bir katılıyor. Ayrıca cep telefonu şirketiyle yapılan anlaşmalar sayesinde yurttaşlar da kısa mesaj göndererek bağışta bulunabiliyor. Bu bağış listesi 24 saat bir skor board’da açıklanıyor.Televizyon ve İnternet sitesinde bu haber(?) ve bilgiler tüm içeriğin belki de yüzde 90’ını kaplıyor.
Bu kampanyayı önce teknik/mesleki eşzamanlı bağlamda siyasi/ideolojik olarak tahlil etmek gerek.
Bu haber mi?
Esas işlevi yurttaşları, okur/izleyici/dinleyicileri dünyada ve Türkiye’de olup biten olaylar hakkında doğru, inandırıcı, güven verici, çok boyutlu ve hızlı bir şekilde bilgilendirmek olan bir medya organı bu tür bir kampanya düzenleyebilir mi? Böyle bir kampanyanın organizatörü, hamisi olabilir mi? Olursa, haber medyasının esas üretimi olan haber üretimi ne şekilde etkilenir?
Kampanyanın amacı, adından açıkça belli oluyor. Tamamen sübjektif, yüzde yüz ideolojik bir tercihle, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Kürt silahlı militanlarıyla girdiği çatışmalarda – ya da PKK’nin gerçekleştirdiği saldırılarda- ölen/öldürülen mensuplarına ‘Terörle Mücadele Kahramanları’ sıfatı verilmiş. Dolayısıyla 1925’den, daha yakın bir tarihle 1984’den bu yana Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da süren silahlı çatışmalar açıkça ‘Terörizm’ olarak nitelenmiş.
Bu betimlemeyi herhangi bir siyasi, askeri ya da herhangi bir devlet kuruluşu yapabilir. Ne var ki ‘Terörizm’ sıfatını bir medya kuruluşu benimsediği zaman, onun, çatışan taraflara eşit uzaklıkta durma zorunluluğunu ortadan kaldırır. Bu durum da, medya kuruluşunun üretiminin niteliğini, doğasını değiştirir. ‘Terörizm’ ya da başka bir kesimin yaptığı gibi ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’, ‘Özgürlük Savaşçıları’ gibi sıfat ya da deyimleri kullandığınızda, üretiminiz ‘Haber’ kriterlerine uymadığı için, hem aracı/ortada (Media/Medium) konumunu yitirirsiniz, hem de üretiminizin adı ‘Haber’ olmaktan çıkar, ‘Propaganda’ olarak anlam kazanır.
Amiral gemisi kaptanı mı tahlisiye sandalı miçosu mu?
Böyle bir kampanyayı Genel Kurmay Başkanlığı, Mehmetçik Vakfı gibi açıkça taraf olan bir kuruluş yapsa herhalde kimsenin bir eleştirisi olmaz. Habertürk, bu kampanyanın başını çekerken, bundan sonra Kürtlerle ilgili haberlerde, çatışmalar hakkındaki haberlerde, olay/konu/kahramanlarla mesafeyi koruyamadığı için, yani onlarla sadece temas kurduğu için doğru, yansız, çok boyutlu, inanılır, güvenilir, hızlı haber veremez.
Mesela, Beytüşebap’da aralarında yedi korucunun da bulunduğu minibüsde öldürülen 13 kişi hakkında TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Adalet ve Kalkınma Parti'li (AKP) Prof. Zafer Üskül başkanlığında araştırma yapıp, saldırının failini tam olarak saptayamadıklarını açıklamasına rağmen, Habertürk, olayın duyulduğu andan itibaren, somut inceleme/araştırma yapmadan, hiç bir temkinli tutuma ihtiyaç duymadan ‘PKK teröristlerini’ olayın sorumlusu olarak açıkladı. Kalben, fikren, teknik ve mesleki olarak kendinizi taraf olarak gördüğünüz bir alanda, konuda, okuyucuya/yurttaşa doğru haber vermeniz mümkün değildir.
Türk basını ve siyasi egemenler, BBC, CNN dahil yabancı medya kuruluşlarının ‘Bölücü terörist PKK örgütü’ yerine, ‘Kürt silahlı militanları’ ya da ‘’Savaşçılar’ (Fighters) deyimlerinin kullanılmasından olağanüstü rahatsız, şikayetçi. Bu kesim, bu deyimlerin kullanılmasını ‘ABD ve Avrupa PKK’yı destekliyor’ şeklinde algılıyor. Kuşkusuz bu tespit, bu paranoya doğru değil.
İşin siyasi/ideolojik yanını (PKK’nin ABD ve AB ile ilişkileri) bir kenara bırakacak olursak, global medya, kural gereği, işin içinde etnik ya da demokratik bir talep olduğunda, ve özellikle de ‘Terörist’ nitelemesinin münhasıran çatışan taraflardan birinin resmi söyleminin vazgeçilmez bir parçası olduğunda, bu sözcüğü, sıfatı kullanmıyor. Bunun nedeni, çatışan taraflardan birinin propaganda aleti olmamak.
Keza, aynı medya organları ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’, ‘Özgürlük Savaşçıları’ gibi, yine çatışan taraflardan birinin resmi terminolojisinin vazgeçilmez bir parçası/unsuru olan sıfat ve betimlemeleri de kullanmıyor.
Aslında haberciliğin en büyük düşmanlarından bir zaten sıfattır, yani yargıdır, yani yorumdur. Kürdistan İşçi Partisi PKK’nin adı, PKK’dir, ‘Bölücü terörist PKK’ değildir. Tıpkı, Türkiye Cumhuriyeti’nin adının Türkiye Cumhuriyeti olduğu gibi. Yani ‘faşist Türk devleti’ değildir.
Hiçbir şey tek değildir!
Habertürk’ün bu kampanyası ayrıca ‘Bütün Türkiye Tek Yürek’ sloganıyla destekleniyor. Bu tür sloganların faşizmi çağrıştırması bir yana, gerçeği ifade etmediği de vurgulanmalı. Bu ülkede son 23 yıl içinde bu çatışmalarda yaklaşık 30 bin insan yaşamını yitirdi. Trajik koşullarda ölenlerin 20 binden fazlası Kürt yurttaşlar.
Bu kesim, yani oğlunu, kızını, babasını, akrabasını, köylüsünü dağlarda yitiren Kürtler, Habertürk’ün kampanyasına katılmadığı gibi, bu kampanyadan çok rahatsız. Hem kendileri terörist olarak gösteriliyor, hem de yaratılmaya çalışılan milliyetçi-militarist atmosferde tecrit edilmek, dışlanmak, ezilmek isteniyor. Oysa ki bir medya kuruluşu, taraf, etnik köken ayırımı yapmadan tüm yurttaşlara, tüm okur/dinleyici/izleyicilere hitap etmeli. Savaş gazeteciliği ile Barış gazeteciliği arasındaki önemli farklardan biri de burada ortaya çıkıyor.
Milliyetçi-militarist atmosferi körükleyen bu tür kampanyalar medya aracılığı ile çoğullaştırılıp egemen hale de getirilince – ki zemin, zaman ile geçmiş ve gelenek buna zaten son derece müsait- savaşçı eğilimler güç kazanıyor, barışın sesi kısılıyor.
Habertürk, kendisini Genel Kurmay Başkanlığı ya da Mehmetçik Vakfı yerine koyacağına, ille de bir kampanya ile adını duyurmak istiyorsa, sadece ‘Terörle Mücadele Kahramanları’ olarak nitelediği mağdurlar için değil, çatışmanın tüm mağdurları için bir kampanya açabilir, çatışmaların durmasına, hiç olmazsa azalmasına katkıda bulunabileceği gibi, hakikaten bütünleştirici/birleştirici ve barışçı bir girişim yapabilirdi. Türk-Kürt kardeşliği herhalükarda şehit edebiyatından ve bu yaklaşımdan sağlanacak siyasi ve mali ranttan daha kalıcı, daha hayırlı, daha olumlu bir girişim olsa gerek.
Bugünkü Hürriyet gazetesinde bile ‘Selamı bırak top oyna’ başlığı ile verilen haberde, Fatih Terim’in önderliğindeki milli takımın ‘Şehitlere destek’ adı altında esas yapması gereken, esas görevi ve işlevi/işi olan futbolu ikinci plana itmesi eleştiriliyordu. Bizim Cengiz Aktar, bu tür durumlarda, sinirlenerek ‘Kardeşim herkes kendi işini yapsın!’ der.
Gerçekten de "şehit, bayrak, kahraman edebiyatı" aslında temel işlevi, özellikle de temel görevin aksaması haline olumsuzlukları örten/gizleyen cazip bir kılıf olarak kullanılıyor. Oyuncuları, şehit edebiyatı ile doldurup gaza getirmek, alınması olası primleri şehit ailelerine vaat etmek kolay olsa gerek. Ama Yunanistan Milli Takımının kaptanı ‘Türk oyuncular saha içinde çok gergindi’ derken, bir alan/anlam kaymasına işaret ediyordu. Geçmiş dönemin başarısızlıklarını, şehit edebiyatı ile kapamaya çalışmak da fayda etmedi.
Ders almayanlar, ders verenler
Terim’le Habertürk’ün böyle bir ortak yanı da var. Adını ilk kez çalıntı logoyla duyuran Habertürk, bilahare diğer televizyon kanallarından izinsiz ve telif ödemeden aldığı sekanslarla habercilik yaparak ünlendi. Kurucusu ve sahibinin vefatını 10 Kasım’a çevirmekte de çok hünerli davranan Habertürk, Terim takıma ne kadar top oynatabiliyorsa, o kadar habercilik yapabiliyor.
Habertürk eğer bir medya kuruluşunun gerçek anlamda sosyal-siyasal-medyatik sorumluluğunu üstlenmek istiyorsa, bir öneri:
Siyasi şiddet, terörizm, silahlı başkaldırı, düşük yoğunluklu savaş, bağımsızlık mücadelesi, hak kavgası, dış güçlerin kışkırtması... adını ne koyarsak koyalım, on binlerce insanın ölümüne yol açan bu kanlı çatışmalar sizi rahatsız ediyorsa, haber, yorum, değerlendirmelerinizle hem bu anlaşmazlığın derin kökenlerini okurlarınıza/izleyicilerinize, tartışarak açıklamayan çalışın.
Daha da önemlisi İspanya ve İrlanda örneklerini de göz önünde tutarak, sorunun kan dökülmeden, kimse ölmeden de çözülebileceğine dair bir yayın politikası geliştirin.
Medya, ölümden değil yaşamdan yanadır ve olmalıdır.
Habertürk’ün böyle bir kampanyayı üstlenmesi ve yürütmesinin bence bir başka sakıncası daha var: Herkesin bildiği üzere Nato’nun ikinci büyük ordusu olan Türk Silahlı Kuvvetleri, gerek ‘stratejik müttefiği’ ABD’den aldığı maddi ve mali yardımlar sayesinde gerekse kendi mali gücü sayesinde, çatışmalarda ölen personeline yasa gereği zaten şehit maaşı bağlıyor.
Ayrıca Kara Kuvvetleri Komutanı dahil, TSK’nın çatışmalarda ölen asker ailelerine gerekli tüm maddi manevi destek ve katkıyı sağladığını her gün medyadan okuyoruz. Mehmetçik Vakfı'nın çalışmaları da biliniyor. Böyle bir ortamda bu tür bir özel sektör girişimi, ‘İlgili kurumlar şehit aileleriyle yeteri kadar ilgilenmiyor mu?’ soru ve kuşkusunu gündeme getirebilir.
Üstelik bir medya kuruluşunun bu tür akçeli işlere girişmesi de çeşitli söylentilerin çıkmasına neden olabilir. Hele Habertürk gibi çok zengin mali kaynakları olmadığı bilinen bir kuruluşun bu tür mali kampanyaları, hem kendisi hem de hizmet ettiği dava açısından her zaman olumlu sonuçlar vermeyebilir.
Son bir nokta, Çetin Altan’ın Türklerin dünya medeniyetine önemli bir katkısı olarak belirttiği ayran’ın yanına Habertürk’ün bu kampanyasını da eklemek gerek. Şöyle bir karıştırdım, Cezayir savaşında herhangi bir Fransız medyasının bu tür bir kampanyası yok. Ordunun ya da ordu taraftarı kuruluşların açtığı kampanyaları haber olarak duyurmak normal bir habercilik görevi tabi ki... Keza ABD’de Vietnam savaşı sırasında da, Viet-Vet tabir edilen Vietnam’da savaşmış askerlerin dernekleri, kimi askeri ya da siyasi ve özel sektör kuruluşları dışında medya organlarının ‘Kahramanlara Destek’ kampanyasına rastlamadım.
Milliyetçilik ve militarizm Türkiye’de tüm hücrelere sirayet etmiş durumda. Başta medya olmak üzere. Kanser gibi... (RD/NZ)