Onları ziyarete gittiğimizde her ikisi de uyuyordu. Kaderlerinin, daha onlar dünyaya gelmeden çok önce, içine doğdukları coğrafyanın kaderiyle iç içe geçtiğinden habersiz, bebeksi uygulardaydılar.
Birisi, adı Barış olan, daha on günlük. Cizre abluka altındayken dünyaya gelmiş. Bir savaş bebeği ve barış isteği, onun adında cisimleşmiş.
Altı aylık Berxwedan’ı ise pek çoğunuz sosyal medyaya yansıyan fotoğrafından tanıyorsunuz. Kulağından ve ayağından yaralı olarak kanlar içindeki haliyle gördünüz onu.
Berxwedan, Kobane direnişi esnasında dünyaya gelmiş. Direniş anlamına gelen adı, Kobane direnişine bir selam niyetiyle konmuş.
Barış, onu, adlarını şimdi karıştırdığım ama evlerin duvarlarını nasıl yerle bir ettiğini, değdiği yerlerde nasıl kara yıkıntılar bıraktığını unutamayacağım ateşli silahların gürültüleri arasında, saatlerce sancı çekerek dünyaya getirmiş olan loğusa annesinin kucağındaydı. Aydınlık bir yüzle, barış olsun istedik diyor annesi.
Berxwedan ise evlerinin oturma odasında, odayı dolduranların havada asılı kalmış kaskatı suskunluklarının altında, beşiğinde uyuyordu. Beşiğini komşu kadınlar sallıyordu. Çünkü artık beşiğini sallayacak bir annesi yoktu. Keskin nişancılar ateş açtığında, tesadüfen annesiyle nenesinin arasına düşmemiş olsaydı, komşu kadınların sallayacağı bir beşik de olmayacaktı muhtemelen.
Beşiğin öte yanındaki dedesi iki kere suskundu. Eşini ve gelinini keskin nişancıların ateşiyle kaybetmiş olmanın acısına, kendisi için evden çıkmış olmalarının ağırlığı eklenmişti. Abluka esnasında kamyon şoförü olarak Irak’ta bulunuyormuş. Cep telefonundan ulaşmak mümkün olmadığından ailesi için çok endişelenmiş. Eşi ve gelini, ona iyi olduklarını söylemek amacıyla evlerinde sabit telefon bulunan bitişikteki akrabalarına gitmek üzere sokağa çıktıklarında vurulmuşlar. İki ev arası daracık bir sokak. O dar sokaktaki iki adımlık mesafede keskin nişancıların kurşunlarına hedef olmuşlar. Berxwedan annesinin kucağında vurulmuş ama iki kadının cansız bedeni arasına düştüğü için yaklaşık üç saat süren ateş, ona daha fazla zarar verememiş. Ona ulaşmaya çalışan iki akraba da adımlarını sokağa atar atmaz yaralanmışlar. Bu üç saat içinde sürekli ağlamış Üç saatin sonunda mahallenin gençlerinden biri nasıl olduysa ona ulaşıp bahçe duvarından içeriye fırlatmış. İçeriden tutmuşlar, öylece yaralı kurtarılmış Berxwedan.
Cizre’de neler olduğu henüz tam olarak bilinmiyor
Sosyal medya ve ilçede bulunan az sayıdaki haber muhabirinin olağanüstü gayreti sayesinde, daha abluka devam ederken, yaşananlara dair çeşitli haberler ve görüntüler kamuoyuna ulaşmıştı. Mesela insanların, evlerinin kapısından dışarı çıkar çıkmaz vurulma tehlikesine karşı, duvarlarında açtıkları deliklerden komşularına geçtiklerini böyle görmüştük. Panzerlerden yapılan anonsları, karanlıkta yükselen zılgıt seslerini böyle duymuştuk. Daha sonra, dokuz günlük ablukanın ardından ilçeye giden heyetler, gözlemlerini raporlaştırmaya başladı. Diyarbakır Barosu, Mazlum Der raporlar yayınladı. Aralarında Nurcan Baysal, Oya Baydar gibi yazarların da bulunduğu Barış İçin Kadın Dayanışma Grubu, Kürt Yazarlar Derneği ve daha başka kurumlar ziyaretler gerçekleştirdi. Muhabirlerin ateş altında yaptıkları haberlerden fazlası, yayınlanan raporlarda, izlenim yazılarında var. Bütün gözlemler ve tanıklıklar, ölenlerin, Burhan Kuzu’nun “sünnetsiz” nitelemesiyle ima ettiği gibi “dışarıdan” gelenler değil, ilçe nüfusuna kayıtlı insanlar olduğunu, ilçe halkının 9 günlük abluka süresince yaşam hakları da dahil her türlü haklarının ihlal edildiğini gösteriyor.
Bunları biliyoruz ama bilmediklerimiz daha fazla. Mesela daha önce de çeşitli yerlerde sokak başlarına hendekler kazılmış olmasına karşın şimdi neden bu denli ölçüsüz bir şiddetle karşılık verildiğini bilmiyoruz. Günlük hayatın ve sosyal yaşamın idamesini örgütlemek üzere mahalle meclislerinin kurulduğu bilgisi de yeni değil, yerel gençlerden oluşan YDG-H örgütlenmesinin varlığı da. Dahası “özyönetim” ilanları bile yeni değil. 2011 yılında da benzer basın açıklamaları olmuştu. Dolayısıyla neden sorusu halen tam olarak yanıt bulmuş değil. En azından kamuoyu bilmiyor.
Başvurulan yönteme dair soru işaretleri de hayli fazla. Uygulanan şiddetin dozu, ikna araçların kaybeden devletin çıplak zora başvuracağı tezini yetersiz kalıyor. 9 günlük susuz, elektriksiz, telefonsuz ve aralıksız abluka. Kentin hakim noktalarına yerleştirilen keskin nişancılar. Panzerlerden yapılan anonslar, ambulansların engellenmesi, insanların cenazelerini donduruculara saklanmak zorunda bırakılması, 14 yaşında bir çocuğun (Bünyamin Yırcı) ya da yetmiş yaşında bir adamın elinde ekmek poşetiyle öldürülme şekilleri. Paletli tanklar, duvar yıkan, düştüğü yeri yakan ağır silahlar. Tüm bunlar, “asayişi sağlama”ya yönelik olmaktan daha fazlasını düşündürüyor.
Barış İçin Kadın Girişimi'nin Cizre ziyareti
Barış İçin Kadın Girişimi de tanıklık ve dayanışma amacıyla Cizre’ye gidenler arasındaydı Trabzon’dan Sakarya’ya, Antalya’dan İstanbul’a pek çok kentten yaklaşık 150 kadın BİKG’nin çağrısıyla, 19-21 Eylül tarihleri arasında Cizre’yi ziyaret etti. Ziyaretin amacı, bir yandan yaralılara geçmiş olsun demek, yaşamını yitirenlerin ailelerine taziyede bulunmak bir yandan da Cizreli kadınların sesine ses katmak, barış talebini Cizre’den yükseltmekti. Bu, bir dayanışma ziyareti olduğu kadar Cizreli kadınlardan öğrenme ziyaretiydi de. Nitekim ziyaret esnasında mezarlık, taziye, yaralı ziyaretleri ve yıkılmış mahallelerde yapılan incelemelerin yanı sıra Cizreli kadınların “özyönetim” deneyimlerini ve abluka altındayken yaşamlarını sürdürme mücadelesini kolektif olarak nasıl örgütlediklerini anlattıkları bir forum da yapıldı. Aşağıda, ziyaretin ilk bir buçuk günlük kısmından geriye kalanlar.
Sınır ile karşılaşma
Bu yolculuk, katılımcıların bir kısmı için, insanları birbirinden ayıran “sınır”ların anlamı, belki de anlamsızlığı ile ilk karşılaşma deneyimi oldu. Otobüsler, Kızıltepe’den Cizre’ye doğru yol alırken, yolun sağında, el uzatımlık mesafede uzayıp giden dikenli teller şaşkınlık uyandırdı: Sınır bu mu? Aynı yaz güneşinin altında, aynı sararmış tarlaların üzerinde uzayıp giden dikenli telleri, coğrafya kitaplarındaki sınır imgesi ile örtüştürmek pek de kolay değildi.
Uzun yolculuğun sonunda ulaşılan Cizre, işte böylesi bir coğrafi kültürel süreklilik ile onları kesen dikenli tellerin uç noktalarından birisi durumundaki mekanın adıydı. Yanı başında Habur sınır kapısı. Aradaki mayınlı arazi sayılmaza, birkaç adım ötesi Rojava. Cizrenin Rojava’da olan biten her şeyden fazlasıyla etkilenmemesi mümkün değil.
Cizre - Kobene
Cizre’de neler olduğuna dair kurulacak denklemler, sanki Kobane’siz eksik kalacak gibi. İlçenin uyandırdığı çağrışımlar, Berxwedan’ın adından ötesine işaret ediyor. Yasef mahallesinde gezerken bize eşlik eden küçük kız çocuğu, sohbet esnasında “abim Kobane’ye gitmişti sonra geri geldi” diyor.
Keskin nişancılara dair hikayeler, ilk olarak Kobane direnişi esnasında duyulmuştu. Orada İŞİD’in ateşinden korunmak amacıyla mahalle girişlerine gerildiği anlatılan perdelerin benzerleri, Cizre sokaklarının başında. Cizrelilerin bazıları seçim sonuçlarından dolayı cezalandırıldıklarını düşünüyor. Bazıları ise Kobane direnişinin kırılamamış olmasıyla bağ kuruyor.
“Mahalle meclisleri”
Bütün yaşananlara rağmen Cizreliler konuklarını evlerinde ağırlamak istiyor. 150 konuğun evlere dağıtılması, kalabalık gruba öğlen yemeklerinin verilmesi gibi işlerin sessizce ve ustalıkla yürütülüşü, evler yıkılmış olsa da ilçe sakinleri arasında sağlam bir ilişki ağının ve organizasyon yeteneğinin bulunduğunu düşündürüyor. BİKG’nden kadınlar mahalleleri ziyaret ederken, onlara eşlik edenler arasında kendilerini “mahalle meclisi üyesi” olarak tanıtan kadınlar da var. Meclislerin, günlük hayatın ve sosyal ilişkilerin düzenlenmesinde nasıl bir rol oynadığı merak ediliyor. Kadına yönelik aile içi şiddet karşısında neler yaptıkları soruluyor. Anlatıyorlar: Şikayet üzerine şiddet uygulayan erkek meclisin karşısına çıkarılıp uyarılıyor. Sonra? Sonrası, tekrar durumunda, şiddet gören eş de onaylıyorsa, ilçeden çıkarmaya değin uzayan cezalar. Varsa, maaş kartı alınıp şiddet gören kadına veriliyor. İlçede iki evlilik yaygın. Bunun çaba gerektiren bir sorun olduğunu belirtiyorlar. İkinci eşe niyetlenen adamla önce “ikna” görüşmeleri yapılıyormuş. İkinci eş olacak kadınla da görüşülüyormuş. Onun da kabul etmemesi gerekiyor diyor meclis üyesi.
Gece konakladığımız ev sahibinin yengesi de böylesi bir meclis üyesi. Eşini, 1990’larda, ilçede yaygın olan faili meçhul cinayetlerden birinde kaybetmiş. Konuşmasına, çocuklarını tek başına büyütmüş olmanın güveni ve kıvancı yansıyor. O konuşurken, üniversiteyi bu yıl bitirmiş oğlu da annesine saygı ve gururla dinliyor. Abluka sürerken, geceleri sürekli zılgıt çektiklerini anlatıyor.
Yılgınlık değil ama belirsizlik
Özellikle Nur mahallesindeki yıkım, ziyaretçileri dehşete düşürüyor. Buna karşın sokaklarda yürüyen, evlerinin önünde duran, kapı önünde oturan kadınlar, erkekler, şaşırtıcı bir şekilde sakin görünüyorlar. Verilen selamı alıyor, güler yüzle başımızın üstüne geldiniz, hoş geldiniz diyorlar. Kapılar kapalı değil. Yorgun ve karamsarlar ama yüzlerinde yılgınlık ifadesi yok. O zorlu abluka sürecinde evlerinin duvarını delip birbirlerine geçmiş, ekmeklerini paylaşmışlar. Kimin bodrumu varsa, birkaç aile oraya sığınmış. Evleri hasar görmüş, dükkanları yanmış olsa da bu paylaşımdan güç almışlar. Direndik duygusu hakim. Ama bundan sonrasının ne olacağına dair bir belirsizlik duygusu içindeler. Evinin duvarının dibinde oturan Cizreli bir kadın, hamur mayalamakta zorlanıyorum diyor. Hamur kabarana kadar acaba ne olacak, bilemiyorum.
Sokaklar boyunca kime sizi ziyaret etmeye, sesinize ses vermeye geldik dendiyse, bu yapılanları hak etmedik, gittiğiniz her yerde bizim barış istediğimizi anlatın diyorlar.
Çocuklar
Gençleri pek gördüğümüzü söyleyemeyiz. Yetişkinlerin ruh hali ise yukarıda anlatıldığı gibi geleceğe dair karamsar olmakla birlikte mağrur. Fakat çocuklar, yaşanan şiddetten dehşete düşmüş durumdalar. Sokaklar her yaştan çocuklarla dolu, kara gözlü, ela gözlü, yeşil gözlü, esmer, kumral, sokulgan çocuklar. Hangisine sorsan çok korktuk diyor. Geceleri uyanıyorlarmış. Okula gidip gitmeyeceklerini bilmiyorlar. Hem öğretmenlerinin geleceğinden şüpheliler hem de abluka sürerken güvenlik güçleri okullara yerleştiği için korkuyorlarmış. Bizimle konuşan annesinin arkasına saklanan iki yaşındaki oğlan çocuğu yüzümüze bakmıyor. Korkulu koca gözlerini kaçırıp duruyor. Annesi, elini bir an olsun göğsümden çekmiyor, yanımdan hiç ayrılmıyor diyor. Onun gözleri, Cizreli çocukların ruh halini özetliyor.
Barış duası
Abluka esnasında vurulanlar ya da hastaneye götürülemediği için yaşamını yitirenler, Cizre mezarlığında, Mem u Zin’in türbesinin az ilerisinde yan yana defnedilmişler. Yakınları ellerinde fotoğraflarıyla mezarların başında oturuyor. Herkes mezarlığa girdikten sonra, taziye evinin de sorumluluğunu yürüten bir din görevlisi çok akıcı bir Kürtçeyle bir dua okuyor. Bütün dualar gibi Ya Rebbi (Allahım) diye başlıyor dua. Devamı farklı. Hiç Kürtçe bilmeyenler bile bunun bir barış duası olduğunu anlıyor.
“Ya Rebbi, huzurumuzu, birliğimizi bozmaya çalışanlara izin verme Ya Rebbi!”
“Amin”
“Asker, gerilla, polis, her kim olursa olsun, bu ülkenin çocuklarının kanlarının daha fazla akmasına izin verme Ya Rebbi!”
“Amin”
“Ya Rebbi, adaletin, barışın, eşitliğin, kardeşliğin sağlanabilmesi yolunu aç Ya Rebbi!”
“Amin”
“Bu ülkenin insanlarının huzurunu bozmak isteyenlere, bundan çıkar bekleyenlere, gençlerimizin ölümüne neden olanlara engel ol Ya Rebbi!”
“Amin”
Barış duası böyle uzayıp gidiyor.
Sonra BİKG’nden Sevda, gelenler adına kısa ama yüreğinden çıkan ve bu nedenle dinleyenlerin de yüreğine işleyen bir konuşma yapıyor. “Sizin söylediklerinizi anlamadım ama barış isteğinizi ta yüreğimde hissettim, siz de benim söyleyeceklerimi yüreğinizde hissedin istiyorum” diyor. Aynen öyle oluyor.
Berxwedan’ın annesi ile nenesinin taze mezarları yan yana.
Mezarlıkta, yakınlarının başucunda oturanların elle tutulacak denli somutlaşan acılarının dinmesi çok zor. Ama barış duası ile Sevda’nın konuşması, onlarda bile acının yanında umuda yer açılmasına yol açıyor.
Barıştan başka şansımız yok
Hep birlikte barışı istiyoruz. Berxwedan’ın, Barış’ın, Cizre’nin ve memleketin dört bir yanındaki bütün çocukların kaderi, bizlerinkinden farklı olsun istiyoruz. BİKG’nin basın açıklamasında yazdığı gibi çocuklarımız, onlardan önceki kuşakların yaşadıkları acıları, ölümleri yaşamasın istiyoruz. Barış içinde büyüsünler. Artık ölmesinler. İçimizde bir kurt, , bunun çok zor olduğunu söyleyip duruyor, barış umudunu kemirmek istiyor. Gerçekçiyiz, kurdun haksız olmadığını biliyoruz ama başka çıkış yolumuz yok. Barıştan başka şansımız yok. Savaşın nasıl bir yıkım olacağını sadece yakın tarihten değil, yanı başımızda olup bitenlerden çok iyi biliyoruz. Bunun için barış diyoruz.
Bayramınız barış olsun. İyi bayramlar. (HÇ/EA)
* Fotoğraflar: Çiğdem Mater