Politik katılımda eğitim, iletişim, toplumsallaşma gibi formel kaynakların önemli bir yeri bulunduğu kabul edilir (3). 1980'li yıllardan günümüze değin "Kürt kadını" kimliği ile kamusal alanda görünürlük kazanan kadınların önemli bir kesimi ise bu kaynaklardan yoksun bir profil çizmektedirler.
Kadın okur-yazarlık oranının Türkiye geneline göre Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde daha düşük olmasına paralel bir şekilde formel eğitim düzeyi düşük olan aktivist kadınların büyük bölümü aynı zamanda yoksul toplumsal kesimlerden gelmektedirler.
Kırsal alan dışında işgücüne katılma oranı oldukça düşüktür. Ataerkil aile ideolojisi ve onun ön gördüğü geleneksel cinsiyet rolleri kadınların ev dışında sosyalleşmelerini güçleştirmektedir (4) .
Dolayısıyla "tutuklu yakını", "kayıp yakını", "politikacı", "barış annesi" gibi isimler altında kampanyalar örgütleyip gösteriler düzenleyen Kürt kadınlarının büyük bölümünün politik katılım için gerekli olan formel kaynaklardan yoksun olduğu düşünülebilir.
Öte yandan modernleşmenin göreli olarak geç yansımakla kalmayıp bölgedeki pre-kapitalist yapılarla eklemlenerek var olduğu (5) göz önüne alındığında kadınların kamusal alana girmesi ve aktif politik katılım göstermesi konusunda Türkiye'nin geri kalanına göre daha muhafazakar bir tutum sergilenmesi beklenebilir.
Tüm bunlara rağmen Kürt kadınların 1980'li yılların sonlarından günümüze değin süreklileşen bir katılım sergilediklerine tanık olmaktayız.
Aile ve akrabalık ilişkileri önemli
İlk bakışta çelişkili gibi görünen bu durum, Kürt kadınların politik katılımlarında enformel kaynakların dikkate alınmasıyla anlaşılır hale gelmektedir. Nitekim sözlü tarih görüşmeleri, Kürt kadınlarının politikleşmelerinde ve kamusal alana çıkmalarında aile ve akrabalık ilişkileri gibi enformel ilişki ağlarının önemli bir rol oynadığını göstermiştir.
12 Eylül'den itibaren politik aile bireylerinin başlarına gelenler, ailenin politika ile alakası olmayan diğer üyelerini de etkilemiştir. Gözaltında olan ya da tutuklu bulunan aile üyeleriyle dayanışma zamanla politik bir mahiyet kazanmıştır. Bu bağlamdaki aile ilişkileri Kürt kadınları açısından politik ilginin ve katılımın gelişimi açısından itici bir rol oynamıştır (6).
Kürt kadınların politik taleplerle kamusal alana çıkmaları esas olarak 1980 sonrası döneme rastlamaktadır. 1980 öncesinde ailenin genç erkek üyeleri dolayımıyla pasif ve duygusal ağırlıklı bir politik ilgi söz konusu olmuşsa da bu düzey aşılmamıştır.
Görüşmeler 1980 öncesi politik gündemlerin ailelerin çoğu üniversite öğrencisi olan ya da büyük kentlere çalışmaya giden genç erkek üyeleri aracılığıyla evlere taşındığını göstermiştir.
Evin en sevilen oğlu, saygıdeğer bir ağabey ya da en sevilen küçük kardeş olarak nitelenen bu genç erkekler çoğunlukla sol gençlik hareketlerinde yer almışlardır.
Anneler, eşler ya da kız kardeşlerin politik ilgileri, dış dünya ile ilişki içinde olan genç erkeklerin etkisi ile ve onlara duyulan sevgi ile iç içe geçmiştir. Bu genç aile üyelerine duyulan sevgi onların savundukları düşüncelere ve sol gençlik hareketine sempatiye yol açmış, fakat aktif bir katılım söz konusu olmamıştır (7).
12 Eylül... Kadınlar evden çıkıyor
Kadınların evden çıkmaları ve dış dünya ile ilişki kurmaları bu sevilen genç erkeklerin 12 Eylül'de gözaltına alınmaları, işkence görmeleri, kaybedilmeleri ya da tutuklanmalarıyla başlamıştır.
12 Eylül'ün gençler üzerindeki baskıcı politikaları ve cezaevlerindeki hak ihlalleri çoğu o zamana kadar kamusal alana çıkmayan kadınların alışık olmadıkları toplumsal deneyimleri yaşamalarına yol açmıştır.
Hak ihlallerine karşı çıkabilecek kurumların askeri yönetimce kapatılması ve tutukluların taleplerini dile getirebilecek toplumsal kesimlerin tümüyle bastırılmış olması, tutuklu ve hükümlü ailelerinin kendiliğinden destek ve dayanışma ağları kurmalarına yol açmıştır.
O zamana kadar evin dışına çıkmamış olan yaşlı analar, genç kadınlar yakınlarını görmek için gittikleri cezaevi kapılarında kamu otoritesiyle karşı karşıya gelmiş, oturma eylemleri ve açlık grevleri yapmışlardır (8).
Aile, kadınlara destek veriyor
Bu durum ailelerin geleneksel düzenlerini etkilemiş ve değiştirmiştir. Tutuklananlar en sevilen aile üyeleri olunca kadınların sokak gösterilerine katılmaları, açlık grevleri örgütlemeleri herhangi bir muhafazakar engellemeyle karşılaşmamıştır. Aksine desteklenmiş ve teşvik edilmiştir.
Başka türlü özel alandan dışarıya çıkma ve dış dünya ile ilişki kurma olanağı bulunmayan çok sayıda genç kadın cezaevlerindeki yakınlarını desteklemek amacıyla kamusal alana çıkmışlar, insan hakları örgütleri ve Halkın Emek Partisi (HEP), Demokrasi Partisi (DEP) gibi siyasi partilerle ilişki kurmuşlardır.
Bu deneyimler onlara yeni sosyal ve politik ilişki kanallarının açılmasını sağlamıştır. Geleneksel aile ideolojisine göre kamusal alanda görünmez olmaları gereken kadınlar, herhangi bir engel ya da yadırgama ile karşılaşmadan basına demeçler vermiş, topluluk karşısında kendini ifade etmiş, kadınların ve erkeklerin bir arada bulunduğu yolculuklar yapmış, hatta bizzat kendileri gözaltına alınmış ve tutuklanmışlardır.
Özellikle genç kadınların sıkı bir denetime tabi olduğu Kürt aileler, her yaştan kadının bu tür deneyimlerini yadırgayıp engellemedikleri gibi çoğunlukla saygı ile karşılamışlardır.
Duygusal boyutu ağır geniş politik ağ
1984 yılında silahlı sürecin başlamasıyla birlikte aileler bu kez de gençlerin dağa gitmesi ile karşı karşıya kalmışlardır. Bütün anlatılarda tıpkı 12 Eylül öncesi solcu olan gençler gibi dağa gidenlerin de hep ailenin en sevilen çocuğu, en çalışkanı, en umut vaat edeni olarak tanımlandığı görülmüştür.
Güçlü aile bağları, politik katılım gösteren gençlerin, aile üyeleri arasında dolaylı bir politik ilgi uyandırmalarında etkili olmuştur. Onların akıbeti ile ilgili endişe politik gelişmelerin çok daha ilgiyle ve yakından izlenmesine yol açmıştır. Aile üyeleri arasındaki bağlar, politik gelişmelere duyulan ilgi ile ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiştir.
Aile üyelerinden birisinin dağa çıkması, tutuklanması ya da yaşamını yitirmesi, geride kalan aile üyeleri arasındaki bağları güçlendirmiştir. Bu durum sadece tek tek ailelerle sınırlı kalmamış, yaşanan mağduriyetler ekseninde akraba, komşu ve mahalleler arasında duygusal boyutu ağır olan politik ağlar kurulmuştur. Benzer aileler arasındaki bu ilişki ağları, toplu cezaevi ziyaretleri, cenaze ve taziyeler, kadınların politikleşmelerinde ve politik katılım göstermelerinde etkili olmuştur.
Bu tarz bir katılımda kadınlar, politik etkinliklerinin öznesi olmamışlardır. Bunun yerine politik öznelerin anneleri, eşleri, kardeşleri olarak yer almışlardır.
Kadınların politik içerikli eylem ve etkinlikleri, aile üyelerinin bedensel ve ruhsal bütünlüğünü koruma, yaşam hakkını savunma, onları destekleme gibi geleneksel anne ya da eş rollerine dayandırılmış olmakla birlikte bu roller zamanla kapsam değiştirmiştir.
Başlangıçta kendi çocuklarının fiziksel bütünlükleri ve yaşam hakkı için gösteriler düzenleyen, toplantı ve mitinglere katılan, açlık grevi yapan kadınların bu rolleri zamanla toplumsallaşarak politik bir mahiyet kazanmıştır.
Görüştüğüm kadınlar içinde kendilerini "barış annesi" olarak tanımlayan kadınların öyküleri bunun en çarpıcı örnekleri durumundaydı. "Barış anneleri" kendi çocuklarının yaşam hakkına ilişkin taleplerini tüm toplumu kapsayacak şekilde genişletmişlerdi.
"Barış" söylemlerini kendi çocuklarından başlayan ama topluluğun tüm üyelerini kapsayan yaşam hakkını savunma temeline oturtmaktaydılar. Böylece annelik hem toplumsal hem de politik bir kimliğe dönüşmekteydi.
Dağlar, partiler...
Kuşkusuz kadınların sözü edilen dönemde politik katılımları sadece annelik ve eşlik rolleri bağlamı ile sınırlı kalmamıştır. "Dağlar" ve yasal siyasi partiler kadınların eş ya da anne olarak değil doğrudan siyasal özneler olarak katılım gösterdikleri iki ayrı alanı oluşturmuştur.
Özellikle 1990'lı yıllarda çok sayıda kadın dağa çıkmıştır. Katılanların bir kısmı kentlerden ve üniversitelerden olmakla birlikte önemli bir kısmı da kadınların geleneksel cinsiyet rolleriyle sınırlandırıldıkları ve katı bir şekilde denetime tabi tutuldukları köylerden gerçekleşmiştir.
Sözlü tarih anlatıları ailelerin teşvik etmese ve engel olmaya çalışsa dahi, genç kadınların dağa çıkmalarını namus meselesi haline getirmediklerini göstermektedir. Oysa genç kadınların ailenin onayladığı bir evlilik gibi meşru görülebilecek yollar dışında evden ayrılmaları, günümüzde bile yaygın olarak namus meselesi haline getirilmekte ve hatta cinayetlere bile neden olabilmektedir.
Dağa göre birçok açıdan farklı bir alan olsa da kadınların yasal siyasi partilerde yer almaları da aslında geleneksel cinsiyet rollerine ters düşmektedir. Buna karşın siyasi partilere katılım da benzer bir kabullenilme görmüştür.
Başka türlü evden çıkmaları hoş karşılanmayan genç kadınlar, aile engeliyle karşılaşmadan Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) - Demokratik Halk Partisi (DEHAP) gibi partilerin etkinliklerine katılmış, erkeklerle birlikte yürütülen çalışmalarında yer almışlardır. Günümüzde de bu durum devam etmektedir.
Politik alan; büyük bir aile...
Kadınların "dağ" ya da siyasi parti gibi geleneksel olarak kendilerine kapalı olan alanlarda aile engeli ile karşılaşmadan yer alabilmiş olmaları ilk bakışta çelişkili bir durum izlenimi vermektedir.
Çelişkili gibi görünen bu duruma ilişkin yapılabilecek açıklamalardan birisini sözlü tarih görüşmelerini gerçekleştirdiğim sırada görüşlerine başvurduğum Diyarbakır Barosu Kadın Merkezi Koordinatörü olan ve çok sayıda kadın müvekkili bulunan Av. Meral Danış Beştaş dile getirmişti. Danış-Beştaş'a göre aileler kızlarının dağa gitmelerini, gözaltına alınmalarını ya da tutuklanmalarını namus meselesi yapmıyorlardı; çünkü onlarla benzer ilgi ve sempatileri paylaşmaktaydılar. Kadınlarla yaptığım görüşmeler, bu yorumu destekler nitelikteydi.
Fakat kadınların anlatıları ailelerin tepki göstermemelerinde rol oynayan ve ilkinden daha önemli olduğunu düşündüren ikinci bir etkene daha işaret etmekteydi: Evden çıkan, dolayısı ile küçük ailenin ataerkil denetiminden de çıkan kadınların bu davranışlarının ve politik etkinliklerinin tepki görmemesinin nedeni katıldıkları politik alanların da büyük bir aile alanı olarak tahayyül edilmesinden kaynaklanmaktaydı.
"Dağ"da, siyasi partilerde ya da cezaevinde olsun birlikte yer alan kadın ve erkeklerin "bacı-kardeş" olduklarına ve büyük bir ailenin üyeleri olduklarına inanılmaktaydı.
Kadınların anlatımlarında siyasi faaliyetler genellikle "dava" gibi kutsiyet içeren bir terim ile ifadelendirilmekteydi. Buna göre; her evden çıkma bir değildi. "Dava"sı için evden çıkanların "pis işler"le alakası bulunamazdı. Zaten "dava" için çalışanların hepsi bacı kardeşti. Bu nedenle ailelerin içi çok rahattı.
Bu anlam evreni, kadınların özel alanın dışına çıkmalarının ve kamusal alandaki faaliyetlerinin itibar görmesinin çok önemli iki koşulunun bulunduğunu gözler önüne sermektedir: Bunlardan birisi kamusal alana çıkışın "dava" ile sınırlı olması, ikincisi ise küçük aile içindeki rollerin ve ataerkil denetimin büyük aile içinde sürdürülmesi. Bir başka ifade ile kadınların kamusal alana çıkarken cinsiyetlerinden soyutlanmaları, tıpkı ana kimliğinde olduğu gibi cinsiyetsiz "bacı"lar olmaları.
Bu koşullar, politik katılım için formel kaynaklardan yoksun olan Kürt kadınlarının kamusal alana çıkmalarında önemli bir rol oynayan aile ve akrabalık ilişkilerinin, aynı zamanda onların bu alandaki varoluşlarının sınırlarını da çizmektedir.
Kadınlık rolleri itibar görüyor
Sonuç olarak aile ve akrabalık ilişkilerinin politik katılımda destek ya da köstek olduğu yolunda bir tercih yapmanın güç olduğu görülmektedir. Geleneksel cinsiyet rolleri ve aile bağları kadınların kamusal alana çıkışını teşvik edici etkide bulunmuştur ama bu alandaki konumlarının ve etkinliklerinin sınırlarını da katı bir şekilde belirlemiştir.
Buna rağmen destek seçeneğinin daha tercih edilebilir olduğu görüşündeyim. Çünkü yaşam öyküleri, geleneksel cinsiyet rolleri bağlamında çıkmış olsalar dahi bunun kadınlar açısından olumlu ve dönüştürücü sonuçlara yol açtığını düşündürmektedir.
Bir kere annelik gibi görünmez olan, önemsiz bulunan geleneksel kadın rolleri kamusal alanda siyasal bir kimliğe dönüşürken, itibar da kazanmıştır. Bunun geleneksel toplumsal cinsiyet rollerini dönüştürücü bir etkide bulunmayacağı, hatta geleneksel cinsiyet rollerini pekiştirici etkide bulunacağı doğrudur. Ama yine de aile ve toplum içinde kadınlık rollerinin itibar görmesine, dolayısıyla kadınların özgüvenlerinin, öz saygılarının artmasına yol açtığının göz ardı edilmemesi gerekmektedir.
Daha da önemlisi, yaşam anlatılarında toplumsal cinsiyet ilişkilerini dönüştürücü bir etkiyi gözlemek de mümkün olmuştur. Geleneksel cinsiyet rolleri bağlamında çıkmış olsalar dahi kadınların kamusal alana çıkmaları, özel alanın dört duvarı içinde asla yaşayamayacakları toplumsal deneyimler yaşamalarına, yeni ve farklı sosyal ve siyasal ilişki kanallarına kavuşmalarına, ufuklarının genişlemesine olanak sunmuştur.
Yeni deneyimleri, özellikle genç ve orta yaşlı kadınlar açısından ailede, toplumda ve yer aldıkları politik yapılar içindeki geleneksel cinsiyet rollerini sorgulamalarına, daha eşit bir konum talebinde bulunmalarına yol açabilmiştir. Bunun da küçümsenemeyeceği açıktır. (HÇ/FK/AD)
(1) Politik katılım terimi, burada oy verme ile sınırlı bir şekilde kullanılmamaktadır; siyasal olayları izleme, siyasal olaylar hakkında tavır alma ve siyasal olayların içine katılma şeklinde kullanılmaktadır. Terimin bu geniş anlamdaki tanımı için bknz. Deniz Baykal (1970), Siyasal Katılma, Bir Davranış İncelemesi, AÜ. SBF yayını, Ankara.
(2) Söz konusu görüşmeler Kürt kadını kimliğinin inşası üzerine yürüttüğüm araştırma kapsamında, 2005 yılının Şubat-Mayıs ayları arasında Diyarbakır'da çeşitli alanlarda politik aktivitelerde bulunan kırk kadınla gerçekleştirilmiştir.
(3) Cem Eroğul (1991) Devlet Yönetimine Katılma Hakkı, İmge Kitabevi, Ankara
(4) Geleneksel aile içinde kadınların konumlarına ilişkin şu kaynaklara bakılabilir: Pınar İlkkaracan (2003), "Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Kadın Kadın Cinselliği Bağlamının İncelenmesi": Müslüman Toplumlarda Kadın ve Cinsellik, (der.)P.İlkkaracan, İletişim, İstanbul; Bazil Nikitin (1986), Kürtler, Sosyolojik ve Tarihi İnceleme, Özgürlük Yolu Yayını, 2. Baskı; Lale Yalçın-Heckman (2002) Kürtlerde Aşiret ve Akrabalık İlişkileri, İletişim, İstanbul
(5) Yakın Ertürk (1995), "Doğu Anadolu'da Modernleşme ve Kırsal Kadın", 1980'ler Türkiye'sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, (der.) Şirin Tekeli, 3. Basım, İletişim, İstanbul.
(6) Bu durum Bell Hooks'un aileye ilişkin değerlendirmesini anımsatmaktadır. Hooks, ırk ayrımcılığı ile karşı karşıya bulunan siyah kadınların aile deneyimlerinin beyaz kadınlara göre farklı olduğunu, beyaz feministlerin şiddetle eleştirdikleri ailenin, siyah kadınlar için ayrımcılığın hakim olduğu dış dünyaya karşı bir dayanışma yeri gibi işlev görebildiğini dile getirmektedir. Bknz. Bell Hooks(2000), Feminizm Herkes İçindir, Çitlembik, İstanbul
(7) Kuşkusuz sözlü tarih görüşmesi yaptığım kadınların içinde de örnekleri bulunduğu gibi bu profilin dışında olan, 1980 öncesinde de sonrasında da aile üyeleri dolayımı olmadan katılım gösteren kadınlar bulunmaktadır. Böylesi bir çeşitliliğin bulunduğu göz ardı edilmemekle birlikte bu yazıda daha çok politik katılım için gerekli formel kaynaklardan yoksun olan kadınlara ilişkin değerlendirmeler yapılmaktadır. Öte yandan bu yazıda aile ve akrabalık ilişkilerine odaklanıldığı için değinilmemiş olsa da kadınların politik katılım göstermelerinde dünya ve Türkiye'deki kadın hareketinin etkisi, kırdan kente göç ya da Kürt hareketinin siyasal söylemi gibi başka etkenlerin bulunduğunun da vurgulanması gerekmektedir.
(8) Bu açıdan Leyla Zana'nın eşini ziyaret etmek için gittiği cezaevi kapıları önünde politik bir aktör haline geldiği saptamasında doğruluk payı bulunmaktadır ve ona atfedilen bu durum bir çok Kürt kadını açısından söz konusu olan bir gerçekliği temsil etmektedir.