Başı gövdesinden kesilerek ayrılmış halde Etiler'de bir çöp konteynırında bulunan ve akabinde, henüz 18'ine girmesine bir hafta kalan Münevver Karabulut'a ait olduğu teşhis edilen cesedin varlığından haberdar olduğum anda yaşadığım çaresizlik hissinden çok daha kuvvetlisini kısa bir süre önce yaşadım.
Şehirlerarası bir yolculuğun molasında gördüğüm genç erkek Münevver'in katil zanlısı Cem Garipoğlu'na benziyordu.
Medyanın ölüseviciliği
Tuhaf olanı, bu benzerlik basit bir tesadüften ibaret değildi. Hali, tavrı, giyimi, kuşamı, kısacık kesilmiş saçları ve özellikle kesilmemiş, çember sakalıyla "insan insana benzer"den çok "kendini başkasına benzetme" durumu söz konusuydu. Ogün Samast'ın cinayet günü taktığı beyaz berenin bir anda vahşice moda olması gibi...
Münevver cinayeti, 2009'da çok konuşuldu. Yazıldı. Çizildi. Eğer Münevver'in katledilişi, medya tarafından fotoroman yapılmasaydı, zengin oğlan, fakir kız, para, seks ve kan eşliğinde, ölüsevicilikle kol kola bir yerden ele alınmasaydı, faillere özenilir, insan öldürdükleri iddia edilenler rol model alınır mıydı?
Öyle olsaydı hiç başka bir kadın, Yeter T., eşi tarafından aynı şekilde öldürülür müydü?
Yaklaşık 200 kadın öldürüldü
Münferit diyenlere kötü haber. 2009'un başından bu yana, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine göre erkekler 200'e yakın kadın öldürdü. Kadın katliamı... Adli mercilere yansımayan cinayetleri de hesaba kattığımızda bugün, yani yılın son günü kadınsak ve sevinmek için bir sebep arıyorsak en basitinden 2010'u görmekle başlayabiliriz, yani halen yaşıyor olmamızla...
Üzmez'in üzdükleri
Ama işte taciz, tecavüz yanı başımızda duruyor. 2009'un başkaca gündem işgal eden olayı da eski Vakit yazarı Hüseyin Üzmez'in kız çocuğuna cinsel istismarla yargılanması oldu. Üzmez önce tahliye sonra hapis cezasıyla karşılaşsa da yine ayları bulan sürecin sonunda olan küçük kıza oldu. Adli Tıp Kurumu'nun kapılarından defaten geçmesi, her seferinde kontrol adı altında yaşadıklarını hatırlaması, dünyası sanki hiç ters düz edilmemiş gibi görmezden gelindi.
2009'un en çok infial yaratan iki olayı Üzmez ve Karabulut'tu. Her ikisini anlatmayı tercih etmenin bir nedeni var. Kamuoyu tepkisi her iki olayda da sağlandı. Ama anladığımız ölü ya da diri, çocuk ya da değil, fark etmeksizin mağdurların mağduriyetinin pekişmesinden ibaret değil mi? Hakları hak arama yolunda ihlal edilenlere adaletin sağlandığını söylemeye dili varanların yılı oldu 2009.
Seçilemeyenler: Kadınlar
Bir de sandıktan çıkamayan kadınların yılı oldu 2009. Martta yapılan yerel seçimler sonucunda 79 ilin belediye başkanı erkekken iki ilin belediye başkanı kadın oldu: Aydın'dan CHP'nin adayı Özlem Çerçioğlu ve Tunceli'den DTP'nin adayı Edibe Şahin. DTP'nin 14, CHP'nin 2, AKP'nin 3 kadın yerel yöneticisi vardı. Bu sayılar genel verileri değiştirmedi. Yine kadının siyasette temsili yüzde 1'lerde kaldı. Erkekler kadınları aday olarak gösterseler bile kazanamayacakları yerlerden göstererek sahte bir demokrasi şovu yaptılar. Üstelik geçen günlerde DTP kapatıldı ve Meclis yine hatırı sayılır sayıda kadının gitmesiyle erkeklere kaldı.
Üstelik "yüzde elli kadın kotası" diyen KADER'e de MHP dava açtı. Gerekçesi KADER'in afişlerinde Bahçeli'nin Erdoğan ve Baykal'la omuz omuza resmedilmesinden duyulan rahatsızlıktı. Neyse ki dava iptal oldu...
2010'a devreden Kürt sorunu
DTP'nin kapatılması demişken, Kürt sorunu da "erkekler savaşır, dağa çıkar, asker olur, erkekler tartışır, erkekler parti kapatır, yoksulluk, zorunlu göç, ana dil hakkına erişememek, şiddet, baskı, çocuklarını toprağa vermekle ceremesini kadınlar çeker" bir halde 2010'a devrediyor. Amortisiz...
Şiddet çok, sığınak yok
Mor çatı kadın sığınağı da 2009'un kadın gündeminde tartışılan başka bir konuydu. Sığınağa para aktarılmasının kesilmesiyle faaliyeti de durdurulmuş oldu. Şimdilerde kendi imkanlarıyla tabii ki faaliyetlerini sürdürüyor ancak yapılan tartışmalar bizi feminist bakış açısıyla çalışan sığınakların varlığının ne büyük ihtiyaç olduğuna ikna etti. Kaldı ki kanuna göre nüfusu 50 bini geçen her yerde belediye sığınak açmakla yükümlüyken Türkiye'de sığınma evi sayısı toplam da 50'yi geçmiyor.
Selde ölen kadınlar ve kriz
2009'da kadınların en keskin sorunu ekonomik kriz oldu. Akçay'da mesela günde 12 saat boyunca mantı yapan kadınların haftalık ücreti sadece 100 TL. Burada sorun olan ne erkek işsizliği ne de kadınların kayıt dışı sektörde güvencesiz çalışması. Asıl sorun krizde de tanımlamaları erkeklerin yapıyor olması ve mantı yapmanın asla işten sayılmaması.
Bu tespite dayanak edecek korkunç bir olay yaşadık 2009'da... İstanbul'da yük taşınması için tasarlanmış bir minibüste taşındıkları için, sele kapılarak can veren sekiz kadın tekstil işçisi, 2005'te Bursa'da bir fabrikada mahsur kalıp yanarak ölen kadın işçileri hatırlattılar.
Hiç mi iyi bir şey olmadı?
Elbette oldu. Hatta bu karanlık tabloda en çok olumlu gelişmeleri zikretmeye ihtiyaç var. Tutunmak için, umutlanmak için... Karanlık bir gökyüzünden yıldız seçmek gibi... 8 Mart'ta alanlarda, Tekel'de Desa'da direnişte olan kadınların da yılıydı 2009.
"Bey'oğluna diyecek sözümüz var"
2009 da bir ilk yaşandı ve feminist kadınlar, yerel seçimlerde kendi adaylarını, Saime Ülfet Taylı Taş'ı, Beyoğlu'ndan çıkardılar. En güçlü mesajları kadınların kendi adına birebir politika yapmak için somut adım atmış olmalarıydı.
Fırsat Eşitliği Komisyonu nihayet kuruldu
Bir gelişme daha var ki o da Mecliste kurulan "fırsat eşitliği" komisyonu. Komisyonun adı sonradan feministlerin itirazına rağmen fırsat eşitliği yapıldı. Aslında kadınların talebi "kadın-erkek eşitliği komisyonu" olması yönündeydi. Yine de daha etkin çalışması umuduyla bu da olumlu bir gelişme oldu.
Cumartesi Anneleri Ergenekon'la yeniden harekete geçti
Mücadele hiç bitmedi 2009'da. 2009'da Cumartesi Anneleri de yeniden sokağa çıktılar. 1995-1999 yıllarında her Cumartesi saat 12:00'de "Kayıplar son bulsun, kayıpların akıbeti açıklansın, kaybedenler bulunsun ve yargılansın" talebiyle Galatasaray lisesi önünde oturan Cumartesi anneleri/insanları protestolarının son yedi ayında her Cumartesi güvenlik güçlerinin engellemeleri ve saldırılarıyla karşılaşmış ve genellikle en az Cumartesi gecelerini gözaltında geçirmek zorunda kalmışlardı. Cumartesi oturmaları, Emine Ocak'ın oğlu Hasan Ocak'ın 21 Mart 1995'te gözaltına alınması ve 55 gün sonra işkenceyle öldürülmüş bedeninin Kimsesizler mezarlığında bulunmasıyla başlamıştı. Ve 2009'da Ergenekon davasıyla gözaltında kayıpların, ölüm kuyularının gündeme gelmesi onları bir kez daha harekete geçirdi. Talepleri kayıp dosyalarının da Ergenekon kapsamına alınması ve o dönem görevde olan ordu, emniyet mensuplarının yargılanmasıydı.
Ölüm kararı veren aile meclisi cezalandırıldı
Başka davalarda "lütfen" uygulansın diyebileceğimiz emsal kararlar çıktı neyse ki...
Van'da öldürülen Naile Erdaş'ın davası mesela. Mahkeme heyeti tetiği çekene değil tüm aile üyelerine müebbet hapis cezası verdi. Ölüm kararını otaklaşa alan tüm aile üyelerinin hapse konulması ciddi bir yaptırım oldu, diğer cinayetleri önlemek için caydırıcılık taşıyan bir karar oldu.
Pippa. Bacca. Gelinlik. 8 mart
Pippa Bacca "dünya barışı" için arkadaşı Silvia Moro ile 8 Mart 2008'de gelinlikle Milano'dan yola çıkmış ve oto-stopla Tel Aviv'e ulaşmayı hedeflemiş ancak İstanbul'dan ayrıldıktan sonra kendisinden haber alınamamıştı.Kocaeli, Gebze'de tecavüz edilip öldürülen İtalyan performans sanatçısı Pippa Bacca'yı öldürmekle suçlanan sanık Murat Karataş ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.Karataş ayrıca cinsel saldırıdan 7.5 yıl, hürriyeti kısıtlamadan 5 yıl, hırsızlıktan da 1 yıl 8 ay daha hapis cezası aldı.
Ayşe Yılbaş ve "yaşasın kadın dayanışması"
Ayşe Yılbaş davası da bu yıl son buldu. Ayşe Yılbaş Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde Nöroloji servisinde stajyer doktordu. Yılbaş boşanmak istediği eşi Astsubay Kıdemli Çavuş Özmen tarafından 22 Şubat 2008'de staj yaptığı hastanede 12 kurşunla öldürülmüştü. 28 temmuz 2009'da Ayşe Yılbaş'ı öldüren, boşanmak istediği eşi Hüseyin Güneş Özmen'in davasını gören mahkemenin Özmen için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmetmesi ve cezada indirim uygulanmamasına karar vermesi Yılbaş'ın avukatları ve başından beri davanın takipçisi olan feminist kadınlar tarafından alkışlarla karşılanmıştı.
AİHM kararı: Türkiye kadınları korumuyor
Yine kadınları çok yakından ilgilendiren bir gelişme daha oldu 2009'da. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Nahide Opuz'un eski eşinin şiddet şikayetini sonuçlandırdığı kararında Türkiye'yi kadınları aile içi şiddetten koruyamadığı ve kadına ayrımcılığı önlemekteki yetersizliği nedeniyle mahkum etti. Nahide Opuz'a 36 bin 500 Euro ödemesine karar verildi.
Opuz'un avukatı şöyle demişti kararın ardından:
"Bu karar annesinin öldürülmesini ve kendisinin sayısız şekilde şiddete maruz kalmasının karşılığını bulamaz. Opuz halen eşinden tehdit alıyor. Dilerim bu karardan sonra Opuz'a yakın koruma verilir. En son geçen yıl ekim ayında Opuz savcılığa başvurarak eşinin kendisine yönelik tehditleri hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Opuz'un 2 çocuğu var, ancak çocukları eşinden zarar görecek diye yanına alamıyor. Daha önce Opuz'a yakın koruma verilmişti, fakat bu 1 hafta sürdü. Biz, eşinin tehditleri sürdükçe, yakın koruma verilmesini istiyoruz. Ayrıca, H.O, Nahide Opuz'un annesini öldürmekten 15 yıl hapis cezası aldı ve bu dosya Yargıtay'da. AİHM'deki kararın ardından dosyanın Yargıtay'dan dönerek yeniden yargılama sonucunda H.O.'ya müebbet verilmesini umut ediyoruz. Çünkü ancak bu şekilde Nahide Opuz rahat bir nefes alabilir.''
Güler Zere serbest
Bir kadın hikayesi daha vardı 2009'da sıkça tartıştığımız. Güler Zere. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 6 Kasım'da dört hasta mahkumun, Güler Zere, Nurettin Ateş, Şirin Aydın ve Fehmi Akar'ın kalan cezalarını "sürekli hastalık" nedeniyle kaldırdı.
Zere Ağustos 2008'de diş ağrısı şikayetiyle hapishane doktoruna başvurdu. Teşhis konması altı ay sürdü. Zere kanser hastasıydı. Avukatları Mart 2009'da serbest bırakılması için savcılığa başvurdu. Zere haziranda hastanenin mahkum koğuşuna alındı. Ve o tarihten kasım ayına kadar da mahkum koğuşunda kaldı. Bu sürein ardından Hastalık akciğere kadar sıçradı. Çağdaş Hukukçular Derneği, dört aydır karar vermeyen Adli Tıp Kurumu'nun 42 üyesini "öldürmeye teşebbüs" suçlamasıyla dava etti.
Ve 2010?
2009, kadın mücadelesini de içine katınca "ölümün, şiddetin kol gezdiği" ama "kadınların da meydan okuduğu" bir western filmine benziyor.
"Mutlu son"la nihayete ermediği ortada. Belki de en güzel yanı bitmiş olması. Mesela kadın katli, cinsel istismar davalarında "geç gelen adalet" istemediğimizi söylemeyi de not düşerek 2010'da kadınlar adına olumlu gelişmelerin çoğalmasını talep edelim.
Eşitsizliğin sadece kadınların değil erkeklerin de gündeminde olduğu, onların da sorun ettiği, sorguladıkları bir yıl olması temennisiyle...
Cins körü olmayan bir 2010 dileğiyle...
İlk iş bu gece meydanlarda can güvenliği içinde "geceleri de sokakları da" terk etmeden kutlama yapan kadınların çoğalması umuduyla... (EZÖ)