Her iki hareket de "doğuluların" kendilerini Kürt kimliği ile tanımlamaya başladıkları, çocuklarına ilk kez Kürtçe isimler koydukları, sol hareket ile tanışarak kimliklerinin ifadesinde tarihsel dinsel söylemle bağlarını kopardıkları ve ağalık düzenini sorgulayarak "bütünleşmeye yönelik" talepler sundukları örnekler olarak, "Türk siyasi tarihi" ifadesini zorlayan bir "Türkiye siyasi tarihi"nin varlığına ilişkin kanıtlar sunuyor.
Bundan 30 yıl sonra 22 Temmuz seçimlerinde Kürtler ve sosyalistler ortak bir kampanya yürüterek Meclise 20'den fazla milletvekili gönderdi.
O ilk işbirliğinin başladığı mitinglerin ve DDKO'ların Kürt hareketi ve sol hareket açısından etkilerini bizzat hareketin içinde yer almış olan Ümit Fırat'la konuştuk.
Doğu mitingleri fikrinin metropollere göçmüş üniversiteli Kürt gençlerinden çıktığını biliyoruz. Metropollerdeki bu Kürt gençleri Doğulu toprak ağalarının çocukları mıydı?
Hepsi değildi. O dönemde tüketim ekonomisi de bu düzeyde olmadığı için gençler kredi veya burslarına ailelerinin birazcık katkısıyla idare edebiliyordu.
Hemşehriliğin bu dönemde "politik bir dayanışma mekanizması" olarak işleyerek Kürtlerin örgütlenmesinde en önemli dayanağı oluşturduğunu görüyoruz. Bu nedenle belki de hareket Doğuda başlasaydı bu ivmeyi kazanamayacaktı.
Evet. İnsanlar Ağrı'da Bingöl'de yaşıyorken birbirlerine hemşeri gözüyle bakmazlar. Ama Ankara'da hemşeri olurlar. Özellikle Kürtlerde hemşerilik güdüsü çok daha güçlüydü. Kürt gençleri geldikleri yerlerde kendi sorunlarının aynı zamanda diğer Kürtlerin de sorunu olduğunu fark edemiyordu. Tabii hemşeri örgütlenmeleri önemli bir rol oynadı. "Efendim Türklerle Kürtler arasında bu sorunlar yoktu" diyorlar. Yoktu çünkü karşılaşmamışlardı. Batıdaki bu karşılaşmalar (Hem Kürtlerin birbiriyle politik ortamda olarak karşılaşmasını, hem de kamusal alana Kürt kimliklerini hissederek dâhil olması, Kürt-Türk karşılaşmasını kastediyor) bu açıdan çok önemlidir. Doğu mitingleri öncesinde hiçbir şey yapmadıkları halde tutuklananlar da birbirlerini sürgün yerinde tanıdı.
Doğu mitinglerini hazırlayan gelişmelere geçecek olursak; 27 Mayıs sonrasında çıkartılan Af Kanunu'ndan bir tek Kürtlerin yararlandırılmaması, 49'lar ve 23'ler tutuklamaları, Sivas Kampı gibi pek çok uygulama, aralarında hiçbir örgütsel bağ bulunmayanlara karşı yapılan toplu tutuklamalardı. Sizce bu uygulamaların temelinde Kürtlerin faaliyetlerinden daha ziyade Barzani'nin 58'de Sovyetlerden dönüşü ile birlikte 60'da hareketi başlatmasından duyulan kaygı mı yatıyordu?
Türkiye'de böyle bir "dış düşman" paranoyası vardır. Bush Arnavutlarla konuşur, Türkiye oradan kendine bir şey yontar. Türkiye'nin Osmanlı mirasçısı bir ülke olarak bu parçalanmışlığın son kalesi olduğu ve Türkiye'nin ağırlıklı olarak Rumeli'den göç edenlerin yönettiği bir ülke olduğu düşünüldüğünde bu paranoya izah edilebilir. Özellikle soğuk savaş bu dış-düşman algısını beslemiştir. Soğuk savaş zamanı 400-450 bin olan ordu mevcudu, soğuk savaş sonrası 700 bin'e çıktı. Resmi ve gayrı resmi otoriteler nutuklarında her zaman "şimdi her zamankinden çok beraberliğe ihtiyacımızın olduğu" diye başlayan, "kanımızın son damlasına kadar" diye biten konuşmalar yaparlar..
Tarık Ziya Ekinci, TİP'e kadar Türkiye'de sosyalist hareketin İstanbul'da birbirini tanıyan sol aydınların tekelinde bir nevi sol bir aile hareketi olarak işlediğini söyleyerek TİP'in sol tabanda yarattığı yayılmayı Kürt-sol ittifakının yaratılmasının zemini olarak gösteriyor. Şimdiki solun bundan çıkarması gereken ders nedir?
Tekel demek doğru değil. Solun genel talihsizliği kendisine bir rota çizememesidir. Doğaldır ki modern düşünce ve siyasetler önce gelişmiş ortamlarda yayılır ve gene doğaldır ki önce birbiriyle daha kolay iletişim kuran insanlar arasında gelişir. Tabii önce siyasi elitin üstlenmesi gereken bir takım sorumluluklar vardır. Bunun ezen ulus kavramıyla açıklanmaması gerektiğini düşünüyorum.
Neden?
O insanlara ezen ulus demek, onları alınganlığa, hatta tepkiye yönlendirir. Evet bir hâkim ulus milliyetçiliği olsa da hala ezen ulus milliyetçiliği ezilen ulus milliyetçiliği gibi kavramları kullanmamak lazım.
Anladım
Sol, milliyetçiliğin sınırlarının nerede başladığına hala karar verebilmiş değil. Pek çok konuda milliyetçilik yapar ve bunu da devrimcilik sayar. Bir Kürdün kendini Kürt olarak ifade etmeye çalışması bir milliyetçilik midir, bir milli duruş mudur; bu milli duruşun sınırları nereye kadar toleransla karşılanabilir? Bunları henüz yeterince tartışabilmiş değiliz.
Peki, CHP'nin durumunu bu açıdan nasıl değerlendirmek gerekir? Örneğin CHP'nin doğu teşkilatları mitinglere katılıyor muydu?
Hayır. Onlar daha elit kesimlerdi CHP'deki Kürtler Kürtçe konuşmuyordu ki. DP ve AP' dekiler konuşuyordu. Stalinist sol, hala devletçiliği bir tür devrimcilik, solculuk zanneder. CHP de o günün koşullarında Stalinist partiye yakın olduğu için sol gibi algılandı. Camiye değil de kışlaya yakındı ve "sol" da buna destek verdi. CHP reform adı adlında karşı karşı-reformlar da yaptı. Latin alfabesine geçilmiştir, ama bir yandan da bir karşı devrimle iki kuşak irtibatsız bırakılmıştır. Benim babamın el yazısı notlarını okuyamadığım bir harf devrimi, devrim değildir. Üstelik de bunu yapanlar kendi günlük hayatlarında Osmanlıca yazmış ve okumuşlardır. İsmet İnönü parlamentoda yaptığı konuşmalarda Osmanlıcayı kullanmıştır. Ondan sonraki kuşak ve hatta Kenan Evren'in aldığı ilk eğitim bile Osmanlıcadır.
Peki, Kürtlerin TİP ile ittifakının Kürt sorunu açısından ne tür avantajlar sağladı? Bu süreçte Doğu Mitingleri fikri nasıl ortaya çıktı?
Mehmet Ali Aybar ve yakınındakiler Kürtlerin ezilmesinin sadece coğrafi bir geri kalmışlık, bir eşitsiz gelişim yasası değil aynı zamanda bir Kürt sorunu olduğunu kavramışlardı. Her ne kadar Yozgat'ın Ankara'ya göre geriliği bir eşitsiz gelişim yasası ile ifade edilebilirse de, Kürtlerin bölgesi ile batı arasındaki eşitsizlik başka bir sosyal faktörden kaynaklanıyordu. İşçi Partisi de bu durumu sahiplendi. Ötüken dergisinde çıkan yazı [1], jandarma baskınları ve Demirel'in İmar ve İskân Bakanı Haldun Menteşoğlu'nun Varto depreminde "Mağaraları bize ev diye yutturmayın" mealindeki açıklamaları gibi olaylar, bizleri zaman zaman protesto eylemleri için bir araya getiriyordu. TİP'te yer almayan Kürt arkadaşlarımız da mitinglere sahipleniyordu. Sosyalist ve muhafazakâr Kürtler ile sosyalist TİP arasında batıda olmayan enterasan bir ittifak kuruldu. Gene o sırada birtakım sosyalist arkadaşlarımız da, orduyla ittifak arayan, askerin devrim yapacağı inancıyla "ordu gençlik el ele" sloganları atan FKF'den dışlandılar. FKF'de bugünkü ulusalcıların itibar ettiği Milli Demokratik Devrim görüşü egemen oldu. Böylece TİP'te Aybar, sendikacılar, Kürtler ve bu gruplardan farklı bir yapı olan Sadun Aren-Behice Boran grubu, Milli Demokratik Devrimcilere (MDD) karşı TİP'i savundular.
Kürtlerin TİP'e girmesiyle birlikte ağalık kurumunu sorgulayarak Yusuf Azizoğlu, Melik Fırat gibi isimlerin çevresinden uzaklaşmasına karşı ağaların tepkisi ne oldu.
Bu dönemde çoğu AP'de olan ağalar bizden hazzetmiyordu. Devletin de beslediği bir kurum olarak ağalık içimizde sorgulanıyordu, ama çocukları içimizdeydi. Biz esas olarak bizi de kucaklayan, devlete muhalif özgürlükçü bir hareketin peşindeydik. Yoksa sınıf çelişkileri falan değildi asıl meselemiz.
Bunu gerçekleştirebildiniz mi peki?
Biz DDKO'lar olarak kuruluşumuzu ilan edip de bölgede ismimizi duyurmaya başladıktan sonra kaymakamdan v.s. şikâyeti olan, doktorsuz, öğretmensiz kalan herkes bize başvurdu. Biz onların bir nevi Ankara ve İstanbul'daki sesi olduk.
Devletin götüremediği yetkililer oldunuz yani.
Evet. Bu nedenle de tehdit oluşturduk tabii. Cihazlar yerleştirip nefes alışverişlerimizi bile dinlemişler. Her şey DDKO dosyasında polis kayıtlarında çıktı. 1971 başlarında birkaç emekli üsteğmen beni görüşmeye çağırdı. Neden DDKO'lar böyle atıl kalıyor, eylemlere katılmıyor dediler. Bizim derdimizin bir cunta, iktidara el konması falan olmadığını o dönem dilimin döndüğünce söyledim. Birkaç gün sonra bizim Ankara DDKO'nun merdivenlerinde bir bomba patladı. İlk açıklamamız "Bomba patlatarak bizi karanlık eylemlere çekmek istiyorlar, ama provokasyonlara gelmeyeceğiz." oldu. Yani sağduyulu kalma başarısını o zaman gösterebildik.. Ama bu tür baskı dönemlerinde önemli olan ne yaptığın değil ne ile yargılandığındır.
DDKO'lar içinde ayrılıkçı talepler öne çıktı mı? O günkü DDKO'luların sonrasında PKK dışı siyasetin nüvesini oluşturduğuna ilişkin bir görüş var.
Genel olarak PKK'ya katılım olmadı. Çünkü Öcalan ve benzeri siyasiler, diğer Stalinistler gibi bütün tarihi kendileriyle başlatırlar. Bu nedenle DDKO'lu arkadaşlar Öcalan'ı önemsemedi. Ama keşke biraz daha önemsenip öyle basitçe değerlendirilmeseydi. Belki böylece bu insanın daha doğru bir yerde durması sağlanıp, bugün karşılaştığımız pek çok olumsuzluk bertaraf edilebilirdi.
Miting başlıklarına ve atılan sloganlara bakıldığında Hamit Bozarslan'ın dediği gibi sunulan taleplerin özgül bir toplumsal kimliğin yaratılması değil, modern ve siyasal haklarla ilgili olduğunu görüyoruz.
Tabii. O çok önceden planlanmış bir strateji değildi. O günün somut siyasi ve ekonomik ihtiyaçları sonucu doğan mitinglerdi.
Diğer taraftan da bu ekonomik geri kalmışlığın siyasi boyutuna yapılan bir vurgu var.
Ama işçi partisinin kongresinde bu boyutu ele aldık zaten. Sadun bey (Aren) falan bu parti kapatılır dediyse de biz aldırış etmedik. Ama orada "sınıfsız toplum gelecek emperyalizm bitecek" söylemlerinin taleplerimizi karşılamadığını gördük. Bir süre sonra ulusal sorunun sosyalizm öncesi bir sorun olduğunu fark ettik. Tabii 1969'da DDKO'lar kurulduğunda da TİP'te de çalışmaya devam ettik. Ama 1974 sonrasında ideolojik anlamda olmasa da, örgütsel alanda tamamen ayrışma oldu.
Gördüğüm kadarıyla DDKO'ların merkezileşmekten uzak durarak bir federasyon şeklinde örgütlenmesi DDKO'ların işleyişine de son derece demokratik bir nitelik kazandırmış.
Bizim hedefimiz bir federasyona doğru gidişti. Zaten tam bir federasyon gibiydik ve hep birlikte karar alırdık. Yöneticilerimizi de beraber tespit etmiştik. O yıllarda demokratik merkeziyetçilik denilen bir kavram vardı. Bu, Stalinist bir uydurmadır. Demokratikliği gidip merkeziyetçiliği kalıyor. Biz merkeziyetçi değildik, bizi birbirimize bağlayan hiyerarşik bir uygulama yoktu.
Aybar 63'te Gaziantep'te yaptığı konuşmada Kürt sorununu Aleviler ve Arapların ezilmişliği sorunu ile birlikte değerlendiriyordu. Bu dönemde Kürtlerin Aleviler ve Araplarla arası nasıldı? Bu gruplardan doğu mitinglerine destek geldi mi?
Araplardan gelmedi. Araplar genelde muhalif olmadılar. Azeriler gibi onlar da Kürtlere karşı bir denge mekanizması olarak devlet tarafından kullanıldı. Bugün de Irak Türkmenlerini aynen böyle kullanmak istiyorlar. Aleviler ise mağdur edildikleri için sol partilere yakınlık duyuyorlardı.
Peki, o dönem içinde sol harekette aleviler var mıydı?
Çok vardı. 1965 sonrasında ilk plan, Alevileri soldan ve TİP'ten dışlamak oldu. Birlik Partisi kuruldu ve 1969 seçimlerinde 8-10 alevi milletvekili çıkardı. Sonradan Süleyman Demirel ve kardeşi Ali Demirel, AP'nin yaşadığı bir siyasi krizde kesenin ağzını açarak alevi dedelerin çoğunu AP'ye transfer etti. Tabii bugün Alevicilik yapmak muhafazakârlıktır. Alevilik bir devrimcilik olarak algılanmamalıydı. Cezayir Müslümanlığı bir ilericilik değildi, ama Hıristiyan Fransızlar karşısında Müslüman'dılar. Bu tür dini kimliklerin arkasında bir siyasi hedef olmamalı.
Bu dönemde, emperyalizm karşıtlığı ile özdeşleştirilmiş olan Atatürkçülüğün Kürt siyaseti tarafından kitlelerin örgütlenmesinde bir dil olarak kullanılmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye'de herhangi bir tezinizde Atatürk'e referansta bulunmak zorundasınızdır. Keza Marksistler için de, bir dönem Lenin ve Stalin böyleydi. Bizim sol ve devrimcilik olarak bildiğimiz şeyler de aslında Stalinizmdi. İkisini birbiriyle örtüşüyor görüyorduk. Ben 1970 de kendi kendime Stalinizmi sorguladığımda Mustafa Kemal meselesini de çözdüğümü fark ettim. Türkiye'de her kurum ve meslek için Atatürk'ün o kurumun veya mesleğin kimliğiyle ilgili bir kelimenin geçtiği bir cümlesini araştırıp bulurlar; bulmasalar uydururlar. Son zamanlarda bazı Kürt siyasetçiler de İzmit Basın Toplantısı, Nutuk filan gibi belgelerden Kürtler için bazı referans sözler bulup çıkarıyorlar. Böylece Atatürk tarafından da bir kimlik tescili yapılmış oluyor. Hatta bir profesör arkadaşım istiyorsan ben de Kürtler için bir şey bulup altına Kemal Atatürk diye imza atayım dedi (Gülüyor).
Faik Bucak, Mustafa Subaşı gibi Kürt "ağabeylerinin" hocalığını yapmış Aybar'ın liderliğinin de Kürtlerin sola yakınlaşmasında büyük bir etkisi olduğunu biliyoruz. Bu açıdan geçen seçimlerde Baskın Oran'ın adaylığını nasıl değerlendirdiniz?
Kürtlerin "iyi beyaz adamlara" değil Murat Belge, Hasan Cemal, Baskın Oran gibi Türklere ihtiyaçları var. Çünkü kahramanımız çok, mezarlıklar kahramandan geçilmiyor. Baskın Oran bu bakımdan Türkiye için, Kürtler bir için değer. Adaylığını benimseyen ve destekleyen her platformda da yer aldım.
Son olarak genellikle Kürt kadınlarının politikleşmesinin bu dönemdeki hareketle olan bağlantısını sormak istiyorum. Genellikle Öcalan'la başlatılan bu politikleşme daha öncesine, DDKO'lara dayanmıyor muydu?
Kürt kızları 1960'larda tek tük üniversiteye gidebiliyordu. Üniversitede okuyan kız öğrenci sayısı yok denecek kadar azdı. DDKO'ların kuruluşunda da tek bir kız arkadaşımız, Leyla Ejder yer aldı. Daha sonraki dönemde üye olan kız arkadaşlarımız oldu. Yönetimde faal olamasalar da eylemlerimizde yer aldılar, destek verdiler, lokallerimize geldiler. Hatice Yaşar da aramıza katılmıştı. Aslında Diyarbakır Askeri Cezaevi kapısında oğullarını, kardeşlerini, kocalarını bekleyen kadınlar, orada sistemle aralarında bir şey döndüğünü fark ettiler.
Kadınlar cezaevi kapılarında politikleştiler yani...
Evet ama aynı şey burada da oldu. Metris'te, Mamak'ta da oldu.(GE/EÜ)
[1] Nihal Atsız bu yazısında " Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu fakat ayranı kabardığında aslan gibi önünde durulmadığını ırkdaşları Ermenilere sorsunlar" diyordu. 19 Kürt genci bu bildiriye karşılık "Hodri Meydan" başlığıyla bir bildiri yayınlayarak "Doğunun geri kalma nedenleri arasında ekonomik sömürünün devamı için, vatandaşlar arasında mevcut ırk, dil, din ve mezhep farklarını istismar ederek onları düşman kamplara bölmek isteyen zihniyetin karşısındayız