Evet... Deniz.
En sevdiğim müzik eşliğinde açıyorum bilgisayarı.
Denizin sesi.
Gündüz kendisi gece sesi.
Gündüz içine girdiğim anda alıp götürüyor ağrılarımı.
Gece dalgalarının sesi ruhumun acılarını yok edemese bile azaltıyor.
Deniz ilaçtır.
Annemin yaptığı çayla, komşunun getirdiği böreği yiyorum zevkle. Seviniyorum çay içebiliyorum diye.
Biliyordum aslında o acıları çekerken, bir gün geçeceğini ya da en azından azalacağını. Boşuna korktuğumu söyleyip duruyordum kendime: Çünkü hiçbir acı sonsuza dek sürmez!
Ama bilmek yetmiyor bazen. Galiba bildiğime inanmıyorum bazen...
Ağrılarım azalınca, serçelerin ve kırlangıçların ve çocukların sesi daha güzel gelmeye başlıyor.
Ve güllerin kırmızısı daha kırmızı, beyazı daha beyaz.
Ve gündöndü çiçeklerinin sarısı daha sarı.
Örümcekler ne şahane yaratıklar! Ve kırkayaklar. Ve sivrisinekler...
Arkama yaslanıyorum; biraz da başka yerlerde neler oluyor, başka insanlar neler yaşıyor öğreneyim.
Batman.
Batman'da olaylar, Beşiktaş-Diyarbakırspor maçı, maganda kurşunuyla ölenler, tayfun, sel, koca dayağından hastanelik olan kadın, memurlara biber gazı, okul masrafları, aşıların sebep olduğu metal zehirlenmesinin yol açtığı "otizme yakalanan çocuklar", seksi mankene gece gezme yasağı vs vs vs...
Bu kadar yeter!
Fazla bile.
Daha tam iyileşmedim!
Bu haberlerden sonra kendimi dalgaların sesine bırakmak ne kadar zor!
Bilmek acı verir, biliyorum. Ama bilmeden de yaşayamıyorum ki!
Ve ben biliyorum ki, Batman'da olup bitenlerin, bana anlatıldığı kadarını öğrenebiliyorum.
Sadece büyük televizyon kanallarıyla, çok satan gazetelerin olduğu eksik-yalan bir dünyada, bir tatil beldesindeyim.
Ama Batman'a gitmiş herkes gibi, ben de anlatılandan fazlası olduğunu biliyorum oralarda ve merak ediyorum.
Her şeyi bilmem neyi değiştirecek peki?
Belki hiçbir şeyi. Belki sadece beni.
Peki, herkes orada olan biten her şeyi bilse bir şeyler değişmez mi?
Şu anda Batman'da olmak istiyorum; yaşanan acılara ortak olmak.
En çok fiziksel acılar çekerken başkalarının acılarına bakabiliyorum galiba.
Sivrisinekler sokuyor bir yandan da; kaşınırken dikkatim dağılıyor. Zaten iki paralık aklım kalmış. Onu da sivrisinekler alıyor.
O kadının lafı geliyor aklıma, Anita Roddoick'in: "Bir fark yaratmak için çok küçük olduğunuzu düşünüyorsanız, bir sivrisinekle yatağa hiç girmemişsiniz demektir."
Kocaman şişti soktukları yerler ve ne kadar çok kaşınıyor.
Dikmeye üşendiğim için çorabımdaki delikten ayak başparmağımı sokması neyse de, gözümün önünde klavyenin üzerindeki parmağımdayken fark edemeyişime çok şaşırıyorum.
Ne kadar minnacık yaratıklar. Üflesem uçacaklar!
Ama acılarıma acı katmayı becerebiliyorlar ya! Anita'ya katılıyorum.
Çok sıkıldım.
Sıkıldıkça yazıyorum. Yazdıkça sıkılıyorum.
Kendimi sevmek için neden aradığımda, birileri hatırlatsın ben unutursam diye yazıyorum şimdi: Sivrisinekleri bile öldüremiyorum artık!
Geçmişte öldürdüğüm sivrisinekler için yapabileceğim bir şey yok.
Pişmanım!
Bu bana beni bağışlatır mı ki?
Neden öldürüyoruz birbirimizi?
Yine beceremedim güzel şeyler yazmayı.
Oysa ben, Tekirdağ yakınlarında, nefis bir kumsalı ve masmavi bir denizi anlatmayı düşünüyordum; bir zamanlar o mavi denize biz girelim diye yok edilen;
güzelim gündöndü tarlalarının sarı gölgelerinin düştüğünden hiç söz etmeden...
Güneş batana kadar yaşadığım kumsalda bana çay, börek, elma, üzüm, ceviz taşıyan; güneşten korunayım diye şemsiye, daha rahat yatayım diye kumsala minder getiren iyi yürekli komşularımızı yazmak istiyordum;
beni kızdıran önyargılarından hiç söz etmeden.
Denizin mavisinin, güneşin kavuniçlisinin her tonunu, dalgaların küçüğü ile büyüğü arasındaki melodi farkını yazmak istiyordum.
Kırlangıçlarla serçelerin, cırcır böcekleriyle karasineklerin düetini anlatmak istiyordum; içinde Diyarbakır sözcüğü geçtiği için isteyerek kulak misafiri olduğum Beşiktaşlıların dediklerini yazmadan.
"Diyarbakır'dan adam çıkmaz!" Gerisini duyamadım; duymak da istemedim zaten. Fakat bu ırkçı/cinsiyetçi cümleyi duyunca, "Aman ha sakın bunu yazma! Böyle düşünenler azdır," diye düşünmüştüm. Düşündüğüme de inanmıştım.
Yoksa hepimiz önce önyargılarımızla düşünüp, sonra da düşündüklerimize mi inanıyoruz?
Of of offffffff...(NG/AD)