UNIFIL savaşmaz
Son yazıda UNIFIL'in adı konmamış bir barış dayatma operasyonu olduğunu belirtmiştim. Bunun 1701 sayılı kararın 8 ve 11. maddelerinde açıkça yazdığını, yorum farklılığının ise kararın orada konuşlanacak gücü ve savaşın taraflarını bağlayıcı olacak BM Sözleşmesi 7. başlığına açıkça dayandırılmamış olmasından kaynaklandığını söylemiştim.
BM Barışkoruma Operasyonları Departmanı (DPKO) 19 Ağustos'ta tüm BM üye ülkelerine UNIFIL için belirlenen "çatışmaya girme kuralları"nın (rules of engagement) müsveddesini verdi. Belge "Lübnan hükümetini desteklerken, onun talebi doğrultusunda ve, yabancı güçler, silah ve mühimmatın hükümetin rızası olmaksızın ülkeye girmelerini engellemek amacıyla, Lübnan'ın hudutlarını ve diğer giriş noktalarını güvence altına almak için ölümcül güce varana kadar ve ölümcül güç de dahil olmak üzere güç kullanımı"ndan söz ediyor.
Muğlaklık çatışmaya girme kurallarının kamuoylarına yansımasıyla bir nebze olsun azaldı ve mesele şimdi UNIFIL komutasının ölümcül güç kullanımını nasıl yorumlayacağında.
Esasında BM gücü elinde yeterli görev tarifi olmadığından değil, güç BM gücü olduğundan muharebeye girmeyecek. Daha önceki barışkoruma operasyonlarının çoğunda olduğu gibi.
Lübnan'a faydası olur mu?
Dolayısıyla gidecek asker önce kendini koruyacak ve çatışmaya girmeyecek. UNIFIL sayesinde ne Hizbullah silahsızlandırılacak, ne silah ve mühimmat girişi engellenebilecek. Sadece İsrail bombalarıyla yıkılan bina ve altyapı tamir edilecek. BM gücünün Filistin meselesine dolaylı katkısı ise kocaman bir sıfır olacak.
ABD'nin, BM şapkası altında, azami sayıda ülkeyi Ortadoğu'da kendisinin ve İsrail'in yapamadığı jandarmalığa teşvik etmesi de, sözkonusu güç BM gücü olduğundan hiçbir sonuç vermeyecek.
Sonuçta ne Lübnan, Filistin ve hatta İsrail, ne de Ortadoğu bölgesi bu operasyondan kalıcı barış anlamında bir sonuç elde edecekler.
Türkiye'nin çıkarı ne olur?
Kardeşlik ve kahramanlık temalarını bir kenara bırakırsak geriye ülkemizin asker yollayarak ağırlığını koyacağı ve AB ile ABD'nin gözüne gireceği tezleri kalıyor. Bu iki aktörün beklenti ve gündemleri çok farklı. ABD bize jandarmalık biçmişken AB Türkiye'nin laik/müslüman kimliğinden yola çıkan farklı bir yaklaşım içinde.
Türkiye, dillerden düşmeyen askeri önemine rağmen AB toplantısına çağrılmadı. Sadece Chirac, Merkel ve Prodi'nin Başbakanı aradığı ve BM gücüne katkı istedikleri söyleniyor.
Bugüne kadar Ortadoğu'da ABD tarafından daima kenarda tutulmuş ve sadece mali yardım sözkonusu olunca hatırlanan AB'nin ABD'nin yarattığı "boşluğu" doldurması olası mı? Bu yeni rol hemen somutlaşacak bir gelişme olmasa da ABD ve İngiltere'nin bölgede uğradıkları derin prestij kaybı AB için bir fırsat olabilir. Türkiye'nin bu çerçevede kendine bir yer edinmesi en makul olasılık olarak duruyor. Zira eğer bir gün Ortadoğu barışa nail olacaksa bu katiyen 1948'den bu yana denenen ve herkesin kaybettiği çatışma yoluyla değil AB'nin iktisadi bütünleşme ve diyalog üzerine kurulu "yumuşak gücü"nü örnek alarak olacak. Ülkemiz de bugün için tamamen soyut olan bölgesel ağırlığını AB üyeliği vasıtasıyla somutlaştıracak. Moda tabiriyle, Türkiye'nin ağırlığı AB liginde.
Lübnan'a asker yollayarak AB ile aramızın düzeleceği söylentisine gelince, Türkiye Bosna'da AB'nin bizzat başını çektiği EUFOR gücüne asker veriyor. Bu, ülkemizin AB sürecinde işini ne kolaylaştırdı ne zorlaştırdı. UNIFIL için de aynı durum mevzu bahis. (CA/TK)