Express dergisinin Eylül 2009 sayısında yayımlanan "Bölgede ve Kandil'de Hava durumu/ Mücadele Olmazsa Çözüm Olmaz" başlıklı yazı nedeniyle gazeteci İrfan Aktan ve Merve Erol, Terörle Mücadele Yasası uyarınca mahkum edildiler. Yazıyı aynen aktarıyoruz.
Tayyip Erdoğan Kürt açılımında geldikleri aşamaya dair adeta ara rapor vermek üzere ABD'nin yolunu tutarken, biz de DTP ve PKK tarafından "ertelenen" ramazan bayramında bölgeye yollandık. 8-15 Eylül'de Çukurca'daki operasyonlarda sekiz PKK'linin öldürülmesi üzerine, bayram bütün bölgede yürüyüş ve protestolara sahne oldu. PKK'lilerin cenazeleri kitlesel gösterilerle memleketlerine yollanırken, tarihte belki de ilk defa, bölgede ramazan bayramı kutlanmadı.
Serhat kod adlı orta yaşlı militan, tabancasını belindeki kuşağa sıkıştırıp kaleşnikofunu dayandığı minderin arkasına bıraktıktan sonra, Piling isimli genç arkadaşını tanıtıyor. Piling sohbet boyunca cep telefonundan arabesk şarkılar dinliyor, biten sigarasının ateşiyle yenisini yakıyor. Ve yarım saat süren sohbete iki cümleyle katılıyor. Belindeki el bombasını işaret ederek "Konuşmak çare değil, iş konuşturmakta" diyor. Van'ın Başkale ilçesine bağlı sınır köyünde görüştüğümüz Serhat ve Piling ateşkes sürecinde oldukları için silah kullanmadıklarını, ancak bunun militan kaybına sebep olduğunu anlatıyor. Bayramın son gününde, PKK de tek taraflı ateşkesi gözden geçireceklerini açıklıyor. Aynı gün Yüksekova'daki Evren iş merkezinde bomba patlıyor, dört kişi yaralanıyor. 25 Eylül gecesi yine Yüksekova'da, ajanlık yaptığı gerekçesiyle Sadullah Kaya isimli genç sokak ortasında öldürülüyor. Yani, PKK ateşkes sürecinde olsa da bölgede çatışmalar, infazlar, operasyonlar devam ediyor.
18 yıldır PKK saflarında olan Serhat, Çukurca'da sekiz militanın kimyasal silahlarla öldürüldüğünü söyleyerek konuya giriyor: "Düşmanın politikasında durmak diye bir şey yok. Yarın barış olsa da fırsat buldukça Kürtleri ezmeye devam edecekler. O yüzden de barış imkânı pek mümkün görünmüyor. Zaten barış olsa da, devlet haklarımızı anayasaya almazsa, geri dönmeyeceğiz. Silahları bırakırsak, halkımız savunmasız kalacak. Benim dağa çıkmamın sebebi, çocukluğumda köye gelen askerlerin gözlerimizin önünde annemi, babamı yere yatırıp tekmelemesiydi."
1990'da ailesini de yanına alıp Kuzey Irak'a kaçan Serhat, Mahmur Kampı'ndaki çocuklarını ve eşini en son geçen kış görebilmiş. Kış aylarında Kandil'de teorik dersler veren Serhat, PKK'nin sadece Türk ordusuyla değil, tüm bölge ülkeleriyle ve bu yönetimlerle işbirliği yapan Kürtlerle savaş halinde olduğunu vurguluyor. PKK'nin ilk defa bir dinî bayramı "yasakladığını" anımsatan Serhat'a göre, "Toprakları işgal altında olan hiçbir halk, tam Müslüman sayılmaz. Eğer direnmezsen, dinsizsindir. Her Müslüman işgalcilere karşı direnmekle mükelleftir. Bunu peygamberimiz de söylüyor, önderliğimiz de."
AKP'nin "açılım" politikasını Serhat, "bölgedeki diplomatik trafikte Türkiye, PKK'yi safdışı kılmanın yollarını arıyor" diye yorumluyor. Ona göre, Türkiye'nin PKK'yle masaya oturmaması halinde örgüt silah bırakmaya yanaşmayacak. Türkiye örgütle masaya oturursa, Suriye ve İran da Kürt politikalarını sürece göre yeniden düzenleyecek.
İki militanın görüşlerinden hareketle PKK'nin "açılım"ı nasıl değerlendirdiği konusunda bir fikre varmak doğru olmaz elbette. Zira son dönemde, örgüt içinde AKP'nin "açılım" projesini farklı farklı yorumlayanlar var. Kandil'le yaptığımız görüşmelerden edindiğimiz izlenim, açılım müjdesinin Türkiye'de yarattığı tartışma ortamının örgütte pek de pozitif bir yansıması olmadığı, PKK'nin hâlâ uzun vadeli çatışma planları üzerinde durduğu yönünde. Ayrıca PKK liderlerinden Cemil Bayık, TBMM'nin açıldığı gün çarpıcı açıklamasıyla ortaya çıktı. "Süreç savaş yönünde gelişmekte ve kaçınılmaz gibi görünmektedir" deyen Bayık, PKK birliklerini ve Kürtleri "son ve büyük savaşa" hazır olmaya çağırdı. Bayık'ın bu açıklamasının inisiyatifi ele geçirmek için yapılmış bir politik şantaj olup olmadığını önümüzdeki aylarda göreceğiz. Ancak bu açıklamanın ertesi günü Hakkâri'nin Depin mıntıkasında ailesiyle piknik yapan bir polis, iki ağabeyiyle birlikte öldürüldü...
Öte yandan bu umutsuz ruh halinin Kürt siyasetinde ve bölge halkında yaygın olduğu görülüyor. Abdullah Gül'ün yerel seçim öncesinde yaptığı "iyi şeyler olacak" açıklamasından sonra, halkın nabzını yoklamak üzere Yüksekova Haber'in web sitesinde başlatılan anket de iyimserlik havasının dağıldığını gösteriyor. Gazetenin yayın yönetmeni Erkan Çapraz anketin ilk günlerinde "umutluyuz" diyen okur sayısının Eylül başında hızla inişe geçtiğini söylüyor. Çapraz'a göre, 11 Ağustos'taki grup konuşmasıyla Erdoğan umut yaratırken, hemen ardından İlker Başbuğ'un açıklamaları yedi bini aşkın okurun katıldığı anketin sonuçlarını "umutsuzluk" yönünde değiştirmiş durumda.
"Çözüm mü, sahtekârlık mı?"
Öcalan da 16 Eylülde avukatlarıyla görüşmesinde, AKP'nin "açılım" çalışmalarına dair kuşkularının arttığını ifade ediyordu: "Yol haritasını teslim ettiğimden beri bekliyorum. Son dönemdeki gelişmeler şüphelerimi artırdı. Bu sorun çözülebilir mi? Emin olamıyorum. Biri tutukluyor, operasyon yapıyor, diğeri 'açılım' diyor. Bu açılım mıdır, tasfiye midir, tuzak mıdır, sahtekârlık mıdır, çözüm müdür, bilemiyorum. Kürt halkı da iyi anlamaya çalışmalıdır. Başbakan topu taca atıyor. Cumhurbaşkanı iyi niyetli, ama gücü yeter mi, bilemiyorum."
Özgür Halk dergisinin Ağustos sayısında uzun bir makalesi yayınlanan PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu ise Türkiye'nin girdiği yolun çözüme evrilmesi için örgütün mücadelesini arttırarak sürdürmesi gerektiğini yazdı. Karasu'ya göre, ancak mücadeleyi sürdürdükleri takdirde, PKK'yi tasfiye planı yürüten Türkiye, Kürtlerin lehine diplomatik ve askerî "açılım" başlatabilir. İran ve Suriye'nin Kürt politikasını değiştirmesinin yolunun Türkiye'nin tavrına bağlı olduğunu yazan Karasu, şu ana kadar uluslararası alanda İran'a karşı yürüttükleri mücadele için destek almadıklarını, ancak Kürt karşıtı politikalarını sürdürmesi halinde İran'a karşı her türlü desteğe başvurabileceklerini ima ediyor. Anlaşıldığı kadarıyla Karasu, Ankara-Şam-Bağdat üçlüsünün Kürtlerin lehine yol alması halinde İran'ın zorlanarak iknâ edilmeye çalışılabileceğini düşünüyor.
Kandil'le yaptığımız telefon görüşmesinde ise örgüt yönetiminden şu kısa yanıtı alıyoruz: "Sürece ilişkin umut-mumut yok!" Kaynağımız, Karasu'nun İran'a yönelik tehditkâr tavrının örgütün genel stratejisini oluşturmadığını, aksine, PKK'nin İran'a yaklaşmaya çalıştığını vurguluyor. Bu da örgütün Ankara-Şam-Bağdat üçlüsünün diplomatik faaliyetlerden kaygı duyduğunu gösteriyor. Esas şaşırtıcı gelişme ise, PKK'nin 2003'ten beri karşı karşıya gelmemeye özen gösterdiği Barzani ve Talabani'yle ilişkilerindeki evrilme. Bayık, söz konusu açıklamasında KDP ve YNK'yi Öcalan'ın yakalanmasından sorumlu tuttuklarını ve Kürtlerin bunu unutmaması gerektiğini vurguluyor. Böylece PKK, 2003'te Osman Öcalan'ın örgütten ayrılmasıyla kapanan KDP-YNK-PKK hesaplaşmasını tekrar gündeme getirdi. Bayık şu hatırlatmayla bunu açık etmiş oldu: "1992'de Güney Kürdistan'da KDP-YNK-TC'nin ortak saldırısı geliştirildi. Bütün uluslararası gericilik, Ortadoğu gericiliği ve Kürt işbirlikçiliğini bir araya getiren bir saldırı ile PKK ezilmek istendi." Bayık'ın bu hatırlatmasının önümüzdeki dönemde PKK'nin Irak Kürdistanı'yla ilişkisine nasıl yansıyacağını dikkatle izlemek gerekiyor.
Esad-Zebari-Erdoğan üçgeni
PKK cephesinde genel atmosfer böyleyken, bölgedeki diplomatik çalışmalar ise hız kazanarak sürdürülüyor. 16 Eylülde, Suriye devlet başkanı Beşar Esad ile dışişleri bakanı Hoşyar Zebari başkanlığındaki Irak heyeti Ankara'da çeşitli görüşmelerde bulundu. Irak ve Suriye heyetlerinin Erdoğan'ın ABD seyahatinin hemen öncesinde Ankara'ya gelmesi AKP'nin "Kürt açılımı"nın bir ABD planı olduğu fikrine güç kazandırdı. Üçlü diplomasi Erdoğan'ın New York seyahati sırasında da sürdürüldü. Erdoğan aynı zamanda, Suriye-Irak arasındaki gerginlikte arabuluculuk yapmaya da çalışıyor. Diplomatik trafiğin İran ayağı ise daha çok perde arkasından yürüyor. Türkiye'ye, dolayısıyla ABD ve Irak'a yaklaşan Suriye'nin İran'la ilişkilerinin nasıl evrileceğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. İran'ın Kürt sorunu konusunda bölge ülkeleriyle aynı pozisyonu paylaşmaması, denklemin daha baştan yanlış kurulduğunu düşündürebilir. İran'ın dahil olmayacağı bir projenin, PKK'nin varlığını sürdürmesini zorunlu kılacağı yaygın bir kanaat. Geçtiğimiz günlerde, PKK'nin fiilî lideri Murat Karayılan'ın Roj TV'den PJAK'ı ateşkes ilanını ihlâl ettiği için eleştirmesi altı çizilmesi gereken bir husus. Karayılan Suriye, Irak ve Türkiye işbirliğinin PKK'yi tasfiyeye yönelmesi halinde, örgütün İran'a muhtaç kalacağını düşünüyor olmalı. Öte yandan, İran, Türkiye ve Irak sınırındaki geçiş noktalarına, vadilere duvar örerek iki ülkenin Kürt meselesinde ABD'yle ortak çalışma yürütmesine tepki gösterdiğini simgesel olarak göstermiş oldu. Üç ay önce başlayan duvar inşası Yüksekova'nın sınır boyundaki Çobanpınar köyünde devam ederken, PJAK'ın İran ordusuna yönelik saldırılarını azaltması da dikkat çekiyor. Suriye, Irak ve Türkiye'nin "açılım" politikasının PKK'nin tasfiyesine dönüşmesi halinde, örgütün ABD'nin Irak işgali öncesinde en fazla destek gördüğü İran'la tekrar yakınlaşma ihtimalinin yüksek olduğu söylenebilir. Hatırlanacağı gibi, İran'ın PKK'ye karşı operasyonları, ABD'nin Irak işgalinin hemen ertesine denk gelmişti. O dönem ABD, Osman Öcalan üzerinden PKK'yi kendi eksenine çekmeye çalışmıştı. Osman Öcalan'ın başını çektiği ekip de Washington'un bu projesini hesaba katarak, daha sonra ABD'nin açıkça destekleyeceği PJAK'ı kurmuştu. Bu tarihten sonra, İran yakaladığı hemen her PKK militanını idam etmeye başlamıştı. Dolayısıyla, ABD planına uymayan bir PKK İran'ın bölgedeki "doğal" yandaşı olabilir.
Stratejik işbirliği mi, adım adım konfederalizm mi?
Türkiye'nin Kürt planının PKK'nin silahları bırakmasını sağlayacak bir barış sürecine dönüşüp dönüşmeyeceğini söyleyebilmek için henüz çok erken. Ancak, bir yandan DTP'lileri derdest edip PKK'ye yönelik operasyonlara hız veren, bununla da kalmayıp sınırötesi harekât için tezkereyi yenilemeye kararlı görünen devlet, bir yandan da PKK'yi silah bırakmaya ikna etmeyi tasarlıyorsa, sonuç alması pek mümkün görünmüyor. PKK'nin alt birimi KCK imzasıyla 28 Eylül'de yapılan açıklama örgütün kaygı ve planlarını açık bir dille özetliyor: "Erdoğan ABD'deki temaslarını 5 Kasım 2007'de Bush'la yaptığı görüşmeye benzetmiştir. Bilindiği gibi, Erdoğan-Bush görüşmesinde PKK ortak düşman ilan edilmiş ve tasfiyesi için TSK'ya yüksek teknoloji ürünü silahlar verilmiş; bu iki yıl içinde büyük çatışmalar yaşanmış ve ağır can kayıplarına yol açılmıştır. Şimdi Erdoğan bir kez daha ağır can kayıplarına yol açacak bir süreci tekrarlamak istediğini ortaya koymuş olmaktadır. Hem de bunu hareketimizin tek taraflı olarak çatışmasızlık kararını yaklaşık altı aydan bu yana sürdürdüğü bir süreçte yapmaktadır. Kürt halkını kandırmayı hedefleyen bu yaklaşımın eskisinden daha fazla savaş, çatışma ve can kayıplarına yol açacağı ve bu durumdan da Kürdistan özgürlük hareketi değil, AKP hükümeti ve ordunun sorumlu olacağı açıktır."
Ankara-Şam arasında imzalanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Anlaşması uyarınca iki ülke arasında vize kaldırıldı. İki ülkenin sınır boyundaki Kürtler arasında bu anlaşmayı "sınırların kalkması" ve PKK'nin vazgeçilmez şart olarak ileri sürdüğü bölgesel "demokratik konfederalizm" projesinin bir ayağı olarak yorumlayanlar az değil. Zira, PKK, dört ülkedeki Kürtlerin iletişiminin kolaylaştırılması talebini yıllardır dile getiriyor. Bu gelişmeyi PKK taleplerinin kısmî kabulü olarak değerlendirenler, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Suriye'yle yapılan anlaşmanın Irak sınırı için de geçerli olabileceğini söylemesini de görüşlerine dayanak olarak gösteriyorlar. Türkiye-Suriye arasında vizenin kaldırılmasını PKK militanı Serhat şöyle yorumluyor: "Türkiye ve Suriye, bütün taleplerimizi kabul etse bile, bizimle masaya oturmadıkları sürece, dağdan inmeyeceğiz." Bu yorumun PKK'nin genel eğilimini yansıttığını söylemek mümkün, zira Özgür Halk'ın ağustos sayısında PKK, kendisinin muhatap alınmadığı tüm projelere karşı olduğunu ilan etmişti.
Ankara'da siyasî partileri yakından takip eden gazeteciler arasında, MHP ve CHP'nin "Kürt açılımı"na geçit vermez tavrını liderlerin parti içi dengeleri kollama girişimi olarak yorumlayanlar çoğunlukta. 8 Mart'taki kongre sonrasında, MHP'nin sert tavrının değişebileceği, çözüm projesinin devlet politikası olarak yürütülmesi halinde MHP'nin buna daha fazla karşı duramayacağı görüşü yaygın. Bu arada, CHP lideri Deniz Baykal da Erdoğan'a kapıları kapatmadıklarını açıkladı. Ancak, MHP, CHP ve AKP'nin ortaklaşacağı bir çözüm yolunun, DTP'nin yalnızlaştırılması, yargı üzerinden milletvekillerinin baskı altına alınarak seslerinin kısılmaya çalışılması, operasyonların hız kazanması şeklinde olması, yani yıllardır bildiğimiz devlet politikasının tekrar önümüze konması kuvvetle muhtemel. (İA/EÖ)