Türkiye çağdaş sanatının en önemli temsilcilerinden biri de Şükran Moral.
O, tabulara, cinsiyetçiliğe, patriyarkaya, her türlü dogmaya kafa tutan eserleri ile feminist sanatın da uluslararası alandaki öncü isimlerinden.
İtalya’da 1994’te “Üç Kişi ile Evlilik” performansı ile dikkat çeken Moral, 1997’de yine performans sanatı içinde bir ilki gerçekleştirdi ve Galatasaray'daki erkekler hamamına girerek “Hamam” isimli videoyu yaptı.
Otuz dakika süren video içinde, erkeklerin onu yıkamasının sunulduğu görüntü Türkiye sanat tarihi içindeki önemli kırılmalardan biri olarak nitelendiriliyor.
Bu videoyu bir meydan okuma olarak nitelendiren Moral, tüm bu performanslarını da hayat boyu “mücadele” olarak tarif ediyor.
İtalya ve Roma’da yaşayan Şükran Moral’la, Contemporary İstanbul’daki sergisinin hemen sonrasında söyleştik.
İşçi öğrenci olduğu kente uluslararası sanatçı olarak döndü
Bu sene ilgi çok büyüktü gerçekten de. Çünkü nihayet İstanbul’da sanat kültür camiası bu ikisini de Haliç’e yakın
bir yerde izleme şansı oldu.
Biliyorsunuz İstanbul’daki bütün kıyılar halka, sanat çevresine kapalı. Kimse faydalanamıyor. Bu sene durum farklıydı. Deniz kenarında bir sergi vardı. Umarım bu durum devam eder. Venedik gibiydi. Hoş bir buluşmaydı.
“Anlaşılmış hissettim”
Peki sizin eserlerinize ilgi nasıldı?
Benim sergime de ilgi büyüktü. Ben bu sene kendimi sevilmiş anlaşılmış hissettim. Gelenlere çok teşekkür ederim. Bazen kendini yalnız, anlaşılmamış hissedersin ya o duygumu yok ettiler. Meğerse anlaşılmışım, meğerse sevilmişim. Bu çok sahiciydi beni çok etkiledi. 90 yaşında emekli bir öğretmen geldi sarıldık, ağladık; 20 yaşındaki genç bir üniversite öğrencisi geldi, onunla da sarıldık ağladık. Tam bir duygu hali vardı.
Sergide sanat severler hangi eserlerinizle karşılaştı?
80’li yıllarda Haliç’te tersanede muhasebeci olarak çalışıyordum. O yıllara ait fotoğraflarımı sergiledim. Ayrıca o yıllarda şiirler yazıyordum, onları astık. Haliç’in kirliliği üzerine yazı yazan ilk kişiyim muhtemelen. O yazıyı da sergiledik. İnsanlar bunu okudu ve inanılmaz bir etki yaptı.
Bunları yaparken çocuktum, 20 yaşındaydım. Sadece yazılı basın vardı internet gazeteciliği yoktu bu nedenle de Cağaloğlu basın için çok önemliydi. Türkiye’yi yönetiyordu. Ben o dönem çalışan işçi öğrenciydim ve yıllar sonra uluslararası bir sanatçı olarak döndüm.
O yıllarıma ait duygularımı içeren işler, portreler sergilendi.
Delilik ve acılar üzerine
Eserlerinizden oluşan bir biyografi diyebilir miyiz?
Evet. Biyografim de maalesef acı, delilik içeren bir biyografi olduğu için. İlk kez Bakırköy Akıl Hastanesi Kadınlar Koğuşu’na girmiştim orada portreler çekmiştim. Deli olarak nitelenen kadınların portrelerini çekmiştim ama hiç sergilememiştim.
Bu sergide ilk kez sergiledim. Müthiş bir etkileşim oldu. Delilik ve acı üzerineydi biraz sergi.
Sanatçı zaten nedir? Delilik ve dahilik arasında gidip gelen bir varlıktır. Ben deli olmaktan hep korkmuşumdur.
Aklımı yitirmekten korkmuşumdur. Zamanında bunun üstüne gitmeyi korktuğum şeylerin üzerine gidersem diye düşündüm gittim o kadınlarla konuştum uzun uzun sohbet ettim. O kadınlar deli falan değildi. 30 sene orada kalan kadınlar vardı. Hayat boyu orada kalan kadınlar vardı. Buna rağmen normal konuşan kadınlar vardı. Bu dram, dramlar... 1997’de yapmıştım ve 25 yıl sonra sergiledim.
Acı, öfke, asilik...
Bakırköy Akıl Hastanesi’ndeki kadın servisinde sizi etkileyen neydi?
Gösteriyor ki o zamanlar kadınlara üniforma giydiriyorlar saçları kesik. Buna benzer şeyler.
Ayrıca sergide sapanla taş atıyorum. Bunu da sergiledik. Bir yanımda acı öfke var ama asilik var. Aslında bütün bu asilik kafa tutma, isyan, acı, delilik bir yerde benim hayat hikayem. Bir yerde benim hepsini içeriyor bu. “Bülbül” işim de o sergide yer aldı.
“Bülbül” eserinizi anlatır mısınız?
2003’te yaptım. Kendimi kötü hissediyordum hastalandım Roma’da doktora gittim. Tahliller yapıldı vs bir şey çıkmadı. Doktor, “sen memleket hasreti hastalığına yakalanmışsın. Bundan ölen insanlar var, ölebilirsin sen gitmen lazım” dedi.
Bunu anlayınca bu işi yaptım. Kendimi bir kafesin içine koyarak "Ayrılık" türküsünü Türkçe söyleyerek kafama kuşlar koyarak yaptım. Bu biraz beni hafifletti. Ölmek üzereyken kurtuldum. Sonra İstanbul’a geldim bu bana iyi geldi.
Sergimde bu da yer aldı.
“Dünya zenginleşmiş bilinçle dönüşüyor”
Sanatınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Ben processualei (süregelen)denilen işi yapıyorum. Bu da şu demek. Sanatçının en başından sonuna kadar kendi hikayesi. Nereden nereye gelmiş bir sanatçı. Onun içinde kendi içinde bir tutarlılığı olmalı. Bunlar benim hikayelerim sürekli çocuklarım gibi öteki sergiye öteki gösteriye taşıyorum. Benim için anlamı bu. Benim için sanat böyle.
Acıyı gerçek anlamda kendisi deneyimlememiş kişiler başkasının acısı üzerine çalışabilir ama başkasının acısı üzerine ne anlatılabilir? Sanatın iyileştirdiğini görmedim. Sanat iyileştirir ondan yana değilim. Sanat bilincimizi zenginleştirir iyileşmekten de önemli. Dünya bu bilinçlerle değişiyor zaten.
Sizin ilk çalışmalarınızdan olan “Üç Kişiyle Evlilik” nasıl ortaya çıktı?
Aklıma şöyle geldi. İtalya’dan atmışlardı. Öğrenci kimlik kartım olmasına rağmen İtalya’dan beni göndermek istediler. 15 gün içinde terk et diye. İki yıl kaçak yaşadım.
İşlerimle cevap vermek istedim. Evet beni attınız haydi hoş çakal demek istemedim. Mücadele etmek istedim. Bunlardan biri 3 kişi ile evlenmek işiydi.
Bana herkes “evlen evlen İtalyan vatandaşı olursun” diyordu. “Ha öyle mi ben de evleniyorum o zaman 3 kişiyle evleniyorum” dedim. Bu orada büyük ses getirdi. İlgi çekti. Beklemediğim bir ilgi oldu. Hatta komiser bana ‘Siz Türk şarkıcısınız değil mi? 3 kişiyle evlenmişsiniz’ diyordu. Ben de güldüm. Bu da sanatın üstünlüğü, sizi kuvvetli yapıyor.
Türkiye’nin ilgisi nasıl size?
Türkiye’de çağdaş sanatı teorik anlatabilecek kişiler yok. Bu eksiklik var. Doğru düzgün eleştirmen, tez yazacak insan yok. Bunu söyleyebilirim.
Bir de 1997’deki “Haman” videonuz var. Dikkat çeken bir çalışma, bir ilk...
Yabancılar bizi oryantalist görüyor. Sadece dekoratif bir sanatçı olarak görmek istiyor. Hamam var hamam karşısında oryantalist birtakım şeyler geliştirmiş mesela. Ben sadece kendi tabularımızı değil onların bu bakış açısını da yıktım. Senin oryantalizmini de senin feodalizmini de senin patriyarkanı da dedim girdim o hamama. Sanatın gücü var çünkü.
“Bir kadın sanatçı olarak” diye sormuyorum özellikle, bir sanatçı olarak kadınların sorunlarına da değiniyorsunuz..
Sanat her şeyden söz edebilir. Eskiden sanat sponsoru kiliseydi. Kilise duvarlarına İsa’nın doğuşu bilmem nesi yapılıyordu. Dinin sponsorluğundan çıkar çıkmaz sanat özgürleşti ve istediği temaları seçebildi. Ben de kadın olduğum ve ikinci sınıf olarak yaşamak istemediğim için bunu seçiyorum.
Ben de yaşadığım şeyler üzerine dil geliştirdim. Seçtiğim konular bu. Kullandığımız araçlar aynı. Performans videoydu heykeldi desendi. Tabii bunu seçiyorum yaşıyorum ve bu katlanılmaz bir şey. Ben kadınların ezilmesini görmeye alışmak zorunda değilim. Bu Ortaçağ kafa yapısı düşüncesi. Ben bu düşünceye inmem diyorum.
Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Kadınları çok kolay öldürüyorlar. Medyanın dili katiller için koruyucu. Öldürdü ama “haklıydı” gibi. Kadın katillerinin gözüyle zihniyle düşünen bir ülke oldu Türkiye bunu kabullenmek istemiyorum. Buna karşıyım.
Ben ne diyorum sanat tarihini yazan penistir. Bu gerçeğin özeti. Hayatımızın özeti de bu.
(EMK)