Geçtiğimiz hafta sonu şehrin bir düşünce kuruluşu olan Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi Derneği’nin (DİTAM) hep gündemde olan etkinliği yapıldı.
“Kürt Meselesinde Çözümsüzlük Türkiye’ye Neler Kaybettiriyor” başlığını taşıyan DİTAM’ın programı bir tam gün sürdü ve üç ana başlık altında ikişer konuşmacının sunumları ve her bir oturumunun ardından da soru cevap faslı yapıldı.
Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün toplumsal hayata, ekonomiye ve uluslararası ilişkilere etkileriydi oturum başlıkları…
Kürt meselesindeki çözümsüzlüğün uzun bir zaman dilimine yayılan (tarihsel boyutu ile iki yüz, yakın tarihle de kırk yıl) ve çoğunlukla da çatışmalı haller üzerinden yürüyen çözümsüzlüğünün, konunun mağdur tarafı olan sadece “Kürtler”e değil, genel olarak Türkiye’ye ve diğer halklara da çok şey kaybettirdiği ve kaybettirmeyi sürdürdüğünün altını çizdi DİTAM Başkanı Mesut Azizoğlu açılıştaki kısa konuşmasında.
Bekir Ağırdır ve Vahap Coşkun “toplumsal hayata etkileri” başlığı üzerinden konuştu. Bekir Ağırdır sunumunda “Yıllardır aynı simalarla benzer şeyleri konuşuyoruz, söylenmemiş söz kaldı mı, emin değilim!” dedi.
Haklı bir refleksti, birçok isim çok ama çok detaylarıyla çokça rapor ve yine çokça metin, kitap yazarak, konuşarak ciddi bir müktesebatı kamuoyunun gündemine taşıdılar. Ama ne hazin bir durum ki hep “güvenlik ve bekâ” gerekçeli reflekslerle “bir başka bahara” kaldı tüm çabalar.
Bekir Ağırdır’ın “kitlesel demokrasi talepkarlığı, ortak yaşamada ısrar, yoksulluk ve adaletsizliğin kalıcılaşması, gençlerin büyük çoğunluğunun yurt dışına gitmekte ısrarı, depresyonun toplumda tavan yapması” gibi detayları işleyerek “Peki şimdi ne yapmalıyız” sorusunu orta yere çok haklı olarak sordu.
Yarınlara “umutsuz” bakılan bir dönemden geçilirken çocukluğun deneyimsizliğine yani en basit yere dönülmesi gerektiğinin altını çizdi. Bütün hikâyeyi yeni baştan kurmak diye de adını koydu Ağırdır.
İşin doğrusu gün boyu yaklaşık yedi saat süren ve ilgiyle izlenen programda Bekir Ağırdır’ın “yeni bir hikaye ile başlamak” önerisi isabetli ve manidardı.
Vahap Coşkun’un “otoriter siyaset yerine özgürlüğün siyaseti”nin altını çizmesi;
Erol Katırcıoğlu’nun “farklılıkların güneşin altında kendilerine yer istediği bir süreç talepkarlığı”ndan söz etmesi;
Mehmet Kaya’nın “yüz yıllık zaman dilimi içinde 2002-2016 arasındaki 14 yıllık ‘normal’ zaman dilimi hariç diğer tüm zamanlarda anormal yönetim” vurgusu;
Serhun Al’ın “Otoriter milliyetçi ve militarist siyasetin küresel dünyada yükselişi ile Türkiye’nin demokratik gerilemede üst sıralarda yer alarak özgür olmayan ülke” ifadesi;
Faik Bulut’un “Kürtler diplomasiyi uluslararası alanda iyi kullanamaz isler başarılı olmazlar” tespiti altı çizilecek cümlelerdi.
Yüzden fazla sivil toplum temsilcisi ve şahsiyetin katılım gösterdiği DİTAM programı Kürt meselesinin çözümsüzlüğünde ısrarın kaybettirdikleri üzerine verimli olmakla birlikte, işin muhatapları olan Kürt seçili sivil aktörlerine pek yeni bir şey söylemiş olmadı. Belki bu tür programları batı yakanın kimi şehirlerinde yapmak daha doğru adres olma şansını yakalayabilir.
Programa yönelik bir eleştirim de şöyle olacak. Üç oturumda altı konuşmacı ve üç de moderatör vardı. Ve hepsi de erkekti. Katılımcı kadın sayısı da çok çok azdı. Kendimce yine kendime; ‘Kürt meselesinin çözümsüzlükte ısrarını erkekler konuştu, tartıştı’ dedim. Sanırım şehrin böyle bir hassasiyete de ihtiyacı var…
(ŞD/HA)