bianet'in hukukçulardan edindiği bilgiye göre 16 Mart davasının zaman aşımı yok. Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 101, 102, 103'üncü maddelerine göre başlangıç tarihi belli bir suç hâlâ devam ediyorsa ya da süreklilik arz ediyorsa dava dosyası kapanmıyor. Hukukçular, medyanın bu olayı ele alırken, bir anma olarak değil hukuki bir süreç olarak değerlendirmesi görüşünde hemfikir.
Ölen öğrenciler her yıl 16 Mart'ta anılırken diğer yandan davanın bir türlü sonuçlanamaması, sanıkların yargılanmasının önünün tıkanması, 29 yıllık bir hukuk skandalına dönüştü.
Davanın avukatlarından Cem Alptekin gerek davanın önünün tıkanmasıyla ilgili hukuka aykırı durumları, toplumsal muhalefetin zayıflığını ve kamuoyu duyarsızlığını, son üç yıldır duruşmalara katılmayarak ve artık kamuoyuna da görüş vermeyerek protesto ediyor.
2008'de davanın zamanaşımından kapanacağı tartışması ise on yıl önce başlatılan bir tartışmayı yeniden gündeme taşıdı.
Buna göre TCK'nin ilgili maddeleri, başlangıcı belli fakat mütemadi yani devam eden suçlarda zaman aşımını öngörmüyor ve 16 Mart katliamı davası da bu kapsama giriyor.
16 Mart 1978'den 16 Mart 2007'ye kadar yaşananlar...
29 yıl önce İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde, öğle saatlerinde, üniversiteden çıkan bir grup solcu öğrenci üzerine bomba atıldı. Saldırı sonucu, Hatice Özen, Baki Ekiz, A.Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl olay yerinde, Cemil Sönmez kaldırıldığı hastanede ölmüş, 50 kişi de yaralanmıştı.
Yaşanan olay kamuoyunda tepkiyle karşılandı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), 20 Mart'ta "Faşizme İhtar" adıyla işi bırakma eylemi gerçekleştirdi. Polis Memurları Dayanışma Derneği (Pol-Der) İstanbul Şubesi Başkanı, bombalı saldırı istihbaratının olaydan 10 gün önce üniversitedeki polis amirliğine bildirildiğini açıkladı. Bu uyarıyı dikkate alması gerekenlerden biri de üniversitedeki polis noktasında görevli Reşat Altay'dı . Fakat Altay, o gün öğrencileri genel uygulamanın aksine, ön kapıdan çıkmaları için yönlendirdi. Rütbe almayı sürdüren ve son olarak Trabzon Emniyet Müdürü olan Altay, Hrant Dink cinayetinde "ihbarı" değerlendirmediği gerekçesiyle görevden alındı.
Olayın sanıkları olduğu ileri sürülen şimdiki Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili Mehmet Gül'ün de içinde bulunduğu 5 Ülkücü delil yetersizliğinden beraat ettiler. Zamanaşımına bırakılan dosya, bir grup avukat tarafından 16 Mart 1988'de yeniden açıldı, yargılama sürüyor.
1978'de Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No'lu Askeri Mahkeme'de açılan davada, dönemin Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) İstanbul Şube Başkanı Orhan Çakıroğlu, sonradan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) milletvekili olan ÜOD yöneticilerinden Mehmet Gül, dönemin MHP Gençlik Kolları Başkanı Kazım Ayaydın, ÜOD'li Sıddık Polat ve Ahmet Hamdi Paksoy yargılandı. Mahkeme, Polat'ı 10 yıl ağır hapis cezasına çarptırdı. Diğer sanıklar ise "delil yetersizliği"nden beraat etti. Karar, Yargıtay tarafından bozuldu. Mahkeme kararında direndiyse de Yargıtay'ın ikinci kez kararı bozmasının ardından 1984'te tüm sanıklar hakkında "beraat" hükmü verildi.
1995'te yeni tanıklarla yeni bir iddianame hazırlanan dava hâlâ İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nde sürüyor. Katliamı gerçekleştirenlerden olduğu öne sürülen ve konuşmaması için öldürüldüğü iddia edilen Zülküf İsot'un ablası tanık Remziye Akyol, mahkemeye verdiği ifadede katliamı kardeşinin polis memuru Mustafa Doğan, Latif Aktı ve Sıddık Polat ile birlikte gerçekleştirdiğini söyleyerek emri MHP lideri Alparslan Türkeş'in verdiğini açıkladı. Mustafa Doğan kırmızı bültenle aranmasına rağmen sanık sandalyesine oturmadı.
8 Temmuz 1996'da, Ankara 5. ağır Ceza Mahkemesi'nden istenilen MHP Ana Davası'nın gerekçeli kararında başta Alparslan Türkeş olmak üzere MHP yöneticilerinin isimlerinin yer aldığı sayfaların eksik olarak gönderildiği ortaya çıktı.
Susurluk Skandalı'nda da yer alan Abdullah Çatlı'nın 16 Mart katliamında atılan bombaları temin ettiği de ortaya çıktı. Çatlı'ya verilen bombalarınsa ordu tarafından temin edildiği 24 Kasım 1997 tarihli duruşmada dinlenen astsubay Oğuz Serçinlioğlu'nun ifadesinde yer alıyordu.
Katliamın ardından Reşat Altay'ın Çatlı'yla telefonda görüştüğü Susurluk davasında ortaya çıkan başka bir gerçekti. 1997'de Susurluk Komisyonu'na gelen bazı belgelerden dönemin Ülkü Ocakları başkanı Lokman Kundakçı ile dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş arasında katliama ilişkin önemli bir görüşme yapıldığı ortaya çıktı. Avukatlar belgeyi mahkemeye sundu. Milli İstihbarat Teşkilatı'ndan (MİT) tutanakların tamamını istedi. MİT bu isteği reddetti.
Avukatlar sonuç alınmaması üzerine "MİT'in mahkemeye müdahale ettiği, savunma haklarının kısıtlandığı" gerekçesiyle davadan çekildi. Üç yıldır davadan çekilmese de protesto amaçlı olarak duruşmalara katılmayan avukat Cem Alptekin "gizli belgeleri açıkladığı" iddiasıyla 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılandı ve beraat kararı verildi. Ancak dava sonuçlanmadı.
Avukatlar MİT'in belgeleri göndermeyi reddetmesi üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu. (EZÖ/AÖ/TK)