Üç ay bitti, dördüncü ayındayız 21 Eylül'de sosyalistlere yönelik yapılan komplonun. Dile kolay tam dördüncü ay. AKP'nin ileri demokrasi cumhuriyetinde 17 sosyalist insan, demokratik alanda mücadele sürdürürken "Devrimci Karargahçı" oldukları yalanıyla önce evleri basılıp gözaltına alındılar, sonra 13 kişi tutuklandılar ve işkenceci emniyet müdürü Hanefi Avcı ile aynı davada yargılanacaklar.
Kendini demokratik alanda sosyalist mücadele verir sanırken, hoop yasadışı silahlı örgüt üyeliğinden tutuklu buluyorsun. Nerden nereye... AKP ve Gülen ikilisi bir taşla birçok kuş vurmayı hedeflerken, uydurulan komplo senaryosu o kadar sırıttı ki, hükümet ve okyanus ötesindeki hesap topluma uymadı desek yeridir.
Yargılanmasına yargılanacaklar da ne hikmetse dördüncü ayına giren bu komplo davanın hala iddianamesi yok, neden hapis yattıklarını bilmeyen 13 kişi hala Silivri Cezaevinde keyfi olarak bekletilmekte, onların yakınları, dostları, akrabaları, yoldaşları, eşleri, sevgilileri olan bizlerin endişeli bekleyişi ise artarak devam etmekte.
Endişelenmeyip de ne yapacağız? Hiçbir gerekçe açıklanmadan dört ay hapis yatırtan ve daha ne kadar yatacakları muhataplarından sır gibi saklanan bir adalet sistemi karşısında başka nasıl hissedilir ki? Ekim ayında Cumhurbaşkanı bile tutukluluk sürelerinin uzunluğundan, geciken adaletin adalet olmadığından bahsetmedi mi? Ama ne gam! On beş yıla yakın süredir davası süren ama bu yılları cezaevinde yatarak geçiren tutukluların varlığını duyunca küçük dilinizi yutacak gibi olmuyor musunuz?
Adaletsizlik, haksızlığa uğramış olmak duygusu çok ağır bir hal. İnsanın kendini teselli edemediği bir durum. Ne kendinizin, ne de bir başkasının sözleri size ulaşmıyor. Biz tutuklu yakınlarının hali tam olarak böyle. Peki ya özgürlükleri devlet şerriyle ellerinden alınanlar, içerde tutulanlar, acaba onlar ne düşünüyor, ne hissediyor?
Hepimizin ihtiyacı olan hukuk şimdilerde şöyle işliyor. Evinizi basıyorlar, sizi alıyorlar, tutukluyorlar, neden tutuklu olduğunuzu bilme hakkınız yok. Avukatınız da dahil kimseye bir şey söylenmiyor, dosyada gizlilik oluyor. Yandaş medyaya bu gizlilik yok. Onlara bilgiler yollanıyor emniyet tarafından, onlar da yalan dolan haberleri çarşaf çarşaf yazıyorlar, yayınlıyorlar.
Basın etiği metiği, hak getire. İddianame ne zaman istenirse o zaman yazılıyor. On sekiz ay boyunca yazılmamış iddianameler var. Sonra yine ne zaman istenirse o zaman mahkeme tarihi belli oluyor. Uzun lafın kısası, başınıza es kaza bir şey geldiğinde en az altı ay iddianame yazılacak diye, yaşananlardan öğrendiğimiz kadarıyla "en hızlı" üç ay içinde dava açılacak diye toplam dokuz ay zaten kafadan yatıyorsunuz.
İlk davada bırakılan şanslı kişilerden değilseniz artık Allah kerim, sonraya yeni bir dava, ondan sonra diğer dava diye süreç devam ediyor. Bu davalar serisi ise ömrünüzden çalınan birkaç yıla ya da daha fazlasına tekabül ediyor.
Koğuş faturası 105 lira
Bazen kendimi tutuklanan arkadaşlarımızın yerine koyuyorum. Düşünsenize, hakkınızda somut bir tek delil bile yokken apar topar hapse atılıyorsunuz. Sadece özgürlüğünüz değil, kendinizi savunma hakkınız dahi elinizden alınıyor, ömrünüzden ömür çalınıyor.
Halbuki, hukuken tutuklanmanız için çok özel bir iki gerekçe varmış, bunlar da zaten o kadar istisnai durumlar ki herkese uygulanmıyormuş. Oysa yaşadıklarımız öyle mi? Şu anda Türkiye'deki cezaevleri gırtlağına dek dolu.
Binlerce insan tıpkı bizim arkadaşlarımız gibi, keyfi bir şekilde hapse tıkılıyorlar. Tutuklamaların politik nedeni bir süre ayak altında dolaşmasınlar iken, hukuki neden ise hukukun işlememesi. Bir tür hukuksuzluk hali. Yani adaletsiz işleyen bir adalet mekanizması. Ama bunlar tesadüf değil, özellikle böyle ayarlanmış ki "ders olsun."
Üstelik bu süreçte uğradığımız adaletsizlik bunlarla da sınırlı değil. Yaklaşık dört aydır tutuklu bulunan arkadaşlarımızın bir kısmı işlerinden oldular, işyerlerini kapattılar. Geçimlerini kendileri değil, yakınları, akrabaları, arkadaşları sağlıyor. Bu da yetmezmiş gibi cezaevinde kaldıkları için fatura ödüyorlar. Bildiğiniz elektrik faturası. İlk fatura 75 lira iken, İkincisi 105 lira. Evet, yanlış duymadınız. 105 lira. Bu rakamı evinize gelen faturayla karşılaştırmanızı rica ediyorum. İçerde çamaşır, bulaşık makinesi yok. Bilgisayar, teyp, radyo yok. Olan radyolar pille çalışıyor. Evlere gelmeyen faturalar cezaevi koğuşuna geliyor. Bu nasıl oluyor? Bitmedi, tutuklulara içme suyu da verilmiyor. Musluktan su içmiyorsanız o zaman suyu da satın alacaksınız.
Hem insanları haksız yere tutuklayacaksınız, hem maddi kazançlarını sonlandıracaksınız ya da azaltacaksınız, hem tutukluyken -hükümlü bile değil ki hükümlü de olsa yine de devlet cezaevindeki insanların ihtiyaçlarını karşılamak zorunda- yüklü faturalar ödeteceksiniz. Böyle adalet olur mu? Bir kere daha hatırlatmakta fayda var sanırım. Devlet cezaevindeki kişilerin her türlü durumundan bizzat kendisi sorumludur. Tutuklu ve hükümlü olan herkesin tüm ihtiyaçları yakınları tarafından değil, devlet tarafından karşılanır.
Adalet Bakanlığı kendisine bizlerin vergilerinden oluşan bütçeyle sadece cezaevi yapılmadığının sanırım farkındadır. Ya da sadece memur ve çalışanlara maaş verilmediğinin. O bütçe aynı zamanda tutuklu ve hükümlülerin de ihtiyaçlarını kapsamalıdır, kapsamaktadır.
Talebimiz cezaevlerindeki faturalı uygulamaların derhal son bulması ve şimdiye dek tutuklulara ödetilen faturaların karşılığının iade edilmesidir.
Arkadaşlarımız serbest bırakılsın
Türkiye'deki adalet mekanizmasının daha adil işlemesi için yalnız kendi yakınlarımız için değil, benzer durumdaki tüm tutuklular için daha hızlı ilerleyen bir adalet sistemi istiyoruz. İddianamenin hızla yazılmamasının keyfi, hukuksuz bir uygulama olduğu açıktır. Deniyor ki iddianame altı ay içinde yazılmalıdır. Öyle bile olsa altı ay sanıldığından çok daha uzun bir süredir. İnsan yaşayınca daha iyi anlıyor.
Ve sakın ola kimse bizlerin başına gelenin kendisinden uzak olduğunu sanmasın. Artık evinizin polislerce basılması, sonrasında tutuklanmanız için iddia edilen "suçu" işlemiş olmanıza gerek yok. Sadece iktidara muhalif olmanız yeterli. Gerisi çorap söküğü.
Bizler bir an evvel siyasi komployla tutuklanan arkadaşlarımızın derhal serbest bırakılmasını istiyoruz. Arkadaşlarımızla 2011'de camların ardında, telefonların aracılığıyla değil, can cana sohbet etmek, dokunmak, gülmek ve bu süreci unutmak istiyoruz. (GA/EÖ)