MERAL DANIŞ – BEŞTAŞ
"Biz Newroz’u yakan değil, halkları birleştiren bir ateş olarak görüyoruz”

Meydan, binlerce insanın yankılanan sesiyle çalkalanıyordu. "Selam olsun!" nidaları, gökyüzüne yükselen dumanlarla birlikte dalga dalga yayılıyordu. Sadece bir bayram değil, bir halkın yüzyıllara yayılan direnişinin, umudunun ve barış özleminin en güçlü yankısıydı o an. 2013 Newroz'u, sadece bir kutlama değil, tarihin akışına kazınan bir dönüm noktasıydı. Orada olmak, o coşkuyu hissetmek, bir halkın tarihine ve geleceğine tanıklık etmek… Unutulabilir mi?
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü, avukat Meral Danış-Beştaş, Newroz'un kendisi için anlamını 2013 Newroz’undaki tanıklıkğı ile anlatıyor.
Newroz Bayramı vesileri ile sorularımızı yanıtlayan Danış-Beştaş, Newroz’un benim hayatımda bir evrim geçirdiğini söyleyemem; çünkü onun taşıdığı anlam hep aynı derinlikteydi. Ancak hissettiğim duygular her yıl daha da yoğunlaşıyor. Newroz’a biçtiğim anlam, her yıl daha büyük bir umut ve sorumlulukla derinleşiyor” diyor.
Şu vurguyu yapıyor:
"Tüm düşmanlaştırma politikalarına, algı operasyonlarına ve hukuk kumpaslarına rağmen toplumsal barış ve demokratik toplum mücadelemizi daha da ileri taşıyacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın! "
"Dayanışma ruhu, HDK’yi yok edilemez kılan en büyük güç"
2013’teki çözüm sürecinde Newroz’un özel bir yeri vardı. O dönemdeki Newroz kutlamaları, barış sürecine dair umutları pekiştirmişti. Bu yılki Newroz, yeniden başlayan çözüm süreci konuşmalarıyla çakışıyor. Bu süreçteki Newroz’u nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şüphesiz 2013 Newroz’u, belleklerde ve yüreklerde barışın ve halkların ortak geleceğinin güçlü şekilde yankılandığı tarihi bir an olarak duruyor.
Sayın Öcalan o yılki çağrısında, “Bu Newroz hepimize yeni bir müjdedir” demişti ve gerçekten de öyleydi. Bu tarihi çağrı, silahların susması ve siyasetin konuşması gerektiğine dair net bir perspektif sunuyordu.
O dönemde ülkede gerilim yerine barış iklimi yeşermeye başlamıştı. Ancak ‘Çökertme Planı’yla bu umutlu sürecin bilinçli olarak sona erdirildiğini, şiddetin ve baskının yeniden devreye sokulduğunu gördük.
Bugün, 2025’te, tekrar bir barış ihtimali konuşuluyor ve bu, belki de bir daha yakalayamayacağımız tarihi bir fırsat. Ancak aradaki fark, halkın son on yılda yaşadığı derin acılardır. Cizre vahşet bodrumlarından Ankara Gar Katliamı’na, kayyım rejiminden sınır ötesi operasyonlara kadar yaşanan her olay, toplumun belleğinde kanamaya devam ediyor. Fakat şu gerçek de unutulmamalıdır: Halkların bir arada yaşama ve demokratik bir toplumsal düzeni inşa etme isteği, tüm bu acıların üzerinde hala sapasağlam duruyor.
Dolayısıyla bugün ihtiyacımız olan şey, sadece barış talebini tekrar etmek değil, bu talebin sınırlarını ve gerekçelerini net bir şekilde ortaya koymaktır.
Barış, sadece savaşın olmaması değil; aynı zamanda halkların haklarının güvence altına alınması, siyasi baskıların ve hukuksuzlukların sona ermesidir. Bugün halklar daha yoksul, daha güvencesiz, daha umutsuz bir halde.
Çünkü devletin güvenlikçi politikaları sadece Kürtleri değil, toplumun tüm kesimlerini vurdu. Savaşa ayrılan bütçenin yarısı dahi halkın temel ihtiyaçları için ayrılsaydı, bugün kimse açlığa, yoksulluğa mahkûm edilmemiş olurdu.
Bu bağlamda, 2013 Newroz çağrısı ile 2025 Barış ve Demokratik Toplum çağrısı arasında çok önemli bir ortaklık var: Halkların birlikte ve eşit şekilde yaşama iradesi.
Ancak kritik bir fark da mevcut: 2013’te barış süreci büyük bir umut ve beklentiyle başlatılmıştı; 2025’te ise halklar, yaşanan büyük kayıpların ve acıların ardından artık sürecin gerekliliklerini somut olarak görmek istiyor. Bugün yeniden diyalog kanallarının açıldığı bir süreç konuşuluyor. Burada hatırlamamız gereken en önemli şey, 2013 Newroz’unda vurgulanan “BİZ” kavramıdır.
O dönem “BİZ”kavramı, halkların ortak iradesini, eşit ve özgür yaşam idealini ifade ediyordu. Bugün de yeniden barış inşa edilecekse, halkların bir arada yaşama iradesini güçlendirmekle mümkün olacaktır.
Bu süreci 2013’ten farklı kılan bir diğer unsur da bölgesel gelişmelerin barış talebini daha da güçlendirmesidir.
Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin Şam ile yaptığı anlaşma, Kürtlerin siyasal varlık mücadelesinin meşruiyetini ve haklılığını bir kez daha gösterdi. Kürtlerin Suriye’de kurucu bir aktör olarak kabul edilmesi açısından tarihi bir dönemeçtir. Türkiye’de de benzer bir demokratik çözümün mümkün olduğunu biliyoruz ve bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz.
HDK, uzun süredir Kürt hareketinin önemli bir parçası oldu. 2023 yılı itibaryla HDK’nin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Son yıllarda HDK’ye ve Kürt hareketine yönelik artan baskılar, operasyonlar ve siyasi engellemeler nasıl bir etkide bulundu? Bu durumu aşmak için ne gibi stratejiler geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
HDK, yalnızca Kürt siyasal hareketinin değil, Türkiye’nin bütün ezilen kesimlerinin sesi olmuş bir platformdur. Ekoloji hareketlerinden kadın mücadelesine, işçi örgütlenmelerinden inanç gruplarına kadar çok geniş bir toplumsal kesimi kapsıyor. Türkiye’de demokrasi mücadelesinin en önemli platformlarından biri.
Şeffaf çalışma yöntemleriyle, barışı ve halkların demokratik haklarını esas alarak faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyor. Kongrenin bünyesinde siyasi partiler, vakıflar, dernekler ve toplumsal mücadele veren birçok platform bulunuyor. Bu yüzden HDK, demokratik toplumsal muhalefetin nefes alabildiği bir alan yaratmaya çalıştıkça iktidarın hedefi haline geliyor.
Baskıların artmasının temel nedeni, HDK’nin kapsayıcı ve barış siyasetinin, iktidarın güvenlikçi ve otoriter politikaları karşısında büyük bir tehdit olarak görülmesidir.
Kayyımlar, kapatma davaları, tutuklamalar ve operasyonlar, sadece Kürt halkının siyasal temsiliyetini değil, genel olarak demokratik siyaseti etkisiz hale getirmeye yönelik hamlelerdir. Ancak HDK, toplumsal dayanışmayı ve ortak mücadeleyi esas alan bir yerden varlığını sürdürmektdir. Bu dayanışma ruhu, HDK’yi yok edilemez kılan en büyük güç.
HDK’nin en büyük başarısı, halkların ortak mücadelesini kurumsallaştırarak 7 Haziran 2015 seçimlerinde ortaya çıkan büyük değişim umuduna öncülük etmesidir. Türkiye toplumunun bütün renklerini kapsayan bir birliktelik olarak HDK, toplumsal barış umudunu güçlendirmiştir. Bu nedenledir ki HDK, iktidar tarafından hedef alınmış, baskı ve operasyonlarla etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştır.
Bu süreçte, Toplumsal katılımı daha da genişleterek, barış ve demokrasi taleplerini yalnızca siyasi elitlerin değil, halkın sahiplendiği bir mücadele hattına dönüştürmek kritik bir öneme sahiptir.
Türkiye’de toplumsal barış konuşulurken, barış isteyenleri hedef almak ve kriminalize etmek, hem hukuki hem de ahlaki olarak kabul edilemez. İşte bu nedenle, bizler de bulunduğumuz her platformda baskılara boyun eğmeyecek, demokratik mücadelemizi daha da yükselteceğiz. Tüm düşmanlaştırma politikalarına, algı operasyonlarına ve hukuk kumpaslarına rağmen toplumsal barış ve demokratik toplum mücadelemizi daha da ileri taşıyacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın!
"İktidar, halkın örgütlü gücünden çekindiği için baskıyı artırıyor"
HDK’ye yönelik düzenlenen operasyonlarda 30 kişi tutuklandı. Bu tutuklamalar, Kürt hareketi ve demokrasi mücadelesine yönelik bir tehdit mi yoksa hükümetin politikalarına karşı bir cevap mı?
Evet, geniş çaplı ancak içeriği muğlak bir operasyon süreci başlatıldı ve 30 arkadaşımız tutuklandı. Gazeteciler, aktivistler, kadın mücadelesi verenler, hak savunucuları ve sanatçılar hedef alındı.
Bu tutuklamalar, yalnızca bireyleri değil, bir bütün olarak Türkiye halklarına ve demokrasi mücadelesine yönelik topyekûn bir tehdittir. İktidar, belirli dönemlerde muhalefeti sindirmek için aynı anda birçok noktaya müdahale ederek sistematik baskı uygulamaktadır. Bugün de benzer bir tabloyla karşı karşıyayız.
Bu sürecin en dikkat çekici yönlerinden biri, yargının doğrudan siyasal bir araç haline getirilmesidir. Geçmişte KCK operasyonları kapsamında binlerce kişinin tutuklanması nasıl bir siyasi mühendislik hamlesiyse, bugün de HDK ve muhalif kesimler benzer bir stratejiyle hedef alınmaktadır.
Bugün bazı savcıların tavrı, geçmişteki kumpas davalarını yürüten Zekeriya Öz ve ekibinin yöntemlerini hatırlatmaktadır. O dönemde KCK adı altında 10 bin kişi tutuklanmıştı, şimdi ise aynı hukuksuzluk HDK’ye yöneltilmiş durumda. Amaç, toplumsal muhalefeti zayıflatmak ve halkın haklı taleplerini susturmaktır. Ancak bu tür baskıların barışa katkı sunması mümkün değildir. Barış, sadece belirli bir kesimi değil, tüm toplumu kapsamalıdır. Aksi takdirde adına barış diyebilir miyiz? Diyemeyiz elbette!
Ayrıca, şunu da net şekilde görmeliyiz: İktidar, halkın örgütlü gücünden çekindiği için baskıyı artırıyor.
HDK’yi kriminalize etmek için her yolu deniyorlar ama nafile HDK’dwn suç ve suçlu çıkaramazlar. Aynı zamanda Gezi davası kapsamında sanatçılara yönelik soruşturmalar, gazeteci tutuklamaları ve iş dünyasına yönelik baskılar da bu bütünlüklü stratejinin parçalarıdır.
Bugün yapılması gereken şey, demokratik siyasetin tüm kanallarını etkin şekilde kullanarak bu baskıları boşa çıkarmaktır.
Son olarak, unutulmamalıdır ki barış süreci yalnızca bir seçenek değil, tarihsel bir zorunluluktur. Savaşın kazananı yoktur; ancak barışın kaybedeni de olmamalıdır.
Bugün yaşananlar, halkın demokrasi ve barış talebini bastırma girişimidir ve halkı korkutarak susturmayı amaçlayan bir iktidarın sunabileceği hiçbir şey yoktur. Bu yüzden ortak mücadeleyi güçlendirerek cevap vermeliyiz. Daha fazla cesaretle, inatla ve birlik içinde barışı inşa etmek zorundayız.
"Asıl tehlike, “PKK’nin güçleneceği”, “devletin bölüneceği” gibi manipülatif söylemlerle provoke edilmesi"
2011’de başlayan çözüm süreci, toplumsal barış adına büyük bir fırsat sundu ancak sonuçlanmadı. Bugün geldiğimiz noktada, barışa ulaşmak için en büyük engellerin neler olduğunu düşünüyorsunuz? Çözüm sürecinin yeniden canlanması için ne gibi somut adımlar atılmalı?
Çözüm süreci kuşkusuz tarihi bir fırsattı. Ancak bu sürecin bilinçli bir şekilde bitirilmesi, ülkeye yalnızca 10 yıl kaybettirmedi; ekonomik, siyasi ve toplumsal olarak da büyük bir çöküşü beraberinde getirdi. Eğer süreç devam etseydi, bugün yalnızca çatışmalar değil, derinleşen ekonomik kriz, yoksulluk ve güvencesizlik de bu kadar ağır olmayacaktı. Ama tam tersine, hukukun askıya alınması, kayyım rejimi, siyasi operasyonlar ve baskılar Türkiye’deki demokrasi zeminini neredeyse tamamen yok etti.
Bugün Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrı, barışın nasıl inşa edileceğine dair güçlü bir perspektif sunuyor. Ama şunu görmek lazım: Barış sadece tek tarafın iradesiyle değil, ortak bir mutabakatla sağlanabilir. Barış, birkaç siyasi manevrayla değil, köklü bir toplumsal dönüşümle gelir. Toplumun, halkların, ezilenlerin, emekçilerin, kadınların, inanç gruplarının, sivil toplum örgütlerinin ve yerel barış inisiyatiflerinin sürece dahil olması, barışın toplumsallaşması gerekir.
Bunun için önce demokratik zemini güçlendirmek gerekiyor. Hukukun üstünlüğü yeniden tesis edilmeli, yargı bağımsız hale gelmelidir. Kayyım politikası derhal sona erdirilmeli, halkın iradesine saygı gösterilmelidir. Siyasi tutsaklar serbest bırakılmalı, fikir ve ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar kaldırılmalıdır. Barışın gerekliliği, özgür ve demokratik bir ortamın sağlanmasıdır.
Bugün asıl tehlike, “PKK’nin güçleneceği”, “devletin bölüneceği” gibi manipülatif söylemlerle provoke edilmesi ve halkın kutuplaştırılmasıdır. Provokasyonlar ve dezenformasyon kampanyalarıyla süreç sabote edilmeye çalışılacaktır. Bu yüzden sürecin adını doğru koymalı ve barış sürecini ‘Terörsüz Türkiye’ söylemiyle dar bir güvenlik paradigmasına hapsetmek yerine, Sayın Öcalan’ın vurguladığı ‘Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ perspektifi esas alınmalıdır. Şüphesiz barışı sadece çatışmaların durması olarak görmemeli, onu kalıcı hale getirecek demokratik gerekliliklerle desteklemek gerekir.
"Gençlerin politik mücadelenin merkezinde olması tesadüf değil"
Son yıllarda özellikle gençlerin, Kürt hareketine ve HDK’ye olan ilgisi artmış gibi görünüyor. Gençlerin bu harekete katılımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gençler, duru görür. Tüm toplumsal gelişmeleri, kaygıları ve beklentileri net bir şekilde kavrama yeteneğine sahiptirler. Bugün gençlerin toplumsal mücadelelere ilgisinin artması, onların mevcut sistemin sunduğu gelecek perspektifine inanmamasından, eşitsizlikleri ve adaletsizlikleri doğrudan deneyimlemelerinden kaynaklanıyor. Özgürlük, adalet ve eşitlik talepleriyle kendi geleceklerini kurabileceklerinin farkındalar. Bu yüzden gençlerin HDK’ye ve Kürt hareketine yönelmesi, sadece bir siyasal tercih değil, aynı zamanda bir varoluş mücadelesidir.
Gençlerin politik mücadelenin merkezinde olması tesadüf değil. İktidarın özel savaş politikalarının en çok yöneldiği kesimin gençler olması da bunun bir göstergesidir. Gençleri toplumsal mücadelelerden uzaklaştırmak için sistematik bir politika uygulanıyor.
Eğitimden medyadaki dile kadar, gençlerin kendi kimlikleriyle bağlarını zayıflatmak ve onları devletçi bir zihniyetin içine hapsetmek üzere kurgulanıyor. İşsizlik, yoksulluk ve gelecek kaygısı derinleştirilerek gençlerin sisteme bağımlı hale getirilmesi amaçlanıyor.
Bunun yanında uyuşturucu yaygınlaştırılarak, ajanlaştırma politikaları devreye sokularak gençlerin örgütlü mücadeleden koparılması hedefleniyor. Ancak tüm bu özel savaş politikalarına rağmen gençlerin yönünü özgürlük mücadelesine çevirdiğini görmek, mücadelemiz açısından büyük bir moral kaynağıdır.
HDK, tüm toplumsal muhalefeti, dinamikleri kapsayan yapısıyla gençlerin kendilerini ifade edebildikleri, özne olarak var olabildikleri bir platformdur. HDK’nin geleceği gençlerin dinamizmiyle şekillenecek. Bizlerin tecrübesi ile gençlerin zinde duruşu, bakış açıları ve mücadeleye olan iştahı birleştiğinde, toplumun en güçlü dönüştürücü gücü haline geleceğimizden kuşkum yok.
Newroz kutlamalarındaki kadınların rolü, her yıl daha fazla vurgulanıyor. Özellikle kadınların politik mücadeleye katılımının arttığı bu dönemde, Newroz kadınların mücadelesine nasıl katkı sağlıyor?
Kadınlar tarih boyunca sistematik olarak yok sayılmış, emeği görünmez kılınmış, iradesi gasp edilmiştir. Ancak her defasında yeniden doğmuş, patriarkal tahakkümü aşındıran ve özgürlüğü inşa eden bir güç haline gelmiştir. Bugün, kadınlar devletin militarist ve cinsiyetçi politikalarına karşı yalnızca direnmekle kalmıyor, aynı zamanda özgürlükçü bir toplumsal sistemin inşasında öncü bir rol üstleniyor.
Sayın Öcalan’ın da belirttiği gibi, "Kadın evrenin ta kendisidir; erkek ondan sapmadır, sapmış bir gezegendir. İlk önce çocuğa seslenmek için dili üreten kadındır. Kültürü üreten de kadındır. Toplumun doğuşunu sağlayan da kadındır... Yeniden doğuş önemlidir." Kadın, toplumun yeniden doğuşunu sağlayan temel güçtür. Kadın yalnızca toplumsal varoluşun kaynağı değil, aynı zamanda özgürlük mücadelesinin de taşıyıcısıdır.
Bu yüzden Newroz, kadın mücadelesiyle doğrudan kesişmektedir. Kadın nasıl ki tarih boyunca baskıya, sömürüye ve tahakküme karşı mücadele etmişse, Newroz da direnişin ve yeniden doğuşun simgesi olmuştur. Her ikisi de esareti kabul etmeyen, özgürlüğü kendi elleriyle inşa eden bir iradenin ifadesidir.
Bu yüzden Newroz yalnızca bir bayram değildir; kadınların seslerini yükselttiği, tarihsel mücadelelerini sahiplendiği ve özgürlük taleplerini en güçlü şekilde haykırdığı bir alandır.
Kadın sorunu, tüm iktidar ilişkilerini belirleyen en derin ve yapısal meselelerden biridir. Erkek egemen zihniyet, kadını toplumsal ve siyasal alanda iradesiz kılmaya çalışarak kendi iktidarını pekiştirmek istemiştir. Ancak kadınlar, yalnızca tahakküme karşı direnmekle kalmıyor, aynı zamanda eşit, adil ve özgür bir toplumu kendi mücadeleleriyle kuruyor.
Kadınların özgürlük mücadelesi, yalnızca bir hak arayışı değil, toplumu köklü bir dönüşümle yeniden inşa edecek devrimci bir sürecin öncüsüdür. Ve her Newroz, bu mücadelenin, kadınların iradesinin ve özgürlük talebinin en güçlü yankılandığı günlerden biri olmaya devam edecektir.
"Benim için Newroz, içinden geldiğimiz bilinçtir"
Sizin de unutamadığınız bir Newroz var mı? Kişisel olarak çok özel bir anlam taşıyan, dönüm noktası yaşadığınız bir Newroz kutlamasını hatırlıyor musunuz?
2013 yılı Newroz’u tarihselliği ve barış çağrısını içermesi bakımından kendi kişisel tarihimde unutamadıklarım arasında ilk sırada yer alıyor. Meydan, ‘Selam olsun!’ sesleriyle çınlıyordu. Ülkenin ve dünyanın dört bir yanından gelenlerle adeta bir karnavala dönüşmüştü. Binlerce insanın sığamadığı o meydanda, barışa olan özlem yüreklerden taşmıştı. O an, orada olmak, tarihe tanıklık etmek unutulabilir mi?
Newroz benim için her zaman bir yeniden doğuş oldu. Ve kuşkusuz halkımız için de yeniden doğuşun, dirilişin ve özgürlüğün sembolüdür.
Gençliğimde de Newroz, bir heyecan, bir mutluluk ve büyük bir bekleyişti. Tüm baskılara rağmen, bayramımızın kana bulandığı anlara, çocuk seslerinin Cudi’den çınladığı karanlık iklime rağmen umudumu hiç kaybetmedim. Ömrümüzü mücadeleyle bu bekleyişe adadık. Çünkü bizler, barışın hüküm süreceği günlere, 21 Martları gerçek bir bahar duygusuyla karşılayacağımız aydınlığa inandık. Bu inanç, bizi 2025 Newrozu’na, yeni bir başlangıcın eşiğine getirdi.
Bireysel olarak, Newroz kutlamaları sizin için nasıl bir yer tutuyor? Politika ile iç içe geçmeyen bir Newroz, nasıl bir anlam taşır? Sizin yaşamınızda bu kutlamalar nasıl bir evrim geçirdi?
Benim için Newroz bir bayram sevinci, bayram neşesidir. Ortak duygudur. Milyonlarca insanın aynı duygu ve inançla dolup taşmasıdır. O nedenle bizim için, benim için Newroz, içinden geldiğimiz bilinçtir, varoluşumuzun sembolü ve anlamıdır.
Her Newroz, halkların özgürlük iradesinin ve direncinin daha da gür harlandığı bir gün olmuştur.
Newroz’un benim hayatımda bir evrim geçirdiğini söyleyemem; çünkü onun taşıdığı anlam hep aynı derinlikteydi. Ancak hissettiğim duygular her yıl daha da yoğunlaşıyor, Newroz’a biçtiğim anlam daha da derinleşiyor. Her yıl, onu daha büyük bir sorumluluk ve daha büyük bir umutla karşılıyorum.
Gençlik yıllarınızda, Newroz kutlamalarına katılmak nasıl bir deneyimdi? Özellikle siyasi bağlamda ve toplumsal anlamda Newroz’un size kattığı en önemli şey ne oldu?
Şüphesiz politik bir deneyimdi. Her yıl, bilincimi geliştiren, bakış açımı genişleten ve beni mücadeleye daha sıkı bağlayan bir coşkuya dönüşüyor.
Siyasi ve toplumsal anlamda ise geçmişimizi geleceğe taşıyan bir köprü oluşu ile birlikte kültürümüzü unutmayışımın sembolüdür. Bir halkın geçmişini, dilini, müziğini, ritüellerini unutmamasına, ortak geçmişinin geleceğe, kendinden sonraki nesillere aktarımına sunduğu katkının kıymeti hiçbir şey ile ölçülemez.
(EMK)
Özel'den Erdoğan'a: Korkmuyorsan adayımız Silivri Zindanı'nda

PROTESTOLAR 5. GÜNÜNDE
Dilek İmamoğlu: Ekrem bey, sizi 4 kere yendi 5 kere de yenecek

Özgür Çelik: Yol haritamız sandık

DEM Parti bir kez daha Saraçhane’de: İmamoğlu’nu tutuklamanın kime ne faydası var?

Özel: İmamoğlu hem Silivri hem Cumhurbaşkanlığı yolunda
