* Fotoğraf: Pixabay
Çernobil Nükleer Santralinde yaşanan patlamanın üzerinden tam 35 yıl geçti.
26 Nisan 1986 tarihinde Kiev’in 135 kilometre kuzeyindeki Çernobil Nükleer Santrali’nde 4 numaralı reaktörde meydana gelen patlama, Uluslararası Nükleer Olay Ölçeği’nde (INES) en yüksek sınıflandırma oranı olan 7 ile ölçeklendirildi. Bu sınıfta ölçeklendirilen bir diğer nükleer felaket ise 2011 yılında meydana gelen Fukuşima Nükleer Santrali kazalarıydı.
Birçok ülke bu kazalardan ders çıkardı ve daha ucuz ve sorunsuz enerji kaynaklarına yöneldi. Örneğin, Almanya tüm nükleer santrallarını 2023’e kadar kapatma kararı aldı ve bugüne kadar 11 reaktörünü kapattı. İsviçre yeni nükleer santral yapmaktan vazgeçip mevcutları kapatma kararı aldı.
Çernobil kazasının olumsuz etkilerinin nesiller boyunca sürmesi beklenirken Türkiye ise bugün hala Mersin’de ve Sinop’ta nükleer santral atılımlarını hızla sürdürüyor. Tüm uyarılara ve halihazırdaki felaketlere rağmen de geri adım atmıyor.
Çernobil’in 35. yıl dönümünde Türkiye’nin nükleer politikalarını ve nükleer santrallerin enerji politikalarındaki yerini, nükleer enerji üzerine çalışan gazeteci/yazar Filiz Yavuz ile konuştuk.
“Olumsuz etkilerinin önüne geçilmiyor”
Türkiye’nin nükleer gerçekleri görmezden geldiğini söyleyen Yavuz şunları anlattı:
“Çernobil nükleer felaketi 35 sene önce bize gösterdi ki; bilim insanları dahil hiç kimse, felaketin canlılar, doğa, ekolojik denge ve gelecek nesiller üzerindeki olumsuz etkilerinin önüne geçemiyor; bir felaket karşısında elden gelen hep eksik kalıyor.
“Lakin Çernobil’in yaşattıklarını siyasetçiler görmemekte direnerek, güvenli nükleer santrallerin gerçekten olabileceğine ve kaza riskinin düşürülebileceğine inanmayı tercih ettikleri için 10 yıl önce Fukuşima nükleer felaketi meydana geldi.
“En güvenlisi var olmayanı”
“Neyse ki bu felaketten bazı Batılı ülkeler, kaza olasılığının sıfırlanamadığı ve dolayısıyla yüzde yüz nükleer güvenlikten söz edilemeyeceği dersini çıkardılar da nükleer enerjiden çıkış kararı aldılar.
“Ancak Türkiye’de siyasi iktidar hala en güvenli nükleer santralin var olmayan nükleer santral olduğu ve nükleer atıklarla başa çıkmanın, teknolojinin geldiği şu noktada bile dünyada mümkün olamadığı gerçeğine gözlerini kapatarak, siyasi bir tercihte bulunuyor.
* Filiz Yavuz
“Halk nükleere karşı”
“Üstelik iktidar nükleer karşıtı eğilimi de görmezden geliyor. Oysa KONDA’nın Mart 2018 tarihli araştırmasına göre Türkiyelilerin yüzde 66’sı, Mersin ve Mezitli kent konseyleri tarafından 2016’da yaptırılan ankete göre ise Mersin halkının yüzde 86’sı nükleer santrala karşı çıkıyor.
“Hal böyleyken alınabilecek en doğru karar; Çernobil dönemindeki toplum sağlığıyla alay etme geleneğini sürdürerek hem ülkeyi hem bölgeyi hem de geleceği tehlikeye atmak değil… Halkın sesine kulak vermek, bir felaketin ardından pişman olmadan ya da nükleer atıklarla baş başa kalmadan önce Akkuyu nükleer santral projesini iptal etmek olur.”
Çernobil’in bugünü
Geçen 35 yılın ardından Çernobil Nükleer Santrali çevresindeki yaklaşık 4 bin kilometrekarelik bir alan terk edilmiş durumda. Radyoaktif kirliliğin bulunduğu bölgede tarıma ve yapılaşmaya izin verilmiyor.
Bölgede ormanlar ve canlı yaşamı sürerken, hayvanlarda bazı anomalilere rastlanıyor. Bazı ağaç türlerinde radyasyon etkileri gözleniyor.
Çernobil kazası
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne (SSCB) bağlı olan Ukrayna’nın başkenti Kiev’de bulunan Çernobil Nükleer Santrali’nde elektrik kesintisi durumunda yedek güç ünitelerinin nasıl davranacağı üzerine test yapılmak istendi. 25 Nisan’da başlatılan deney sonucu büyük bir güç dalgalanması oluştu. Acil durumu algılayarak reaktörü kapatması gereken güvenlik sistemi de çalışmadı.
26 Nisan saat 01.23’te birkaç saniye arayla iki büyük patlama meydana geldi. 4 numaralı reaktörün çelik kapağı yerinden fırladı ve tonlarca radyoaktif madde atmosfere yayıldı.
Üç gün boyunca patlama ve radyasyon yayılımı dünyadan saklandı. ABD’ye ait bir gözetleme uydusunun reaktörde yangın olduğunu kanıtlaması üzerine 29 Nisan’da SSCB kazayı açıklamak zorunda kaldı.
Çernobil’deki patlamada çıkan bulutlar başta Ukrayna ve Belarus olmak üzere dünyanın pek çok yerine yayıldı. Patlama sonucunda 2. Dünya Savaşı’nda ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombalarının toplamından 200 kat fazla radyoaktif materyal atmosfere dağıldı. Çernobil’den kaynaklanan radyoaktif serpinti binlerce kilometrekarelik toprağı kirletti.
Çernobil’in yıkım bilançosu konusunda hâlâ fikir birliği sağlanmasa da Uluslararası Doktorlar Örgütü ve Radyasyondan Korunma Birliği’nin verilerine göre, Çernobil’in çevreye verdiği zarardan bugüne kadar 600 milyondan fazla insan etkilendi. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Çernobil’in çevresindeki 30 kilometrelik bölgede yaşayan ya da tasfiyesinde görev alan toplam 600 bin kişi yüksek dozda radyasyona maruz kaldı.
Kazanın ardından çıkan yangın 10 gün sürdü. Bu yangında 31 kişi yaşamını yitirdi. Kazaya ilk müdahale eden itfaiye erlerinde radyasyon yanıkları oluştu ve bu erlerin çoğu 2 hafta içinde yaşamını yitirdi. Tahminlere göre 2005 yılına kadar 112 bin ila 125 bin tasfiye memuru yaşamını yitirdi.
Çernobil nükleer santralinin patlaması sonucu (erken yaşlanma, kanser hastalıkları, sinir sistemi hastalıkları, depresyon, hafıza bozukluğu, konsantrasyon problemi, kalp ve dolaşım sistemi hastalıkları, mide ve bağırsak iltihapları, çeşitli enfeksiyonlar nedeniyle) milyonlarca insan sağlık sorunu yaşarken, 400 bin kişi yerlerinden edildi. Santralin yakınlarındaki tüm ağaçlar ve hayvanlar radyasyona maruz kalmaları sonucunda yok oldu.
Dünyanın en büyük çevre felaketine neden olan Çernobil nükleer santrali kazanın ardından elektrik üretmeye devam etti. 2 numaralı reaktör 1991, 1 numaralı reaktör 1996 yılında, 3 numaralı son reaktör 15 Aralık 2000’de kapatıldı. Nükleer kazanın yaşandığı reaktörün enkazı, 2016 yılında dev bir çelik kalkanla örtüldü.
Türkiye ne yaptı?
Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral çayda radyasyon olmadığını ispatlamak için “Dininize, imanınıza inandığınız gibi biliniz ki, Türkiye’de kesinlikle böyle bir tehlike mevcut değildir” diyerek kameralar karşısında çay içti. Bu açıklamadan 6 ay sonra Aral, çayda radyasyonun varlığını kabul etmek durumunda kaldı.
Kazadan sonra, 1986’dan kalan fındıklar okullarda öğrencilere, kışlalarda erlere dağıtıldı. Radyasyonlu ürünler piyasada dolaştı. ODTÜ Kimya Bölümü’nden Olcay Birgül, Ali Gökmen, İnci Gökmen ve Biyoloji Bölümünden Aykut Kence’nin yaptıkları deneylerde radyasyonun çay demine geçme oranının yüzde 63-68 olduğunu tespit etti.
Bunun üzerine çayların imhasına karar verildi. Ancak 58 bin ton radyasyonlu çay hiçbir önlem alınmadan 1989 yılında çuvallarla toprağa gömüldü.
(TP)