Uzun zaman oldu yazmayalı/yazamayalı. Şimdi yıllar sonra ve maalesef biraz tarihin zoru, biraz hayatın size sormaya bile zahmet etmeksizin kapınıza gelip dayadığı zorunluluklarla yazıyorum. 'Her işte bir hayır vardır' dedikleri de bu mu? Merak ediyorum...
İsyan etmeyi, reddetmeyi, hayır demeyi yeni yeni öğrendiğim 90'lı yıllarda bir sosyalist, bir Alevi kökenli, bir Kürt/Zaza, bir Dersim '38 sürgünü, bir kadın ve bir genç olarak bütün 'günahları' sırtlayıp sırtıma henüz 22 yaşında iken çıkarıldım filistin askısına. Annemin dediği gibi 'Ah dili olsa o İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nin...' Dili olsa da söylese itile kakıla koca koca adamların yumruk ve tekmeleri altında nasıl körüklediğini isyanımı acılarımın. Genç bir kadın, genç bir beden ve genç bir akıl iken ben, öğrendim maaşlarını halkımın ödediği vergilerden alanların gerçekte kimin memurları olduğunu. Üstelik ironiye bakın ki Emniyetten emekli bir bekçi babanın kızıydım ben. İşkencecilerimin saçlarımdan sürürken dediklerine göre, 'Onların ekmeğiyle büyümüş, aslını inkar eden bir haramzade' idim.
İstanbul, Bursa, Ankara... Birçok emniyet müdürlüğü, ilçe emniyeti ve semt karakolunda geçen bir dizi 'deneyim' sonrasında anlamıştım ki, polis iktidarın memuru, halkın amiri idi. İşkence münferit değil, yönetme biçimini güvencelemekte kullanılan sistematik bir devlet politikası idi.
Gençtim. Kadındım. Öğrenmekteydim daha hayatı. Hep dedim ki kendime, 'Alışma sakın!'... Alışmamalı insan. İnsana yabancı olan ve insanı insan olmaktan çıkaran hiçbir baskıya. Alışmamaktaki ısrarım 40'ı aşkın gözaltı, sayısız polis ve asker tekmesi ve copu, dökülen saçlarım, tutmayan kollarım, kırılan burnum, kaybettiğim dişlerim ve en sonunda gidebilecekleri en uç noktalardan olan şiddetli cinsel işkenceyle tanıştırdı beni.
Şimdilerde geriye baktığımda, yolun yarısını ardında bırakmış ve hâlâ sosyalist olan bir kadın olarak diyebilirim ki hiç alışmadım ve olağan karşılamadım yaşadıklarımı. Devlet, 6 Eylül 2010 tarihinde AİHM'de işkence yapmak, soruşturmayı hukuksuz yürütmek, yargı sürecine müdahale etmekten suçlu bulunup, tarafıma tazminat ödemeye mahkum edildiğinde, sanılanın aksine mutlu değil acılıydım yüreğimde. Keşke dedim, keşke... Yaşamasaydım bu kadar acıyı. Keşke, hiç olmasaydı işkence...
Çok değil, AİHM kararının Türk devletine iletildiğinin üzerinden daha iki hafta geçmemişken basıldı evim sabah beş buçukta. Sevgilim/eşim Günay Kubilay ve ben bu defa üyesi olduğumuz SDP'nin de dahil edildiği bir operasyon kapsamında gözaltına alındık. Kar maskeli timler, kelepçe ve nezarethane yıllar öncesinde bıraktıklarımdı. Beklemediğim ancak pek de şaşırmadığım bir durumdu yaşadıklarım.
Değişmemiştim çünkü. Hâlâ bir sosyalist, bir Alevi kökenli, bir Kürt/Zaza, bir Dersim '38 sürgünü, bir kadındım. Bir tek gençliğim kalmıştı geride. Ve hayat öğretti bana bir kez daha, 4 günlük gözaltı, sabaha kadar süren trajikomik bir mahkeme sahnesinde.
Diyordu ki polisler sık sık, 'Bakın Sultan Hanım değiştik biz.', 'Bakın Sultan Hanım işkence yapmıyoruz artık.'
Her sözlerinden sonra bana bakıp onaylamamı ister gibiydiler. Biliyorlardı, o duvarlar konuşamasa da ben konuşmaya devam edenlerdendim hâlâ. Bir tek şey söyledim: 'Siz değişmediniz, biz değiştirdik...' Yanıtı eşime verdiler. Yanıt manidardı... 'Kabul edersiniz ki Hocam, biz devletin memurlarıyız. Bugün iktidarda kim varsa onu yapıyoruz. Yarın siz başa gelirseniz sizin dediklerinizi yaparız...'
Ben adı 'Devrimci Karargah operasyonu', kendi 'devrimci ve sosyalistleri komplolarla dize getirme senaryosu' olan bir tezgaha dahil edildim, birileri böyle buyurdu diye... 'Devrimci Karargah operasyonu' ile yargılanmak şaşkınlığında iken, ikinci bir şoku yaşıyorum şu günlerde. İşkence suçlusu olduğunu itiraf etmiş biri olan Hanefi Avcı ile yan yana getirilmek kabul edilemez benim için. Yıllarca gördüğü işkencelerin izlerini bedeninde taşıyan ve ömrünü işkence karşıtı bir mücadele ile ören bir kadın olarak beni, asla yan yana gelemeyeceğim, asla affetmeyeceğim ve asla unutmayacağım suçların suçlusu Hanefi Avcı ile aynı sanık sandalyesinde yargılamak...
Olağanlaştırmak istedikleri, yan yana gelmezleri yakın göstererek itibarsızlaştırmaksa, tarih de yaşanmışlıklarımız da tanıktır ki, kirletmeye yetmez Avcı'nın adı ile yan yana yazmaları bizi. Biliyorum ki işkence bir insanlık suçu. Ne bireysel olarak affedilebilir ne de zaman aşımına uğrar, işkence yaşamış olanın gerçekliğinde.
Şimdi, yıllar sonra aldım kalemi elime yazıyorum. Her işte bir hayır vardır da diyemiyorum nedense...
Bir sosyalist, bir Alevi kökenli, bir Kürt/Zaza, bir Dersim '38 sürgünü, bir kadın olarak bir kez daha not düşüyorum tarihe. Dün nasıl yapmadıklarımı kabul ettirmek için işkence ile suç yaratmasını kabul etmediysem devletin, bugün de, bir kez daha kabul etmeyeceğim işkencesiz metotlarla, kriminalize ederek oluşturulan ve kargaların bile gülmekten çenesinin ağrıdığı yalanları.
Anlıyorum ki değişmiş yöntemi egemenlerin. İtirazlarımızla, ödedikleri tazminatlarla yeni metotlara yönelmişler. Şimdi gerekmiyor onlara işkence tezgahları. Ne de olsa var ellerinde 'Son Tezgah' diye adlandırdıkları yalan bombardımanları.
Oh ne ala... Önce suçu yarat. Sonra delilleri inşa et. Daha sonra suçlayacağın kişileri seç. En sonunda da mahkum et. Kendimi bir masal kahramanı gibi görüyorum nedense. Hansel ve Gratel masalındaki gibi, 4 gün boyunca İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi'nde; elimde Elif Şafak'ın 'Baba ve Piç' romanı, uzanıp fiber kaplamalı nezarethane yatağıma, arada bir sigaramı tellendirdiğim, sorgusuz sualsiz bekletilirken anlamıştım zaten, masalın, pardon gözaltının, sonunda kaynar kazanlara atıp pişirme hazırlığında olduklarını.
Takke düştü kel göründü dedikleri gibi; gözaltı sonrasında bir de ne göreyim, SDP'li olmaktan da yaptıklarımdan da yargılayamayınca beni, olmuşuz 'Devrimci Karargah', olmuşuz 'Ergenekoncu', olmuşuz 'Hanefi Avcı'nın suç ortakları' ve bu da yetmemiş ki, biraz PKK, biraz KCK, biraz da telefon tapesi ve malumunuz 'gizli sanık' sosu koyunca kazana, ne diyeyim 'pes' demekten başka. Tanıdık geliyor değil mi? Tıpkı bir zamanlar habire 'işkence var' diye ortalığa çıkanlar gibi, şimdilerde de 'olmayan suçları varmış gibi yaratıyorlar' diyenleri duyuyoruz. Zaman değişti, yöntemler de değişti...
Hatırlatmakta fayda var yine de, yalanlara suskun kalmamaktaki inadım hâlâ değişmedi. Kadınım. Sosyalistim. Öğrenmekteyim daha hayatı. Ve soruyorum kendime, gerçekten her işte bir hayır var mı? (SS/EK)