Haberin İngilizcesi için tıklayın
Bugün, Türkiye’de azınlıklara yönelik en büyük saldırılardan biri olarak tarihe geçen 6-7 Eylül'de yaşanan pogromun 68. yıl dönümü.
68 yıl önce bugün, 6 Eylül 1955 Salı günü saat 13.00’de devlet radyosundan duyurulan ve aynı gün Demokrat Parti (DP) yanlısı İstanbul Ekspres gazetesinde “Atamızın evi bomba ile hasara uğradı” manşetiyle verilen haberin hemen ardından Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşlara yönelik saldırılar başladı.
İstanbul Beyoğlu, Kurtuluş gibi yerlerdeki yıkım ve saldırı görüntüleri o günlere dair çok önemli kanıtlar oluşturdu. Saldırıların kitleselliğini ortaya koydu. Peki İstanbul dışında yine azınlıkların yaşadığı kentlerde neler oldu?
Tarihçi Emre Can Dağlıoğlu’ndan dinliyoruz.
"İstanbul dışında da korku iklimi yarattı"
Öncelikle, 6-7 Eylül'e sadece İstanbul üzerinden bakmak doğru bir yaklaşım mı?
İstanbul odaklı bakmamızın nedenlerinden biri, şiddetin İstanbul’da çok yoğun olması. Ama İstanbul dışında da hiçbir şey olmuyor değil. Özellikle hatırısayılır sayıda Rumun yaşadığı İzmir’de de ciddi şiddet olayları yaşanıyor.
Bunların hiçbirisine ciddi derken İstanbul’la karşılaştırmıyorum. Yine de başka yerlerde de İstanbul kadar yoğun olmasa da azınlıklara yönelik şiddet olayları görüyoruz.
İl il anlatır mısınız?
Örneğin İzmir’de 15 ev ve 10’a yakın işyeri talan ediliyor. Yağmalandığını, saldırıya uğradığını görüyoruz. Alsancak’ta bir kilisenin ve Yunan Konsolosluğu’nun yakıldığını görüyoruz.
Aynı zamanda, fuar alanındaki Yunan pavyonun da yine yakıldığını görüyoruz. Yaralama ve mülklere zararın olduğunu görüyoruz. Hatta konsolosluğa saldırı Yunanistan ve Türkiye arasında bir mesele haline gelecek.
Türkiye konsolosluk binasını tamiri için tazminat ödüyor ve açılışındaki töreni bakan düzeyinde katılımla telafi olarak sunuyor. Ama şöyle bir durum daha var. 6-7 Eylül’le sınırlı değil. Bir hafta sonra İzmir’de bir kiliseye tekrar saldırı oluyor ve kilise yakılıyor.
Peki diğer şehirlere bakacak olursak, şiddet olayları ne oranda görülüyor?
Bu kentlerde ise şiddet olaylarının mümkün olabileceğini dönemin tabiriyle nümayişin gerçekleştiğini ama çeşitli meselelerle polis ve bürokratik kanalların devreye girmesiyle engellendiğini görüyoruz.
Mesela, Bursa’da yine 6 Eylül’de gecesinde yapılan nümayişe karşı şehirde yaşayan yaklaşık 100 kadar Rum’un bir otele yerleştirildiğini o otelin de koruma altına alındığını görüyoruz.
Aynı şekilde Samsun’da da çok az sayıda kalan Rum ailelerin de polis tarafından korunduğunu görüyoruz.
Bunun dışında Ankara ve Adana’da önemli gösteriler var. Burada yine çok az sayıda azınlığın kaldığı mahallelerde gösterilerin olduğunu, hatta polisle çatışmaya girdiklerini görüyoruz, bunların asker kontrolüyle can ve mal kaybına neden olmadıklarını görüyoruz.
Ama bunun devamında 6-7 Eylül’den sonra Olağanüstü Hal ilanı birlikte olaylar durulsa da İskenderun’da 8’i 9’u bağlayan gece şimdi depremden ağır hasar alan Aziz Nikola Kilisesi’nin dinamitlendiğini biliyoruz. Kimliği belirlenemeyen iki kişinin kilisenin kapısına dinamit yerleştirdiğini öğreniyoruz.
İstanbul ve İzmir’deki olaylarla ilgili de faillerle ilgili bir gelişme yok, bu meselelerden dolayı yargılanmalar çok sorunlu ilerliyor.
Urfa, Mardin ve Midyat’ta Süryanilere şiddet ve Çanakkale’de de Yahudilere yönelik tacizkar olan olaylar var.
"Failler cezasız kaldı"
Peki faillere gelecek olursak?
Faillerle ilgili süreç sıkıntılı. Dönemin Demokratik Partisi’nin kıs sürede çok sayıda insanı gözaltına aldığını görüyoruz ama sonra kademe kademe bu gözaltıların doğru düzgün hukuki süreçten geçmeden serbest bırakıldığını, çok az zanlı tutulduğunu görüyoruz. Çoğunun bırakıldığını ve cezasız kaldığını görüyoruz.
Sonrasında Demokrat Parti’nin deyimiyle bu işi komünistlerin tertiplediği iddia edilecek ve bu mesele solcu yazar ve aydınlara yıkılacak.
27 Mayıs 1960 Darbesi'nden sonra Demokrat Partililerin yargılandığı davada da sonrasında gördüğümüz de aslında bu 6-7 Eylül Pogromu’nun sadece Demokrat Parti iktidarının yönetim kadrosunun tertiplediği bir durum gibi anlatılması bu suçtaki kitleselliğin dışarıda bırakıldığını görüyoruz.
Ama İstanbul’da linç katılımcılarının sayısının çok yüksek olduğunu İstanbul’a diğer çevre illerden de çok sayıda kişinin gidip bu suça iştirak ettiğini biliyoruz.
İstanbul'daki büyük pogromun katılımcılarının sayısının çok fazla olmasının yanı sıra mesela Eskişehir'den, Ankara'dan, Kocaeli'den, Sakarya'dan insanların bunu haber aldıklarında otobüslere binip İstanbul'a gidip bu suça iştirak ettiğini dahi biliyoruz.
6-7 Eylül'de İstanbul dışında yoğunlaştığı yerler İskenderun, Adana, İzmir, Bursa diye özetleyebilir miyiz acaba?
Mardin, Urfa'yı da ekleyebiliriz. Buralarda da çok ciddi şiddet olaylarından bahsedemiyor olsak bile en azından kitlesel katılımın olduğu yerler Ankara, İzmir, Adana kesinlikle var bunların içerisinde.
Peki bugün bu mesela İstanbul'da, Beyoğlu'nda işte dolaşırken ya da Kurtuluş’a gittiğimizde ‘buralarda Rumlar yaşıyordu” diyoruz. Hani anlatıyoruz böyle. Her binada hemen hemen izlerini görüyoruz. Peki diğer illere gittiğimizde durum ne?
Nostaljik hatırlama halini izlerini Rumlar, Yahudiler veya Ermenilerin artık çok az sayıda kaldığı İzmir'de, Ankara'da, Çanakkale'de de görebiliyoruz tabii ki.
Depremden önce Antakya ve bir nebze Mardin bunlardan şu anlamda ayrılıyor. İstanbul'a biraz daha yakınlaşan bir yer. Çünkü oralarda gayrimüslimler müzelik obje gibi değiller, hayatın içindeler ve gündelik hayatın içinde kendileri olarak varlar bu şehirlerde. Fakat yine de bu şehirlerde bu insanların kültürel varlıklarını çok ciddi zarara uğratan suçların izlerini de göremiyoruz. Suç olarak hafızalaştırılmıyorlar.
Peki İstanbul dışındaki illerden de göç edenler oldu mu?
Twitter'da Bora Selim Gül'ün paylaştığı bir fotoğraf vardı. Antakya'nın meşhur tarihi avlulu evlerinin önündeki bir plaka. Burası Suriyeli bir ailenin yaptırdığı bir ev ve onun varislerinin 1955’te 6-7 Eylül pogromunda olanlardan sonra Antakya'yı terk ettiklerine dair bir cümle var. Yani kimin ne sebeple, neden korkarak gittiğini bilemiyoruz ama bu pogromun Türkiye'de azınlıklara karşı veya azınlıkların hissettiği korku iklimini oluşturmada önemli bir rolü olduğunu ve bazı insanların da özellikle Anadolu'da bazı insanların da göç etmelerinde rol oynadığını söylemek de yanlış olmayacaktır.
Bu detaya da dikkat çekmek istiyorum dediğiniz bir şey konu var mı?
Aslında İskenderun'daki kilise mevzusundan söz ettik. Bunun nihayetinde 6 Eylül gecesinde yaşananların 7 Eylül'de Hatay ve civarında duyulduğunda sebep olduğu korku iklimini anlatabiliriz.
Altınözü’nde Hristiyanların yaşadığı iki tane köy vardır. Bu köylerde insanların büyük evlere toplanarak ve bulabildikleri komik diyebileceğimiz silahlarla kendilerini korumak için birkaç gün birlikte yaşadıklarını biliyoruz.
Dolayısıyla bunun yani şiddetli yıkıma sebep olmasa bile belirli bir korku yarattığını ve bu anlamda da duygu durumunu ve sosyoekonomik pozisyonu da değiştirebilecek bir hal aldığını da vurgulamak gerek.
Azınlıklar meselesi söz konusu olduğunda yani Türkiye tarihini ele alışın genel sorunlarından birisi olarak İstanbul odaklılığının çok daha baskın olduğunu görüyoruz.
Azınlık meselesi bağlamında da bunun bir sınıfsal bakış açısının sonucu olduğu bariz. Daha zengini, daha arkasında güzel ve somut şeyler bırakanı görmenin daha kolay olması bunda etken elbette.
Güzel evleri, güzel kiliseleri, büyük yerleri, zenginliği hatırlamak elbette ki kolay ama onun dışında Osmanlı bakiyesi Hıristiyanlar ve Yahudilerin önemli bir kısmının alt sınıf köylü ve işçi olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu yüzden odağı daha aşağıya kaydırmak ve daha genişçe tutmak gerektiğini düşünüyorum.
Emre Can Dağlıoğlu hakkında Stanford Üniversitesi Tarih Bölümü’nde doktora öğrencisi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Bölümü ve Clark Üniversitesi Holokost ve Soykırım Çalışmaları Bölümü’nde lisansüstü çalışmaları yaptı. Geç dönem Osmanlı ve Türkiye tarihinde egemen olmayan gruplar üzerinde çeşitli yayınlar yaptı. Halihazırda, geç dönem Osmanlı İmparatorluğu’nda global kapitalizmin finansal ağlar, sosyo-politik ilişkiler ve çevresel dönüşüm üzerindeki etkileri üzerine çalışıyor. Orta Doğu sol tarihi üzerine düşünüyor. Nehna'da editör olarak emek veriyor. |
(EMK)